Ümit Kıvanç: Tek tuğla çekilirse yıkılır denen devlet duvarı, dikildi karşımıza

Ümit Kıvanç: Mahkeme MİT’e yazı yolladı. MİT resmen ve alenen, şu cevabı verdi: 'Elimizde bu cinayetle ilgili bilgi yoktur.' Yokmuş ellerinde bilgi... Biz de o hakareti yedik.

EYLEM YILMAZ 24 Aralık 2020 SÖYLEŞİ

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in gazetesinin önünde öldürülmesinin üzerinden 13 yıl geçti. Kamu görevlilerinin yargılandığı davada 14 Aralık 2020 tarihinde savcı mütalaasını açıkladı. Mahkeme, Dink Ailesi avukatlarına savunma için iki günlük süre tanıdı. Savunma için tanınan iki günlük süre dava sırasında yaşanan skandallardan biri olarak kayda geçti. Mahkeme, dava süresince Dink Ailesi avukatlarının soruşturmanın genişletilmesi talebini kabul etmedi. Cinayetin gerçek sorumluları hâlâ bir soru işareti.

Hrant Dink cinayeti 13 yıllık süre içinde Türkiye’deki siyasi atmosfere göre, önce Ergenekon ile ilişkilendirildi, 15 Temmuz 2016’dan sonra ise Gülen cemaati tarafından planlandığı iddiası gündeme geldi. Davaya 6 Ocak ve 8 Ocak 2021 tarihlerinde devam edilecek. Duruşma, mütalaaya karşı savunmaların alınmasıyla sürecek. 2021 yılı Dink davasının karar yılı olabilir.

Cinayetin üzerinden geçen 13 yılı Hrant Dink’in yakın dostlarından yazar Ümit Kıvanç ile konuştuk. Kıvanç, davanın en başında sonucun aslında belli olduğunu şöyle anlatıyor: “Avukatların bastırmasıyla mahkeme MİT’e yazı yolladı. MİT resmen ve alenen, mahkemeye şu cevabı verdi: ‘Elimizde bu cinayetle ilgili bilgi yoktur.’ Yokmuş ellerinde bilgi. Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili! Yani dediler ki: Size verilecek bilgi yok. Yani dediler ki: Siz de sormayın daha fazla. Buna rağmen adalet mücadelesine devam ettiysek, öldürülen arkadaşımız için başka şey yapamayacağımızdandı. Yoksa o anda her şey belli olmuştu.”

Söz Ümit Kıvanç’ta…

 

Hrant Dink davası savcının mütalaasını vermesi ve buna karşı avukatlara savunma için iki gün süre tanınmasıyla yeniden kapatılıyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

İşte, davanın bir şekilde bitirilmesi gerekiyor, bir an önce. Buna bağlıydı bu.

Davanın başından beri Hrant Dink’in İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında MİT’te görevli iki kişi tarafından tehdit edilmesi incelenmedi. Bu kişiler mahkemede dinlenmedi. Üstelik bu tehditten dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler ve dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun da haberi olduğu ortaya çıktı. Güler, görüşmeyi doğruladı ama tehdit olmadığını savundu. Ne Bakan ve Vali ne de tehdit eden MİT görevlileri dinlendi, sanık oldu… Bu durum bize ne anlatıyor?

Hrant Dink cinayeti davasının MİT’le ilgili kısmında bu görüşme, sansasyonel anlamı kadar büyük ağırlık taşımıyor bence. Hem cinayet hem de dava için en müthiş, hattâ tek müthiş açıklayıcı şudur: Avukatların bastırmasıyla mahkeme MİT’e yazı yolladı, tâ ilk davanın başlarında. Yani kamu görevlilerinin dahil edilmediği, sırf ayak işlerine bakan üç-beş genç adamın yargılandığı davanın başlarında. MİT resmen ve alenen, mahkemeye şu cevabı verdi: “Elimizde bu cinayetle ilgili bilgi yoktur.” Yokmuş ellerinde bilgi. Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili! Yani dediler ki: Size verilecek bilgi yok. Yani dediler ki: Siz de sormayın daha fazla. Buna rağmen adalet mücadelesine devam ettiysek, öldürülen arkadaşımız için başka şey yapamayacağımızdandı. Yoksa o anda her şey belli olmuştu.

