92 gün işkence gören Özben: Cinsel saldırı ile tehdit edip çocuklarıma izleteceklerini söylediler

Ankara’da kızını okula bıraktıktan sonra kaçırılan ve 92 gün gizli bir işkence merkezinde sorgulanan akademisyen-avukat Mustafa Özben, yaşadıklarını Turkey Tribunal Mahkemesi’nde anlattı: Sürekli elektroşok verdiler, kaba dayak attılar ve bir seks aletiyle tehdit ettiler.

KRONOS 21 Eylül 2021 GÜNDEM

Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından kaçırılan avukat-öğretim görevlisi Mustafa Özben Cenevre’de Türkiye’deki hukuksuzlukların yargılandığı Turkey Tribunal Mahkemesi’nde yaşadıklarını ilk kez anlattı. Kaçırıldıktan 92 gün sonra 20 kilo kaybetmiş şekilde geri bırakıldığını anlatan Özben, zaman zaman gözyaşları ile aktardı.

9 Mayıs 2017 tarihinde kızını okuluna bıraktıktan 15 dakika sonra Yenimahalle Şentepe’de Ziraat Bankası ATM’sinden babasının kartıyla para çektikten sonra nalburdan poşet nevinden bir malzeme satın alıp döndüğü sırada kaçırıldığını anlatan Özben, “Kendi üzerime kayıtlı aracıma yöneldim. Tam bu esnada 4-5 kişi tarafından bir anda etrafım sarılarak dövülerek iteklenerek çekilerek siyah transporter olduğunu tahmin ettiğim bir aracın içine atıldım. Aracın içinde başıma çuval geçirilip yumruklayarak üstüme abanarak küfür ve hakaret edilerek, ayağıma ve ellerime plastik kelepçe bağladılar” dedi.

SERBEST KALDIKTAN BİR GÜN SONRA ÇEKTİĞİ VİDEOYU İZLETTİ

Mahkemede kaçırılıp serbest bırakıldıktan sonra çektiği videoyu de izleten Mustafa Özben, “O anki halimi görmenizi istiyorum” dedi.

“Bu benim kaçırıldıktan tam 93 gün sonra 9 Ağustos 2017’de çektiğim videodur” diyen Özben, videoda şu ifadeleri kullandı: “Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Ankara Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık yaptım. Son üç yıl, 2013-2016 yılları arasında, yani darbe girişimine kadar Turgut Özal Üniversitesi’nde öğretim Görevlisi olarak çalıştım. 1993 yılından beri Gülen hareketinin içerisindeyim, bunu da ifade etmek istiyorum. Hedef kitleden biri olduğumu düşündüğüm için ben de saklanıyordum. Babamın kredi kartıyla 300 TL para çektikten sonra kaçırıldım.”

Mustafa Özben’in Cenevre’de kurulan ‘Halk Mahkemesi’nde ilk kez anlattığı ve dünyaya duyurduğu kaçırılma ve işkence tanıklığı şöyle:

‘KAÇIRDIKLARI KİŞİLERİ GÖTÜRDÜKLERİ FARKLI MEKANLAR VARDI’

“Aracın içinde kurtulabilirim düşüncesiyle çırpındım mücadele ettim. Üç beş dakika sonra direncim kırıldı. Kafama poşet geçirildi. Kendi aralarındaki konuşmalarda ‘bunu nereye götüreceğiz’ diyorlardı. ‘34’e mi 06’ya mı’? Demek ki farklı mekanlar var, kaçırdıkları kişileri götürdükleri farklı mekanlar. ‘34’e götüreceğiz’ dediler. Şoföre haydar diye hitap ettiler.

Yaklaşık 30 dakika sonra araba durdu, dışarı çıkardılar. Dışarıda bizi bekleyen bir heyet var anladığım kadarıyla, kafamda çuval var. ‘İndirin’ talimatı geldi. Üzerimdeki bütün kıyafetleri soyundurdular, kendilerinin verdiği bir pijama giydirdiler. Giyinme esnasında elimdeki ve ayağımdaki plastik kelepçeyi çıkarıp demir kelepçe taktılar. Bir küçük hücrenin içerisine atıldım.

‘HÜCRE 3 METREKARELİK BİR YERDİ’

Hücre çıplak ayakla saydığım zaman 3 metrekarelik bir yerdi. Sert bir sedye var, sedye gibi. Yerde ses izolasyonu için kaplanmış yumuşak bir zemin. İçeride köşede bir kamera, ses sistemi, bir de kamera düzgün görüntü verilsin diye bir projektör. Zannediyorum onlar kameradan içeriyi yakından izliyorlar. Bir de havalandırma sistemi vardı, ben 93 gün boyunca bu sesi duydum. Bu da ayrı bir işkence metodu bence. Gece gündüz 24 saat diye bir ses sizi sürekli rahatsız ediyor. Havalandırma için yapılmış belki ama benim için ayrı bir işkenceydi.

