Türkiye’de gençliğin tarihi

Türkiye'de Tanzimat'tan 'Gençliğe Hitabe'ye, 80 sonrasının apolitik gençliğinden Z Kuşağı'na gençlik algısının uzun bir tarihi var. Bugünün gençleri teknoloji ile iç içe, bilgiye çok hızlı ulaşan, eğitimli, biraz sabırsız bir kuşak. Peki onları gerçekten dikkate alıyor, herhangi bir konuda fikirlerini soruyor muyuz?

FİRDEVS CANBAZ YUMUŞAK 01 Ağustos 2021 GÖRÜŞ

Gençlerle ilişkilerimiz nasıl; gerçekten hep söylenegeldiği gibi gençleri mutlu bir geleceğin mirasçıları olarak mı yoksa var olan düzene bir tehdit olarak mı görüyoruz? “Akıl yaşta değil baştadır” desek de gençleri gerçekten dikkate alıyor, herhangi bir konuda fikirlerini soruyor muyuz? Millennials ya da Y kuşağı (1981-1994 yılları arasında doğanlar) birer Z kuşağı bireyi olan çocuklarının kendilerinden ne kadar farklı bir zamanda yaşadıklarının, zamanın ve mekanın şartlarının ne kadar hızlı değiştiğinin farkında. Bugünün gençleri teknoloji ile iç içe, bütün kabulleri sorgulayan, bilgiye çok hızlı ulaşan, eğitimli, biraz sabırsız, dünyada olup bitenlerle sürekli ilişkide ve bir o kadar da gelecek kaygısı içinde yaşayan bir kuşak.

Gençlik de çocukluk gibi öteden beri var olan doğal bir olgu değil, tarihsel bir kurgu. Modernlikle birlikte bir toplumsal kategori olarak ortaya çıkmış ve tarihte hep yeni kurulan toplumların sembolü “gençlik” olarak seçilmiş. Hakan Yücel ve Demet Lüküslü 2000’li Yılları Gençlik Üzerinden Okumak (2013) adlı derlemede gençlik ve gelecek arasındaki bağı şöyle tanımlarlar: “Modernliğin geleceği inşa etmeyi ve eğitim sistemi üzerinden aydınlık yeni kuşaklar yetiştirmeyi hedefleyen bakış açısı içinde gençlik ‘müstakbel vatandaşlar’, bir başka deyişle geleceğe hakim olmanın yolu olarak görülmüştür. Modern ulus devletler milli eğitim sistemleri aracılığıyla kafaları, ruhları ve bedenleri üzerinden geleceğin yurttaşlarını şekillendirmeyi hedeflemişlerdir.” Demet Lüküslü, Batılılaşma hareketleri ile eski gücüne kavuşmaya çalışan Osmanlı’nın eğitim ayağı ile Batı tarzı modern okullarda okuyan yeni bir genç tipi yarattığını ve yaratırken de gençliği, Osmanlıyı çöküşten kurtarmak ve eski gücüne geri dönmesini sağlamak misyonu yüklediğini belirtiyor ve gençliği eğitimli olmakla, aydın olmakla tanımlayan bu bakış açısına “gençlik miti” adını veriyor: “Kökleri 19. yüzyıla dayanan bu gençlik miti önce Jön Türk kuşağı, sonra Osmanlının son kuşağı Cumhuriyeti kuran kuşak ve ardından da 1980’lere kadar gelen Cumhuriyetin tüm kuşakları tarafından benimsenmiş, içselleştirilmiştir. Dikkat edilirse bu kuşakların hepsi her ne kadar birbirinden farklı özellikler gösterseler de hepsi gençliğe verilen siyasal misyonu, vatanı kurtarmak misyonunu benimsemişlerdir.”

