Yaşamadan anlaşılmaz mı başkasının acısı?

Acıyı hissedip diğerlerinin acısını görmeye başlamak anlaşılır ama diğerinin acısını, senin acını göstermek için bir vitrin, bir platform olarak kullanmak - işte o reddetmekten bile daha kötü... Neticede dille zikretmek değil, gönülle idrak etmek kıymetli gerçeği.

ALİN OZİNİAN 09 Mayıs 2021 YAZARLAR

Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı,
öğrenmek, keşfetmek,
özgür olmak gibi.
Richard Bach, Martı Jonathan Livingston

 

Son birkaç yıldır, daha önce “ötekilerin” acısını anlamayanların, anlamaya çalışmamışların, buna lüzum görmemiş ve zaman bulamamış olanların, bu acıları anladığını, bu acıları kabul ettiğini, bu acılara isimleri ile hitap ettiklerini görüyoruz.

Bu yüzleşme, bu anlayışlı olma durumu en çok Ermeni ve Kürt konusunda karşımıza çıkıyor.

“Bu devlet bize bunu yaptıysa, Ermeni’ye kim bilir neler yapmıştır…” diyor bazıları.

“Eskiden adını koyamazdım, yok biz böyle bir şey yapmayız derdim, ama artık biliyorum 1915’te yaşanan bir soykırımdı!” diyor başkaları.

“Tabi ki önyargı vardı, babam arkadaşım Kürt diye evlerine gitmemize izin vermedi, kötü gözle bakılırdı.” itirafları da geliyor diğer bir yandan.

“Kürtlere az çektirmedik, ana dil hakkını bile çok gördük” diyenlerin sayısı artıyor.

Nasıl vardık bu “aydınlanmaya”?

Ne oldu da geçmişte yalan dediğimizin bugün gerçek olduğuna kanaat getirdik?

Sanırım, deneyimledik.

Deneyim de bir öğrenme metodu. Tabi bu olup biten bir öğrenme ise.

Öğrenme her yaşta, her durumda, her koşulda devam eden bir süreç.

Eğer “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diye düşünmüyor, eski dostunun canını acıtmak için “onun” suçunu yüzüne vurmuyorsa, öğrenme ve yüzleşme ne kadar geç gelirse gelsin kıymetli.

“Acını geç de olsa anlıyorum.” diyen birinin aklını okumaya çalışmak ahlaki değil, vicdanından şüphe etmeye ise kimse cüret etmemeli, sadece önemli olan bu “aydınlanmanın”, bu “tepkinin” dönemsel olup olmadığını anlamak.

Şunu bilmek gerekli; bir anlık öfke ve kızgınlık ise resmi tarihi ve cumhuriyet politikalarını daha yakından incelemeye iten bizi, oradan bir gelişme çıkmaz.

Fakat kişisel tecrübeler, anlamamız, öğrenmemiz, yüzleşebilmemiz için bir milat olabilir.

Başımıza gelenler; uyduruk kanunlar ile işimizin elimizden alınması, bir işaret ile düşman, vatan haini ilan edilmemiz, memleketimizi terk etmek zorunda bırakılmamız gerçekten aklımızda da, vicdanımızda da bir ışık yakabilir.

Bazen bilmek, öğrenmekten daha kıymetlidir.

Anlamak için bazen belirli şartların oluşması gerekir; ötekini anlayabilmek için yeni öteki olmak bu durumda hiç de mantıksız değil.

Acıyı anlamak için acıyı hissetmek gerekebilir. İnsanidir bu, bir taraftan da gayri-insanidir pek tabii.

Tecrübe edilmeden anlaşılamaz mı başkasının acısı?

Teninde hissetmezse yanmaz mı içi insanın? Başka mahallenin insanının canı için mücadele etmeye değmez mi?

Bu soruların cevapları maalesef duruma göre değişiyor; kendinizi ülkenin sahibi sandığınız zaman net olan cevabınız, o ülkenin istenmeyeni olduğunuzda farklılık gösteriyor.

Sorunlar, hak ihlalleri, baskılar ve acılar. Bazen kabul görmeyen, acı olduğu reddedilen, gayriresmi acılar…

Acıyı hissedip diğerlerinin acısını görmeye başlamak anlaşılır ama diğerinin acısını, senin acını göstermek için bir vitrin, bir platform olarak kullanmak – işte o reddetmekten bile daha kötü.

Bilinmeyen şeyler çoğu zaman korkunç. Korkmamak için öğrenmek gerek, birçok şeyi anlaşılır kılmak, bir çok şeyi önemseyebilmek için öğrenmeye çalışmak gerek.

Üniversite hocalarımdan birinin “Değerini anlamadığı veya hayatında kullanamayacağı şeyleri öğrenmeye kalkmamalı insan.” sözünü unutmuyorum.

Öğrenmenin aslında hafızada, bizde olan halihazırdaki bilgiyi kullandığımız zaman gerçekleşeceğini anlatmak için bu cümleyi seçmişti.

Beynin yeni bilgiyi kodlayıp beklemeye aldığını, sadece ihtiyaç anında kullanılmak üzere sakladığını anlamıştık. Bilgi, biz onu kullanana kadar, hafızaya taşınmıyordu, bilgiyi geliştirmek için öğrendiğimiz şeyleri hafızaya geri çağırmamız gerekiyordu.

Öğrenmek bilgiyi hatırlamak demekti, bilgiyi kullanmaya odaklanmak.

Bu dünyaya belki de en çok öğrenmek için geliyoruz. Ama bazen öğreti, zorun, sınavın, nefretin sonucunda kazanılıyor; korku ile, acı ile, göz yaşı ile geliyor.

Ne olursa olsun, öğrenmek bir ödül. Bir ceza ya da fedakârlık değil.

Öğrenmek bir keyif, bir ayrıcalık. Bir yük asla değil.

Kurallar, bağnazlık ve korku dolu iklimlerde öğrenemiyoruz. Öğrenmek için biraz serbest hatta biraz yalnız kalmamız gerekiyor.

Bazen insanların, tarihin, sözün anlatamadığını hayat anlatıyor bize. Hakikati kavramak için kitaba değil yaşamaya ihtiyaç duyuyoruz.

Ve anlıyoruz gerçeği.

Neticede dille zikretmek değil, gönülle idrak etmek kıymetli gerçeği.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com