‘İLK TALİMAT’

İlk talimat şu oldu: İçeriye konuldum, bundan sonra yapacaklarımla ilgili bana talimatlar veriyorlar. İçeri birisi girdiği zaman, sert bir şekilde vurup, benim yapmam gereken şey öne eğilmek, başımı yere koymak ve cenin pozisyonda beklemek. Kapı açılıyor, arkadan girip beni alıyorlar, dışarıya sorguya götürüyorlar. İlk günü anlatıyorum. Bana bu talimatlar verildi. Diz çökeceksin, başını kaldırmayacaksın, etrafına bakmayacaksın.

Orda birkaç tür personel vardı, birincisi getir götür işleri yapan alt düzey personel ve bunların amirleri ‘abiler’ olarak tabir edilen yetkili kişilerdi. Talimat veren, emir veren kişiler. ‘Abiler gelecek senle görüşecekler’. Ben inanamıyordum, eşime 30-35 dakika sonra döneceğim demiştim, fakat 92 gün sürdü dönemem.

‘KENDİLERİNİ GÖSTERMEMEK İÇİN ÇABA SARF EDİYORLARDI’

Sorguda yüzüm duvara dönük duruyordum. Birini görürüm endişesiyle sürekli bir panik ve korku içindeydiler. Gözlerim bağlı olsa da kendilerinin yüzlerini göstermemek için çok çaba sarf ediyorlardı. Bana ilk olarak ‘nerdesin sen şimdi’ diye soruldu. ‘Milli İstihbarat Teşkilatı’ndayım herhalde’ dedim. O sırada titriyordum, elim ayağım titriyordum. ‘Nerden biliyorsun MİT olduğunu? Belki emniyettir, belki jandarmadır.’

‘DEVLET BİZİZ, ARTIK DEVLET FARKLI İDARE EDİLİYOR’

‘Bak Mustafa burası ne var ne yok bir yer’ dediler. Bana söylenilen, duyduğum şeyler. Benim yorumum değil. ‘Burada devlet biziz, artık devlet farklı idare ediliyor. Bize yardımcı olursan hakkındaki bütün suçlamaları düşürürüz, sileriz, buradan savcıya bir not gider, hakkındaki her problemi çözeriz. Yeni bir kimlik veririz, istemediğin kadar para veririz. Ama eğer bize yardımcı olmazsan, biz insan anatomisini çok iyi biliyoruz, burada bize yalvarırısın beni öldürün diye.’

Bir insanın nereye kadar dayanacağını, nerede öleceğini bildiklerini bir marifetmiş gibi, bir beceri gibi insan anatomisini bildiklerini, nasıl işkence edileceğini bunlarla beni etki altına almaya çalıştılar.”

Bir şey bilmediğimi, suç işlemediğimi söyledim. Ben normal bir avukat, öğretim görevlisi olarak çalışan biriyim. Gülen hareketi mensubuyum ama bir şey bilmiyorum.

‘DOSYALAR GETİRDİLER’

Ben suçsuz olduğumu ifade ediyordum. Normal bir avukat ve akademisyen dışında hiçbir şey yapmadım, dedim. Bana ‘Darbe günü hangi generali aradın?’ diye sordular. Kimseyi aramadım. Aradıysam zaten kayıtlardan bulup bakabilirsiniz. Eğer bu kişiler istihbarat elemanı ise oldukça beceriksiz kişiler olduğunu söyleyebilirim. Bana sordukları sorulardan ileride neleri sorabileceklerini anlıyordum. İlk günlerde normal davrandılar ancak benim birkaç günlük bekleme süresinin ardından işlerin değişebileceğini hissettirdiler. Anladığım kadarıyla bu kişiler benden devletle çalışmamı, onların vereceği isimleri suçlamamı ve delil oluşturmamı istiyorlardı. Bana çeşitli dosyalar getirdiler, renk renk ayrılmış. Dosyalara bakmam için gözlerim açılıyor, kendileri arkamda saklanıyorlardı. Dosyada resimler vardı ve bu kişileri tanıyor musun diye soruyorlardı. Bu resimler doğal ortamlarda çekilmiş resimlerdi, bazıları pasaport kontrol noktasında bazen bir kafede çekilmiş güvenlik kamerası gibi görüntülerdi. Bu resimleri görünce bunların devlet görevlisi olduğuna ikna oldum.

‘HÜCRELERİ, SORGU ODALARINI GÖRDÜM’

Gözüm kapalı şekilde dışarı çıkarılıyor, çuval başıma geçiriliyordu. Ancak dışardaki hücreleri bir defa gördüm. Bir gece yüzüm açık olarak çıkarıldım. Kendileri kar maskeliydi ben etrafı bir şekilde gözledim. Sorgu odalarını ve binayı görebildim. Bulunduğum yerde 24 saat esasına göre çalışılıyor, sabah 8’de nöbet değişimi oluyordu. Bu benim biyolojik saatime göre tespit ettiğim bir şeydi. Bir bardak çay, bir dilim ekmek, bir dilim peynir, birkaç zeytin veriyorlardı. 80 kilo girdim, 60 kilo çıktım. Aç ve susuz da bırakıldım. Üç işkence sorgu odası vardı. Görebileceğim ne kadar çok şey varsa o kadar görmeye çalışıyordum. Hukukçu gözüyle delil topluyordum. Sorgulandığım yerde duvarda iki tane kelepçe halkası vardı, duvara insanları asmaya yarıyordu muhtemelen. Sopalar ve kan vardı etrafta, bunları gördüm.

‘KÖTÜ ŞEYLER YAPACAKLARINI SÖYLEDİLER’

İşkenceleri anlatmayı bir borç biliyorum. Sürekli elektroşok, kaba dayak, bir sex aletini getirdiler. Beni eğip bununla kötü şeyler yapacaklarını söylediler. Benim hassas olabileceğim her şeyi denediler. Eşini de çocuklarını buraya getireceğiz dediler, yumruklama sırasında dişim kırıldı. Kendime göre günü ve saati tahmin edebileceğim şeyleri önüme koydum. 15 Temmuz yıldönümünde 24 saat marş, müzik gibi şeyler dinlettiler. Aklımı oynatayım diye radyo frekansı gibi bir sese maruz bıraktılar. Beni bırakacakları gün saat 5’te her şeyimi geri verdiler. 8 Ağustos günü beni sabah 9’da bıraktılar. Giderken yarım saat süren yolu 4 saat dolaştırıp bıraktılar. Ankara Yenimahalle’de bıraktılar.

SORU-CEVAP: GÜLEN HAREKETİ NEDİR, NASIL ÜYE OLDUNUZ?

Dr. Johann van der Westhuizen: Gülen Hareketi’ne üye olduğunuzu söylediniz. Üyelik kartınız mı var, aidat mı ödediniz, Gülen Hareketi terörist bir örgüt müdür? Nedir üyelik sizce?

“Bu resmi bir kart ile yapılan üyelik değildir. Hizmet hareketi bir iyilik hareketidir. Her insanın içerisindeki iyilik yapma hissi tabii ki bende de var. Ve ben bunu o hareket içerisinde tatmin ediyorum. Hiç tanımadığım bilmediğim ve hayatım boyunca görmeyeceğim insanlara iyilik yapmak istiyorum. Bu kişi Türk, Kürt, Müslüman veya gayrimüslim olsun farketmez. Bu sadece insan ile alakalı da olmayabilir. Bu durum çevre ile alakalı bir durum da olabilir. Ben Gülen hareketini kısaca bir iyilik hareketi ve kendimi de o hareket içerisinde iyilik yapmaya çalışan bir kişi olarak kabul ediyorum.”

Dr. Johann van der Westhuizen: Şu an burda İsviçre mahkemesinde yemin ettiğinizi farz edilse, tanıklığınız sınanmak istese ifadelerinizde değişiklik yapmak istense daha az ciddiyetini yumuşatacağınız şeyler olsa neler olurdu?

“Kesinlikle fazla söylediğim hiçbir şey yok ama eksik bıraktığım birçok husus var. Belki sorularınız içerisinde cevaplama imkanı bulurum. Ama ek süre verirseniz anlatmaya çalışacağım. Burası resmi bir mahkeme olsa ve bana yemin ettirselerdi bu söylediğim cümlelerin hiçbirini değiştirmezdim. Vicdanen ve yasal olarak söylediklerimin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Her şey yüzde 100 doğrudur. Her türlü mahkeme ortamında yeniden ifade edebileceğim şeylerdir.”

“EŞİME VE ÇOCUKLARIMA SÜREKLİ KÜFÜRLER EDİYORLARDI”

Prof. Dr. Giorgio Malinverni: Eşinizi çocuklarınızı getireceklerini söylediğinizi belirttiniz. Geldiler mi? Sizi niye serbest bıraktılar?

“Eşimi ve çocuklarımı bana göstereceklerini söylemelerine rağmen onları benimle görüştürmediler. Bunu zaten benim direncimi kırmak ve psikolojik olarak çöküntü yaşayarak istedikleri gibi ajan provakatör olmam için yapıldı. Beni neden bıraktılar? Sürekli eşime hakaret ediyorlardı. ‘Senin eşin hiç rahat durmuyor, Her tarafı karıştırıyor’ diyerek küfür ediyorlardı. Söyleyemeyeceğim kelimelerle hakaret ediyorlardı. Ben de anlıyorum tabii eşim benim dışarıda bulunmam için çalışma yapıyor. Bir taraftan seviniyorum. Arkadaşlarımın ve sivil toplum örgütlerinin de bir çalışma yaptığını anlıyorum. Olay çünkü normal bir olay değil. Bir avukat Ankara’nın göbeğinde mobese kamerasının altında yüzlerce dükkanın ve insanın gözü önünde saat 13’te kaçırılıyor. Hiçbir şekilde 92 gün boyunca savcılık, emniyet ve hiçbir idari makam düzgün bir cevap vermiyor. Bir dosyaya savcının bulunması 3-4 ayı buluyor. Savcının eşime bizzat beyanı, ‘Kızım senin kocan bir yere saklanmıştır, bırak bu işin peşini senin de başın ağrıyacak’ diyor. Eşimi emniyete gece saat 1-2 gibi ifadeye çağırıyorlar. Taciz ediyorlar. Korkutmaya çalışıyorlar. Benim tahminimdir burada size bunu beyan etmek istiyorum. Benden bir şey elde elde edemeyeceklerini, benim onların istediği gibi bir provakatör olamayacağımı, bir iftiracı olmayacağımı anladılar. Eşimin de dışarıda kaçırılmamla alakalı yaptığı çalışmalardan özellikle uluslararası faaliyetlerden son derece rahatsız olduklarından dolayı beni serbest bıraktılar. İşkencenin izlerinin geçmesini beklediler.”

‘AKLIM HEP ÇOCUKLARIMDAYDI’

“Benim hassas olduğum konular olduğu için konuşmakta zorlanabilirim. Öncelikle darbe girişiminin arkasından yapılan KHK’lar ile çalıştığım üniversite zaten kapatılmıştı. Dolayısıyla aktif olarak üniversitede çalışmam mümkün değildi. Üniversitenin aktif olarak faaliyet gösterdiği tarihe kadar çalıştım. Kapatıldıktan sonra zaten doğal olarak çalışamıyordum. Yaşanan olaydan sonra saklandığımı dile getirmiştim. Kendi üzerime kayıtlı olan adreste kalmıyordum başka bir evde kalıyordum. Güvenliğimden endişe ettiğimden dolayı bunu yaptım. Bu süre zarfı içerisinde benim yasal adresime herhangi bir baskın veya arama çalışması yapılmadı. Bildiğim kadarıyla hakkımda devam eden 1 veya 2 mahkeme var. Bilmediğim de belki vardır. Açıkçası hiç önemsemiyorum. Benim 92 gün boyunca en büyük endişem, çocuklarım oldu. Ben çocuğumu okula bırakmıştım, saat 12:50’de. Onu ben alacaktım okuldan. Küçük çocuğum 8 aylıktı o yüzden eşim evden çıkamıyordu. Eşim benden habersiz, kızım benden habersiz. Acaba kızım eve dönebildi mi? Benim en büyük endişem bu olmuştu. Kaçırıldığım sırada bana söyledikleri kötülükleri acaba yaptılar mı? Düşüncesindeydim hep. “Eşim de acaba şu an tutuklu mu? Çocuklarım nerede?” gibi sorular beni hep endişelendirdi. Bu bilinmezlik işkencenin ayrı bir boyutu oldu.”


 

‘TÜRKİYE’Yİ YASA DIŞI YOLLARLA TERK ETTİM, HAYATIMDA İŞLEDİĞİM TEK SUÇ BUYDU’

“Kaçırılma olayından sonra Türkiye’de herhangi bir psikolojik tedavi imkanım olmadı. Çünkü ben bırakıldığım gün, ilk yaptığım iş beni bıraktıkları yere gidip kanıt almak oldu. Ben eğer gidersem görüntüm, yazım ve beyanlarım konuşsun diye yaptım. Hemen saklandım. Çünkü beni kaldığım evde bulmalarını ve bu kaçırılma hadiselerini etkisiz bırakmak için eşimi ve çocuklarımı farklı bir yere gönderdim. Ben Ankara’da saklandım. 18 Eylül 2017 yılında yasa dışı yollarla Türkiye’yi terk etti. Hayatımda işlediğim tek suç buydu.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com