Orhan Koçak da gençlik miti tanımına katılıyor: “Ebedi gençlik arayışı Gılgamış’a kadar gidiyordur herhalde; ama daha özgül, daha anlamlı bir tarih vermek gerekirse Fransız devriminin burada da bir eşik olduğunu söyleyebiliriz, başka birçok şey gibi ‘gençlik miti’ de Napolyon ordularıyla yayılmışa benzer. Marx/Engels 1830’ların Genç Almanya çalkantısının içinden çıktılar, Genç Hegelciler olarak. Aynı tarihlerde Japonya ve Arjantin’den Danimarka’ya kadar her yerde genç sıfatını üstlenen reformcu/devrimci hareketler belirdi. Genç Sicilyalılar. Bir 30-40 yıl sonra Jön Türkler geldi, daha sonra İttihat ve Terakki’ye doğru evrilirken belli bir kaşarlanma da geçirmek üzere”.

GENÇLİK TARTIŞMALARI NE ZAMAN BAŞLADI?

Osmanlı’da gençlik tartışmaları Tanzimat’la başlamıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi’nin öncü olduğu Osmanlı’nın ilk muhalif entelektüel hareketi Genç Osmanlılar ya da Yeni Osmanlılar’ın amaçları çöküşe doğru giden devleti kurtarmaktı. Genç Osmanlılardan etkilenen Jön Türkler de yine Avrupa’ya eğitim için giden öğrencilerden oluşan bir grup entelektüeldir. Jön Türkler, yenilik ve terakki isteyen genç Osmanlılara Avrupalılarca takılan bir isimdir. Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra bu akımlar güçlendiği için bu tarz söylemler oldukça sıklaşmış, muhalif kesimlere her dönemde buna benzer isimler kullanılmıştır. Bu arada artık “Young Turks” dünya literatürüne de giren bir kavram olmuştur. İlk olarak 1920’lerde Amerikan İngilizcesinde, düzene meydan okuyan belirli bir Amerikan senatör sınıfını tanımlamak için bir deyim olarak ortaya çıkmış. Şimdilerde ise reformist, devrimci, otoriteye boyun eğmeyen kişi anlamlarıyla Jön Türk “devrimci, yeni fikirleri olan ve bunları hayata geçirmek için sabırsızlanan” anlamında İngilizce bir deyim olarak kullanılıyor.

GENÇLİK: HAZİNE

Gençlik, Farsça kökenli bir kelime olup “hazine” anlamına gelir. Bu da geleneğimizde gençliğin insan ömrünün en kıymetli dönemi olarak algılandığını ve bu doğrultuda değerlendirilmesi gerektiğine inanıldığına işaret ediyor. Divan edebiyatında “Yaşnameler” ve “Nasihatnameler” bu konuda zengin bir birikim sunuyor. Osmanlı’nın son dönemlerindeki Osmanlıyı kurtarma çabalarına ve Batılılaşma tartışmalarına bakılacak olursa, yazar ve entelektüellerin yatırımlarını ve planlarını daha çok gençler üzerine yaptıkları görülür. Bütün bir Tanzimat romanında Felatun, Ali ve Bihruz gibi roman kişileri üzerinden gençlerin Batı ile ilişkileri sorgulanır ve gençlerin nasihata ihtiyacı olan yönlendirilmeye muhtaç bir sosyal grup olduğunun altı çizilir. Tabii bu arada Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar incelemesinde yaptığı alegorik okumada babanın Osmanlıyı oğulun da Tanzimat aydınını temsil ettiğini de hatırlatalım. Dönem romanlarında “yanlış Batılılaşmaya maruz kalan”ların çoğunlukla erkekler olduğunu da. Ahmet Mithat’ın Felsefe-i Zenan’ı (1869) ve Diplomalı Kız’ı (1889) gibi “genç kızlara yol gösteren” zamanına göre çok erken birkaç feminist metin de var. Fatma Aliye’in Refet’i (1898), Halide Edip’in Sinekli Bakkal (1936) ve Reşat Nuri’nin Çalıkuşu (1922) romanları da yine genç kızlar, onların eğitimi ve meslek edinmesi bağlamında daha sonraki tarihlerde yayımlanan dikkat çeken romanlar.