‘ALLAHTAN KATİL DELİKANLILAR REZALET YARATTILAR DA AZICIK HABER OLDU’

Medyanın davaya önem verdiğini, takip ettiğini düşünüyor musunuz? Zaman içinde ilginin azaldığı yorumuna katılır mısınız? 

Baştan, çok kısa süre, takip ediyormuş gibi yapıldı. Bizim her duruşma öncesinde okunan metinlerimiz, hamaset yüklü, ajitatif metinler değildi, gazetecilerin ihtiyaç duyacağı her türlü bilgiyi içeren, takip edecek olana yol gösterebilecek mahiyette metinlerdi. Kameralar oradaydı, ama doğru dürüst vermediler genellikle. Televizyon kanallarının ilgisini çekebilecek, popüler birçok insan gelip metin okudu, duruşmalardan önce. Yasak savma kabilinden şöyle bir gösterildi, çoğu zaman. Gazetecilik anlamında da, birkaç iyi niyetli girişim oldu. Bunun dışında, hele bir-iki sene geçtikten sonra, ilgi neredeyse bütünüyle kesildi. Allahtan katil delikanlılar duruşmalarda birtakım sansasyonel rezaletler yarattılar da azıcık haber oldu. Kamu görevlileri kısmıyla hemen hiç kimse doğru dürüst ilgilenmedi. Elbette birkaç gazeteci meslektaşımızı hariç tutarak konuşuyorum.

Medyanın o dönem tek ses “Türk düşmanı” diye hedef gösterdiği Hrant Dink bugün “düşman” değil belki ama dostları da olabildi mi? Medyanın, cinayetteki rolüyle ilgili bir yüzleşme yaşadığını düşünüyor musunuz?

Medya topluca Hrant’ı “Türk düşmanı” olarak görmüyordu. Aksine, öldürüldüğünde kısa süre sahip çıkıldı. O kadar akıl almaz işti ki, basında da birçok insan bu sefer bu cinayetin sahiden aydınlatılacağını, bu işin arkasında devletin olmadığını düşündü. Yani devlet içinden birileri yapmıştı muhtemelen, ama Avrupa Birliği yolunda bunlar artık gözden çıkarılırdı, öyle sanıldı. Ama zaman geçip de hanya Konya anlaşılmaya başlandığında bir kısmı hemen saf değiştirdi. Bir kısmı başını belaya sokmamak için mâlûm tavşanboku tarzına döndü. Bir kısmı da bizdeki gazeteciliğin yapısal hastalıklarından birini sürdürerek, takibi bıraktı. Bir de tabiî, şunu mutlaka belirtmek lazım: Bu davayı takip etmek kolay iş değildi. Devlet, konu takip edilemesin diye her şeyi yaptı. Karmakarışık hale getirdiler, izlenecek bilgileri.

‘VESAYETİN DİK ALASI KURULDU, BİN BETERİ OLDU’

Genelkurmay’ın, medyanın hedef göstermesiyle işlenen bu cinayet o dönem askerî vesayeti tartışılır kılmıştı. Bugün iktidar askerî vesayeti sonlandırmakla övünüyor. Sonlandıysa cinayette sorumluluğu olanların ortaya çıkmış olması gerekmez miydi? Sizce de askerî vesayetten Türkiye arındı mı?

