Vazgeçilmez bir organizatör olarak Özel Harp Dairesi…

KRONOS 26 Mayıs 2020 GÜNDEM

Alin Ozinian, Kronos Haber: Soylu’nun “Buluruz ve caminin dibinde ezanı dinletiriz” sözleri beni Türkiye’nin işkence yıllarına götürdü.
1980 darbesinin en ağır izlerinin görüldüğü Diyarbakır Cezaevine… Ulucanlar’a … 12 Eylül darbesinin aylarca süren gözaltılarına, gözaltındaki kayıplara, akılalmaz işkence yöntemlerine ve hatta idamlara. Falaka, zincirleme, ayaktan asma, dışkı yedirme, coplama, lağım suyuna sokma, tecavüz ve daha bir sürü korkunç şey yaşandı cezaevlerinde… Bunların arasında zorla İstiklal Marşı söyletmek de vardı…
Soylu’nun sözleri en çok bu işkenceye benziyor. Bu tip rejimler, bu tip baskıcı politikalar, döverek “sevdirmeye” çalışıyor sembollerini. Sanıyorlar ki 8 yaşında “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” dedirtirlerse gerçekten varlığınız armağan olacak onların politikalarına. Sanıyorlar ki, sizi ülkenizin bayrağı ile “döverlerse” sevmediğinizi düşündükleri bayrağı seveceksiniz.

Mehmet Bakır Özkan, Hukuk Penceresi: Siz ki: En kolay satın alınabilecek bir meslek grubu olduğunuzu gösterdiniz… İyi günde yalancı gülücükler dağıtırken, kötü günde bir telefon bile açmaya cesaret edemeyen “korkaklar” olduğunuzu ortaya koydunuz. Komşuluk, mesai arkadaşlığı, yol arkadaşlığı, hastalık, sağlık, doğum, ölüm ve benzeri neredeyse her türünden yaşam karelerini birlikte yaşadığınız insanın ne olup ne olmadığını kendi muhakemenizle bilebilecek durumdayken; aklınızı, vicdanınızı ve tüm insani değerlerinizi adeta tatile göndererek bir çetenin, bir megalomanın söylediklerine kendinizi kaptırarak peşin hüküm verdiniz. İnsanlık için, bırakın insanlığı, kendi memleketiniz için taş üstüne taş koymadığınız halde; bir koltuk, basit bir menfaat uğruna kendinize “milliyetçi” diyerek kurtlar sofrasına kondunuz.

Ahmet Altan, P24: Şu andaki büyük sarsıntının ortasında ben gelecek için iyimserim. Söylediklerim bir ütopya değil. Bir salağın iyimserliği de değil. Söylediklerimin gerçekleşeceğine inanıyorum, bunları benim göremeyeceğimi de biliyorum. Bunları, benim yaşımdaki insanları öldüren salgının hızlı saldırısını bir hapishane hücresinde beklerken yazıyorum. Kendim için değil ama bir parçası olduğum insanlık için iyimserim. Geçen Kasım ayında hapishane yönetimi bize öğlen yemeğiyle birlikte bir turp verdi. Hücre arkadaşım turpu bir kâğıt bardağın içine koyup, penceredeki demir parmaklığın dibine bıraktı. Turp orada çürümeye başladı. Geçenlerde turpun içinden yeşil bir filiz belirdi. Filiz uzadı. Filizin ucunda minicik beyaz çiçekler açtı. Her sabah kalkıp o çiçeklere bakıyorum. O muazzam klişeye şahit oluyorum: Turp hem ölüyor hem doğuyor. Zavallı bir turp kendi ölümünden yeni çiçekler yaratıyor. Ölürken iyimserliğini kaybetmeden geleceğe uzanmaya uğraşıyor. Belki siz bu yazdıklarımı okurken ben de hastalanmış olacağım. Ama ne fark eder? Bir kâğıt bardakta ölen bir turp bile çiçek açabiliyorsa hapisteki bir ihtiyar da iyimser olabilir. Bir turptan daha ümitsiz olacak değiliz ya…

Günün öne çıkan yorumları Kronos Podcast yayınında:

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com