EDEBİYATIN İDEALİST GENÇLERİ

Mehmet Akif’in Asım’ı, Tevfik Fikret’in Haluk’u, Ali Kemal’in Fetret’i (1911) idealize edilen ve hayali kurulan gençliği yansıtan önemli örneklerdir. Milli Edebiyat akımının öncüsü ve Yeni Lisan hareketinin savunucuları Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp de çıkardıkları derginin adını Genç Kalemler olarak değiştirmişler ve yenilik iddialarını genç olmakla ilişkilendirmişlerdir. Öte yandan milliyetçi çizgide üretilen yayınlarda kadınların dejenerasyona en açık grup olduklarının hep altı çizilir. Ömer Seyfettin’in “Bahar ve Kelebekler”i (1911), Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye (1931), Sözde Kızlar (1922) romanları, Müfide Ferit Tek’in Pervaneler’i (1924) genç kızlara güvenmeyen mutlaka kontrol altında tutulmaları, güdülmeleri gereken bir kitle olduklarını imliyor. 1980 sonrası yayımlanmaya başlayan aşk ve hidayet romanlarında da yine kadınlar, erkeğin eliyle hidayete eren dejenerasyona açık kimlikler olarak görülüyor. Genç erkekler ise idealist, lider ve özne konumunda.

Cumhuriyete geçiş döneminde de aydınlar gelecek tasavvurlarını daha çok gençler üzerine yazdıkları metinler üzerinden şekillendirmişlerdi. Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”si (1927) Cumhuriyet idealini ve gençlere yüklenen anlamı yansıtan önemli bir metindir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren beden eğitimi ve spor derslerinin müfredata dahil edildiğini biliyoruz. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ile spor ile “cumhuriyet ideali ve gençler” arasında kurulan ilişki de iyice kuvvetlendirilmiş olur. Lüküslü’nün de ifade ettiği gibi “Modern ulus-devletler milli eğitim sistemleri aracılığıyla kafaları, ruhları ve bedenleri üzerinden geleceğin yurttaşlarını şekillendirmeyi hedefler”, sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ilkesiyle hareket edip sporun gençlerin hayatına resmi bir sekilde dahil edilmesini amaçlar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kanonik eserlerinden Ankara (1934) romandaki ideal kadın Yıldız’ın “sporun rasyonel usulleri sayesinde bünyesi gibi ahlâkı da sıhhatli ve faziletli bir inkişafa doğru feyz alıp gitmekte”dir. Son derece aktif, enerjik bir genç kız olan Yıldız’ın en büyük aşkı spordur.

CUMHURİYETİN ‘YILMAZ BEKÇİSİ’ OLARAK GENÇLER

Türkiye’de gençlik sosyolojisi çalışmalarına dair bibliyografik bir değerlendirme yapan Ömer Miraç Yaman, 1923-1950 arası ilk dönemdeki yayınların eğitim bilimleri çerçevesinde değerlendirilebileceği ve “gençliği terbiye etmeye dönük, adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde örülen, yeni kurulan Cumhuriyet’in milli hedeflerini önceleyen ve bunları gençlere aktarma gayretinde olan, kimi zaman gençleri ‘zararlı’ düşünce ve fikirlere karşı teyakkuz halinde olmaya çağıran, ‘tehlikeli fikirler’ yerine gençliğin ne yapmasını, neye inanmasını, nasıl davranmasını öğütleyen çalışmalardan oluştuğunu” belirtir ve bu yıllarda büyük oranda “Cumhuriyetin temel hedeflerine kararlı bir şekilde bağlı, çoğu zaman Cumhuriyet’in ‘yılmaz bir bekçisi’ olarak motive edilen bir gençlik imgesinin öne çıktığını” aktarır. Aslı Güneş de “Kemalist Modernleşmenin Adab-ı Muaşeret Romanları: Popüler Aşk Anlatıları” adlı tezinde (2005) Cumhuriyet dönemi popüler aşk romanlarının, “medenileşme seferberliğinde ‘kılavuz’ rolünü üstlen”diklerini ifade etmiş ve bu romanların, “Kemalist modernleşmenin ideal yurttaş tanımındaki ‘makbul davranışlar’ dizgesinin en stilize biçimde dile getirildiği metinler” olduğunu söylemişti. Milli edebiyat döneminin ardından Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yayımlanmaya başlayan popüler aşk romanlarında o dönemde de gençlere, özellikle de genç kızlara “makbul vatandaş” nasıl olunur eğitiminin verildiği söylenebilir. Dans etmeyi, piyano çalmayı, sofra adabını öğrenen ve modern kıyafetlerle karşımıza çıkan ulusal kimliğe uygun bu “ideal kadın” imgesinin Yeşilçam Sineması’nda bolca örneğini görürüz.

Resmi ideolojiye alternatif bir nesil yetiştirme iddiasıyla Büyük Doğu dergisinde çıkan yazıları ve 1960’lı yıllardan başlayarak 1980’lere kadar devam eden Milli Türk Talebe Birliği’nde verdiği konferanslarıyla Necip Fazıl, ideolojisini büyük ölçüde yansıttığı İdeolocya Örgüsü’nde ve pek çok şiirinde genç kuşakta milli ve İslami bir duyarlılık oluşturmaya çalışır. Necip Fazıl, 1975’te “Gençliğe Hitabe” adlı alternatif bir metin de yayımlamıştır.

80 SONRASININ ‘APOLİTİK’, ‘VURDUMDUYMAZ’ GENÇLERİ

1970’lerin sonunda farklı siyasal projelerin çatışması ve ardından gelen 12 Eylül 1980 askeri darbesi, çözümü tüm toplumu siyasetten uzaklaştırmakta, toplumu depolitize etmede bulmuştur. Gençler 1980 sonrasında “sessiz bir kitle” haline dönüşmüş ve bu da gençlerin pek çok eleştiriye maruz kalmalarını beraberinde getirmiştir. “Hiç şüphesiz 1980 sonrası kuşak olarak adlandırdığımız kuşak, Cumhuriyet’in tüm kuşakları (hatta kendi kuşakdaşları) tarafından eleştirilere uğrayan, ‘apolitik’, ‘depolitize’, ‘bencil’, ‘kayıtsız’, ‘vurdumduymaz’ bir kuşak olarak çoğunlukla olumsuz bir şekilde nitelendiriliyor ve bu kuşaktan bahsedilirken önceki kuşaklar ile bir kopuşa gönderme yapılıyor.” diyen Ferhat Kentel “Günümüz gençlerinin ‘eski’si gibi olmadıkları vurgulanırken ve onlara eleştiri getirilirken, aslında onların artık eskisi gibi ‘siyasal bir kategori’ olmadıklarından bahsediliyor” diyerek toplumun gençlerden beklentisinin altını bir kere daha çiziyor. Hakan Yücel ise 1980 ile gençlik mitinin kırıldığını, çünkü siyasal merkezin gençlerin siyasi alana hiç girmemesinin daha iyi olduğuna karar verdiğini ve gençlerin, gençliğin tümünün bir potansiyel tehdit olduğu anlayışının yaygınlaştığını ifade ediyor. Bu tarihsel süreç içinde geldiğimiz noktada toplumda “gençlik bir tehdit bir risk grubu olarak algılandığından ister istemez gençlerin sorunlarına değil ‘gençlerin neden oldukları sorunlara’ odaklanılmaktadır (2000’li Yılları Gençlik Üzerinden Okumak).

Lüküslü’ye göre, 80 sonrası gençlik “vurdumduymaz ya da kayıtsız değil, tam tersine sorunlardan ve yaşananlardan kaygılı”dır ve yaşanan bu durum aslında bir “apolitizm”den ziyade “pasif bir direniş”e karşılık gelmektedir. Gençler var olan siyasi düzen içinde bir değişiklik yapılabileceğine inançlarını yitirmişlerdir. Gençlerin kendilerine, siyasete, dine, aile hayatına ve gelecek tasarımlarına dair farklı değerlendirmelerle örülen saha bulguları da Lüküslü’nün iddiasını doğrular nitelikte bir gençliğin varlığına işaret etmektedir.

BUGÜN GENÇLERİ BİR ARAYA GETİREN NE?

Farklılıkları bir yana Türkiye’de bugün gençleri bir araya getiren ortak bazı sorunlar ve kaygılar vardır. Eğitimde fırsat eşitsizliği, yoksulluk, işsizlik, gelecek endişesi, siyaset kurumundan rahatsızlık bunların başında geliyor. Ayrımcılık Kürt gençlerin en önemli sorunu olarak öne çıkıyor. Rawest Araştırma’nın Yaşama Dair Vakıf (YADA) ve Kürt Çalışmaları Merkezi ile birlikte yürüttüğü “Kürt Gençler’20: Benzerlikler, Farklar ve Değişimler” raporuna göre her 10 gençten 7’si ayrımcılık deneyimi yaşadığını paylaşıyor. Rapordaki bulgular, gençlerin eski kalıp yargılarla değerlendirilemeyeceği ve gerek Türkiye’deki gençlerin genelinin gerekse Kürt gençlerin farklılıklarının sivil toplum, siyaset ve politika yapıcılar tarafından göz önünde bulundurulması gerektiğini gösteriyor. Hakan Yücel de 2015’te yapılan söyleşide son olarak şunları söylüyor: “Bugünün gençliği farklı bir gençlik: çok kitap okumuyor ama internet üzerinden okuma yapıyor; siyasal partiye girmiyor ama sivil toplum kuruluşlarına giriyor ya da enformel örgütlenmelere giriyor, hem meydanlarda hem sosyal medyada eylem yapabiliyor, kendi bireysel deneyimlerinden hiç ödün vermiyor ama toplumsal duyarlılık taşıyor.”

GENÇLİK BİR MİT Mİ?

Sonuç olarak modernleşme ile birlikte toplumsal bir grup olarak algılanmaya başlanan, ulus devletler sürecinde eğitilerek kendisinden reformlarla kurtarıcılık görevi beklenen, ehlileştirilme süreci hiç bitmeyen ve zamanla otorite için bir tehdite dönüşen ve pasifize edilen ve son olarak da sadece sorunlar yumağı olarak algılanan bir gençlik ile karşı karşıyayız. Gençliğin bir mit olup olmadığı sorunsalı bir yana, gençleri sorun oluşturan bir grup olarak görmeyi bırakıp onların sorunlarıyla ilgilenmeye başlamak en acili gibi görünüyor. Gençliğin dinamiklerinin yeniden düşünülüp onlara bir kurtarıcı sınıf, geleceğin mirasçısı, vatanı kurtarma misyonu yükleme “kolaycılığını”nı bir kenara koyup onların hayatını daha verimli hale getirecek zemini hazırlamak adına politikalar geliştirilmesi gerektiği görülüyor. Z kuşağının hayattan beklentisi ile ilgili şu ifade onları biraz anlatıyor sanki: “Bana balık verme, balık tutmayı da öğretme, kendim öğrenirim. Sen bana temiz bir deniz bırak ve tuttuğum balığı elimden alma yeter.” Küçük yaşlardan itibaren birer birey olarak algılanması gerektiği halde anne babalarının birer uzantısı olarak görülen gençlerin büyümelerine izin verilmemesi, ülkenin büyük bir aileye dönüşmesi ve baskıcı bir baba tahakkümü ile yönetilmesi sorunları çözümsüz hale getiriyor. Öte yandan “derin yoksulluk”, cinsiyete, ırka, toplumsal sınıfa yönelik ayrımcılık içine doğmuş ve yaşından çok önce büyümek zorunda kalmış bir başka gençlik de söz konusu. Eğitim hayatını tamamlayamadan geçim sıkıntısı ile boğuşmaya başlayan, hak ve özgürlükleri için mücadele etmek zorunda kalan, zamanın ruhunu yakalayabilmesi için sahip olması gereken olanakların çok uzağına düşmüş olan gençler, gençlerimiz… Dinleye dinleye konuşa konuşa çözüme yürümeyi hayal ediyorum.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram