Yeni başlayanlar için İsrail-Filistin

Meraklısı için İsrail-Filistin sorununun 'insana ilişkin' tarafına bakan filmlerden ve kitaplardan kısa bir seçki...

CAN BAHADIR YÜCE 31 Mayıs 2021 YAZARLAR

Günler süren bombardımanın, savaş suçlarının, ölümlerin (10 İsrailli, 68’i çocuk 270 Filistinli) ardından İsrail-Filistin konusu yine gündemden düştü. Bir dahaki savaşa kadar pek konuşulmayacak. Ufak çatışmalar, günlük ölümler rutin haber olarak verilecek. Tam da bu yüzden, soruna günlük siyasetin ötesinde bakmak gerekiyor. Birkaç yıldır derslerimde İsrail-Filistin konusunu edebiyat metinleri ve filmlerle de anla(t)maya çalışıyorum. Çünkü insanlık durumuna ilişkin yapıtlar bize sorunun gündemde kaybolup giden değil asal tarafını gösterebilir. Meraklısı için o filmlerden, kitaplardan kısa bir liste…

1) Lemon Tree (Yön.: Eran Riklis, 2008)

İsrail’deki durumu tek metaforla anlatmak gerekse “duvar”ı seçerdim. (Geçen ay Human Rights Watch’un İsrail rejimini “apartheid” ilan etmesi aslında geç kalmış bir duyuruydu.) Eran Riklis’in filminde, İsrail Savunma Bakanı’nın villasına komşu limon bahçesinin sınırına örülen duvar bütün bir siyasi çatışmanın metaforuna dönüşüyor. Filmin gücü, biri İsrailli biri Filistinli iki kadın arasındaki görünmez bağdan geliyor. Aynı bahçede kuşaklar boyu limon yetiştirmiş Filistinli ailenin son temsilcisi dul kadının hikâyesi, İsrailli kadınınkiyle kesişiyor. İki kadın birbirileriyle hiç konuşmuyorlar—filmde beni bu etkilemişti. Limon Ağacı şu gerçeği de hatırlatıyor: Ağaçları sevmeyen insan da sevmez. Filmin çarpıcı son sahnesinden geriye Akdeniz’in limonları gibi acı bir tat kalıyor. 

2) Jerusalem (Guy Delisle, 2011 / Türkçesi: Kudüs Günlükleri, 2018)

İsrail-Filistin sorunu ‘tarafsız’ anlatılabilir mi? Bu mümkünse anlatıcı kim olmalı? Muhtemelen, Ortadoğu siyasetiyle pek ilgilenmeyen, bölgeyle hiçbir aile ya da duygu bağı olmayan, Kudüs’ün kutsalları karşısında tarafsız biri… Örneğin, Kanadalı bir ateist. İşte Guy Delisle o kişi: Çizgi kitabında Doğu Kudüs’te geçirdiği bir yılı ‘dışarıdan’ bir bakışla anlatıyor. Kentte bir yıl geçiren çizerin daha önce sorunla konuyla ilgili bilgi sahibi olmaması onu gerçekten tarafsız bir gözlemci yapıyor. (“Hiç kimse tarafsız olamaz,” dese de…) Delisle tonu iyi ayarlanmış bir mizahla, keskin gözlem gücüyle sorunun karmaşıklığını herkes için anlaşılır kılıyor. Çağdaş Kudüs hakkındaki en kolay anlaşılır, en öğretici kitaplardan biri. 

3) Men in the Sun (Gassan Kanafani, 1962 / Türkçesi: Güneşteki Adamlar)

Kanafani’nin uzun hikâyesini ilk kez öğrenciyken okumuştum. Öykü kişileri (Esad, Mervan, Ebu Kays…) o günden beri benimle yaşadı. Arapların “edeb mültezim” dediği bağımlı edebiyatın doruk örneği olan bu hikâye İsrail’in sömürgeciliğiyle birlikte yozlaşmış komşu Arap devletlerinin nemelazımcılığına karşı da ağır bir suçlama olarak okunabilir. Kanafani’nin hikâyesinde aşılması zor çöl, Filistinlilerin aşması gereken engellerin metaforu. Erkeklik, toprak, sürgün gibi yakıcı konuları da tartışan, Filistin davası sürdükçe eskimeyecek bir başyapıt. Hikâyenin 1972 tarihli film uyarlaması şuradan izlenebilir.

4) The Lover (A. B. Yehoshua, 1977 / Türkçesi: Kaybolan Âşık, 2010)

A. B. Yehoshua’nın romanı bir arada yaşama, ulusal kimlik, birey-ulus çatışması gibi konulara İsrail tarafından bakıyor. Arka planına 1973 savaşını alan roman, sadece İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin söylediklerinin ötesinde, hikâyesiyle de etkileyici. Arapların acısını anlamaya çalışan İsrailliler romanlarda, filmlerde karşımıza sıkça çıkar ama Yehoshua’nınkiler kadar sahih karakterlere rastlamak zor. Kitap militarizmin, öfkenin, ulusalcılığın iki taraf için de iyi olmadığına okuru ikna ediyor. 70’lerde yazılmış bir romanın İsrail’e ve Filistin’e ilişkin hâlâ çok şey söylüyor olması Yehoshua’nın yazınsal gücü kadar bölgedeki sorununun umutsuzluğuna ilişkin de bir fikir veriyor. 

5) Waltz With Bashir (Yön.: Ari Folman, 2008)

1982’deki Lübnan’ın işgali sırasında İsrail ordusunun işlediği savaş suçlarını eski bir İsrail askerinin gözünden aktaran Beşir’le Vals bir belgesel olarak da tanımlanabilir. Mülteci kamplarındaki binlerce sivil kurtarılabilecekken niçin ölüme terk edildiler? Yaşamını yitiren binlerce insanı kurtarmak için neden bir şey yapılmadı? Hıristiyan radikaller tarafından sivillerin katledilmesine  niçin göz yumuldu? Katliamlarda İsrailli yetkililerin rolü neydi? Vicdan azabı, bellek, suçluluk duygusu, kimlik bunalımı gibi sorunlar etrafında kurgulanmış sıkı bir animasyon filmi… Filmin sonunda çizgilerin gerçek görüntülere dönüşmesi, anlatılanların kurmacadan çok belgesele yakın olduğunu hatırlatıp izleyiciye yumruğu vuruyor. Müziğiyle de unutulmaz, Altın Küre ödüllü başyapıt.

6) Panter ba-martef (Amos Oz, 1995 / Türkçesi: Pusudaki Panter, 2012)

İsrail-Filistin meselesi tartışılırken her şeyin aslında İngilizlerle başladığı çoğu kez unutulur. Manda yönetiminin Yahudilere önce bir devlet sözü verip sonra onları püskürtmesi, Araplarla Yahudiler arasında nefret tohumları ekmesi, sonra da kendi ihmallerinin de sonucu olan Holokost’un faturasını Filistin’de yaşayan Araplara kesmesi gereğince konuşulmaz. Amos Oz’un romanı bir çocuğun gözünden İngiliz mandasının son yazını anlatıyor. Bir bildungsroman olmanın ötesinde, dil ve kimlik gibi meseleleri de tartışan, Oz’un ustalık dönemi yapıtlarından. Ortadoğu derslerinde öğrencilerin gözde romanı. 

7) Palestine (Joe Sacco, 1996 / Türkçesi: Filistin, 2009)

Joe Sacco bir yol açıcı: Kurmaca dışı çizgi romanında, 90’ların Gazze’sinde ve Batı Şeria’da gördüklerini anlattığında yaptığı işin benzeri yoktu. Sacco bölgede iki ay geçirmiş, Birinci İntifada’ya tanıklık etmiş, Filistinlilerin gündelik yaşamlarını gözlemlemişti. Hem bireysel acıları hem de bir ulus olarak Filistin’in çaresizliğini anlattı. Sacco gazeteci merakını sanatçı duyarlığıyla buluşturmayı başardı. Gerçeklikten ve estetik kaygıdan taviz vermedi. Geçen çeyrek asırda, Exit Wounds’tan Not the Israel’e kadar bölgeye ilişkin yayımlanan bütün çizgi kitaplar ona biraz borçludur. 

8) Mahmud Derviş – Şiirler

Ortadoğu halklarının duygu tarihi şiirsiz anlaşılamaz. Bu belki de en çok Filistin için geçerli. Elbette akla ilk Mahmud Derviş geliyor. Çünkü Filistin davasını bir ‘dava’ yapan koşullar, Derviş’i de şair yapan koşullardır. O Filistin mücadelesiyle özdeşleşti. Toplumsal konumu onu daha tahkiyeci bir şair yapsa da, “Aşk şiiri yazıyorsam, aşk şiiri yazmama izin vermeyen koşullara direniyorum,” diyecekti. Şiirlerinde yersiz yurtsuzluğun, sürgünün, sıla özleminin, barış isteğinin mayası vardı. Mahmud Derviş “kelebeğin yükü”nü taşıyordu. Şairin Yahudi bir kızla iç burkan aşk hikâyesini anlatan Write Down, I Am an Arab (Yaz, Ben Bir Arabım) belgeselini de meraklısına öneririm. 

Ek: Our Boys (HBO, 2019)

Our Boys (Patria ile birlikte) epeydir izlediğim en iyi HBO dizisiydi. 2014 Gazze saldırısına giden günlerin öyküsü. Aşırı sağcı İsrailli gençlerin nasıl radikalleştiğini anlatmaya çalışırken dizi İsrail devletini kolluyor mu? Tartışmaya değer ama bu kadar cesur bir özeleştirinin örneğin Türkiye’de asla yapılamayacağını ve Netanyahu’nun diziyi boykot çağrısı yaptığını unutmamak gerekir. Yeri gelince sözünü sakınmayan, neredeyse kusursuz bir senaryoyla ustaca kotarılmış bir iş. Our Boys günümüzde Ortadoğu’nun acı gerçeğini özetliyor: Çocuklar ölür, siyasetçiler kazanır.