Askerî olanından şimdilik arınmış görünüyor. Zaten ordunun birçok kritik mevkiini Fethullahçılar ele geçirmiş, şimdi anlayabildiğimiz kadarıyla. Tamamı doğru olmasa bile, hâlâ Fethullahçı ayıklandığına göre, ordunun bayağı bir kısmı bu adamların kontrolündeymiş. Yani askerî vesayetin neresi neymiş, onu da tam anlayamıyormuşuz son dönemde galiba. Fakat “kültür”, ideoloji ve fiilî devlet-siyaset ilişkisi olarak konuşacak olursak, vesayetin dik âlâsı kuruldu. Gerçi bugünküne artık vesayet de denmez. Vesayet, birilerinin sahnede olacakları perde arkasından belirlemesi, sınırlamasıydı. Bugünse kulisi, sahnesi, önlerdeki seyirci sıraları falan, hepsi daracık bir kadronun elinde. Bir koalisyon var, tepede. Ama onun elemanları bile sabahtan akşama ne olacağını bilemiyor. Vesayetin bin beteri oldu yani.

“TEK TUĞLA ÇEKİLİRSE YIKILIR DENEN DEVLET DUVARI, DİKİLİVERDİ KARŞIMIZA”

Dink davasının, Ergenekon soruşturmasıyla birleştirilmesi gerektiğini savunanlar oldu. Ancak o iddianamede Dink’i dava eden, hedef gösteren Kemal Kerinçsiz’in eylemleri arasında bile Hrant Dink yer almıyordu. Şimdi ise Gülen cemaatinin tek sorumlu olduğu belirtiliyor. Bu cinayetin sürekli bir yerlere çekilmesini sağlayan etken, “karışıklığın” temel nedeni nedir?

Karışıklığın temel nedeni, sahiden karışıklık olması. Soruşturmalar öyle garip yan yollara sokuldu ki, tek bir unsuru izah edebilmek için tam sayfa kompozisyonlar yazmak gerekti. Ayrıca, cinayete ve sonradan örtbas edilmesine katılanların çeşitliliği anlamındaki karışıklık da hayli etkili. Ergenekon diye simgelenen devlet içi teşkilat elbette bu işin içinde var. Cinayet öncesindeki hazırlık bütünüyle BBP çay ocağında geçiyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nun “bizim tarlayı önceden sürmüşler” dediği partide. Kurumsal olarak konumu nedir, bilemem, ama MHP’li birilerinin cinayet hazırlığından haberi olması halinde işi gücü bırakıp bunu önlemeye kalkışacağını düşünemeyiz herhalde. Fethullahçılar o sırada poliste öyle kritik yerlerdeler ki, onlar olmasa bu işin böyle yapılamayacağı da belli. AKP liderliğinin, cinayet öncesinde muhtemelen değil, ama işlenir işlenmez gruba katıldığını anlıyoruz. Belki de önce bir bakıldı, buradan bize ne ekmek çıkar diye, sonra belki birilerinin paçasından tutarız art niyetiyle, belki birkaç gün içinde oluşturulacak “canım, zaten Ermeni’nin tekiydi” havasından daha çok çıkar sağlanır hesabıyla, bilemiyorum, Tayyip Erdoğan ve AKP, bırakın aydınlatmayı, soruşturmanın genişletilmesi için, yargılanmalarına izin verilmeyen polislerin, emniyet müdürlerinin yargılanması için tek adım atmadı. Parti içinde birileri de bu cinayetin aydınlatılması için oluşturulan heyetlere falan katıldılar, en ufak yararı olmadı. İşte, o mâlum duvar, hani tek tuğla çekilirse yıkılır denen devlet duvarı, dikiliverdi karşımıza.

“DİNK CİNAYETİNİN SAHİCİ SORUŞTURMASI BU ÜLKEDE DEPREM YARATABİLİRDİ”

Kamu görevlilerin yargılanması kamuoyunda bir umut yaratmıştı. Cinayetin ilk zamanlarında, Ergenekon iddianamelerinde olanlar silinip gitti… Bu yargılama vicdanları rahatlattı diyebilir miyiz? Sizce eksik bırakılan ne oldu?

Kimde ümit yaratmıştı? Bu öyle bir zamanda, öyle açık belli edilen niyetle yapıldı ki, en ufak ümide kapılmadık. Son girişimin tek amacı, hadiseyi bütünüyle Fethullahçılara yıkmaktı. Ama ilk adımda anlaşıldı ki, bu mümkün değildir. En azından, Fethullah teşkilatıyla alâkasız birtakım devlet görevlilerinin de başını yakmak gerekecek. Dolayısıyla geri basıldı. Hrant Dink cinayetinin ve, hep tekrarlıyorum, meselelerin aydınlanması açısından daha önemlisi, cinayet ertesinde soruşturmaların engellenmesi, esas karar vericilerin gizlenmesi sürecinin sahici soruşturması bu ülkede deprem yaratabilirdi. Artık her şey öylesine kanıksandı ki, bugün her şey ortaya çıksa herhalde karşılaşacağımız tepki “Şaşırdık mı? Hayır” falan olur.

Siz Hrant Dink’in en yakın dostusunuz. Bu süreç, bugün hâlâ adaletin yerini bulamama hali sizi nasıl etkiliyor? 13 yıl oldu ve hâlâ adalet adına bir yol alınamadı. Bu sürede en çok zorlandığınız anlar ne zamanlar oldu? Bizimle paylaşacağınız bir anınız var mı?

Ben Hrant’ın yakın dostlarından biriyim; en yakın dostu değilim. Olsaydım keşke, ama böyle demek benden daha yakın dostlarına haksızlık olur. Paylaşabileceğim tek anı yok. Seçmek imkânsız. Burada da söyleyeyim: Hrant öldürüldükten sonra benim içinde yaşadığım ülke ve toplumla ilişkim artık başkadır. Böyle birkaç eşik var hayatımda. Biri de 7 Haziran 2015 ertesidir. Bunların travmasını ölçüp biçecek sükûnet ve olgunluğa sahip değilim. Cinayetin örtülmesi süreci, Trabzon tribünlerinde beyaz bereler giyilmesiyle falan birleştiğinde akla çok korkunç şeyler getiriyor. Devletin esas istihbarat teşkilatının mahkemeye “elimizde bilgi yok” demesinden daha büyük hakaret olur mu, bilmiyorum. Biz de o hakareti yedik, oturduk. Eğer o esnada birileri “böyle rezalet olur mu!” diye ayağa kalksaydı, bugün bambaşka bir ortamda yaşıyor olurduk. Bu cinayet ve ertesi, benim için, buradaki birçok şeyden umudumun tükenişi anlamı taşır.

‘GÜYA RADİKAL MUHALİF ZEVAT BİR YANDAN, ETYEN GİBİLER ÖBÜR YANDAN, CANIMIZA OKUDULAR’

Hrant’ın Arkadaşları da birçok suçlamayla karşılaştı. Örnegin, Etyen Mahçupyan’ın “Hrant’ın parazitleri” yazısı… Tıpkı dava gibi Hrant’ın Arkadaşları da dönemin siyasi gelişmelerine göre yakıştırmalara maruz kalabildi. Bu çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Ne diyeyim… Hrant’ın ailesinin kararıyla yazılan slogan ve açılan pankartın arkasında yürümeyi bile kendine yediremeyen, duruşma önlerine gelmeye bin rica minnetle ancak tenezzül eden, onda da kendini ayırmaya çalışan güya radikal muhalif zevat bir yandan, Etyen gibiler öbür yandan, canımıza okudular süreç boyunca. Oysa Hrant’ın Arkadaşları, birine “kimmiş lan bunlar, say bakalım” desen ilk elde sayacağı isimlerin hemen hiçbirini içermeyen, kendi içinde farklı siyasi tavırlara sahip bir grupçuk insan. Ama burada bile katiller, onları kollayanlar bir yana bırakılıp bu grupçukla uğraşılabildi. “Yetmez Ama Evet” meselesiyle özdeşleştirdiler. Oysa, zaten sekiz-on kişiyiz, hayır demiş olan da var, evetçi de var, boykotçu da var o vakit. Türkiye böyle bir yer. Şu andaki iktidar koalisyonunun, failler koalisyonunu saklayıp cinayeti sırf Fethullahçılara yıkmaya çalışması gibi, muhalif cephe de kim nereye çekerse oraya gider bir “Hrant’ın Arkadaşları” tanımı buldu, onunla oynamayı tercih etti, cinayetle ve ertesindeki örtbas etme rezaletiyle uğraşacağına. Tabii, tukaka ettiğiniz birileri uğraşıyorsa, sizin o meseleyle uğraşmamanız meşrulaşıveriyor.

’19 OCAK’TA AÇILAN PANKARTA, ATILAN SLOGANA BU KADAR KARIŞMIYORLARDI, ŞİMDİ KARIŞIYORLAR’

Bugün STK’ların daha az hareket alanı var. Siz de Hrant’ın Arkadaşları olarak benzer bir alan daralması yaşıyor musunuz?

Bizim herhangi bir alanımız yok ki. 19 Ocak’larda anmayı tertiplemeye çalışıyoruz, bazen de konumuzla ilgili bazı ufak girişimlerimiz, faaliyetlerimiz oluyor, o kadar. Daralma bâbından şunu söyleyebilirim: 19 Ocak’larda açılacak pankarta, atılacak slogana bu kadar karışılmıyordu, şimdi karışılıyor. En ufak 1915 imâsına bile izin vermeyeceklerini tekrarlayıp duruyorlar. Bir de, eskiden beri yaptıkları kirli sabotajları sürdürüyorlar. Duruşma önlerinde, konuşma yapılacağında bir yerlerden bir siren açılırdı bazen, ses duyulmazdı. Bunu 19 Ocak’ta da yaptılar, tam konuşma başladığında ambulans sireni başladı, konuşma biterken kapandı.

‘HRANT’IN CENAZESİ, KENDİLİĞİNDEN MEYDANA GELMİŞ BİR KALABALIĞIN VİCDANİ İSYANI GİBİYDİ’

Önümüzdeki 19 Ocak Hrant Dink’in öldürülmesinin 14. yılı. 13 yıl önce 100 binler Agos’un önüne akmıştı. O insanlar bugün çok çok azaldılar… Azaldılar mı yoksa hâlâ aynı yerdeler ama başka korkular mı engel olur oldu? Yoksa unutuldu mu?

“Yüz binler” akmadı hiçbir zaman. Hrant’ın cenazesi, Türkiye için, o zaman için muazzam bir olaydı. Eşi benzeri olmayan, kimsenin örgütlü çabasıyla oluşmamış, kendiliğinden meydana gelmiş bir kalabalığın vicdani isyanı gibi bir şeydi. Ama yüz bin civarında insan vardı cenazede. Bu sayı birilerinin ağzında önce iki yüz bine, sonra “yüz binler”e terfi ettirildi. Gerek yok. Olan, zaten muazzam bir şeydi. Ve bu kalabalık şimdiye kadar vardı da bugün azalmadı. Duruşma önlerinde bir süre, elbette on bin kişi değil, ama bazen beş yüz-bin arası insan toplanabildi. Bu da önemli ve yüksek sayıdır. Üstelik Türkiye ölçülerinde uzun sayılabilecek süre orada insanlar toplandı. Tabii zamanla, devletin sündürme politikası başarılı oldu, ilgi dağıldı.

13 yılı tek bir cümleyle özetleyin desem -biliyorum çok zor ama yine de sormak istedim- ne dersiniz?

Dön dolaş aynı şey.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram