Turkey Tribunal Koordinatörü Lanotte: Türkiye’de işkence sistematik

Turkey Tribunal Koordinatörü Johan Vande Lanotte, Türkiye’de işkencenin “sistematik bir durum” olduğunu belirterek, “Gülen hareketinden ve Kürt hareketinden gelen kişiler özellikle hedefleniyor. 3 binden fazla işkence iddiası varsa bunun bir sistematik durum olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” dedi.

KRONOS 23 Eylül 2021 GÜNDEM

İsviçre’nin Cenevre kentinde kurulan Turkey Tribunal (Halk Mahkemesi) Koordinatörü Johan Vande Lanotte, Türkiye’de insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili sunumunda dikkat çekici bilgiler verdi, önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye’de yaşanan işkence ve diğer suçları “İnsanlığa Karşı Suç” başlığıyla raporlaştıran Lanotte, Belkiça’da üç dönem Başbakan yardımcılığı görevinde bulunmuştu. Avrupa’nın önemli insan hakları savunucularından biri olarak öne çıkan Lanotte’e göre Türkiye’deki işkence ve diğer insanlığa karşı suçlar, tesadüfen gerçekleşmiyor, tersine, sistematik, belki bir düzen içerisinde belli gruplara uygulanıyor.

Sunumunda, “Bu işkence olguları ve zorla kaybetmeler acaba insanlığa karşı suç oluşturabilecek bağlamsal nedenleri oluşturuyor mu?” sorusunu soran Johan Vande Lanotte, “İnsan haklarının ihlalleri vardır ama bu insanlığa karşı suçlarla aynı değildir. Uluslararası anlamda bu durumlar ağır ihlal olarak nitelendirilir. Bizim durumumuzda bunlar, işkenceler, zorla kaybetmeler ve kaçırmalar vardır. Bu nedenle uluslararası toplum bu ihlallere karşı harekete geçmelidir ve geçmek zorundadır” dedi.

Turkey Tribunal’in, Türkiye Cumhuriyeti tarafından onaylanan insan hakları sözleşmeleri ve uluslararası hukukun genel ilkelerini saygıyla karşıladığını kaydeden Lanotte, “Türkiye, Roma Statüsünü onaylamamıştır ve imzalamamıştır. İnsanlığa karşı suçlar, uluslararası tehammül hukukunun bir parçasıdır ve dolayısıyla Tribunal’in de yargı yetkisi altındadır. Biz burada en katı kategorileri uygulayacağız” yorumunda bulundu.

Prof. Dr. Johan Vande Lanotte, Turkey Tribunal Koordinatörü

‘İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE İLE İNSANLIĞA KARŞI SUÇ AYNI DEĞİL’

Lanotte’un sunumundan öne çıkan başlıklar şöyle:

“İşkence ve zorla kaybetmelerde ilk önce saldırı var mı ona bakacağız. Bu davranış biçiminin varlığını tespit etmemiz gerekiyor. Bu operasyonun ve saldırı biçiminin bir sivil topluma karşı yapılması gereklidir. Bu operasyonun bir örgüt ya da devlet politikası bağlamında gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir davranış biçimi tek izole eylemleri yakalamak için yapılmamıştır. Rastgele eylemlerin bir toplamının aksine bir dizi ve genel olay akışını tanımlar. Yani, bugün bir işkence eylemi ile karşı karşıyaysak ve hiçbir bağlantı olmaksızın 2 ay sonra yeniden bir işkence eylemi ile karşılaşırsak ve başka bir yerde hiçbir bağlantı olmaksızın 1 ay sonra yine başka bir işkence olursa, bu işkence ne kadar kötü olursa olsun insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanamaz. Çünkü, bu hareketler arasında bağlantı yoktur. Bu eylemler arasında bir bağlantı yoktur. Bizim için burada bağlam son derece önemlidir.”

‘GÜLEN HAREKETİNDEN VE KÜRT HAREKETİNDEN GELEN KİŞİLER ÖZELLİKLE HEDEFLENİYOR’

“Darbeden sonra kısa bir süre vardı. O sırada insanlar kızgın ve sinirliydiler. O zaman kolluk kuvvetleri spontane hareket etmiş olabilirler. Bunun kabul edilebilir bir şey olduğunu savunmuyorum ama burada bir bağlam var. Burayı insanlığa karşı bir suç olarak nitelendiremeyiz. Çünkü burada birden bire spontane bir tepki olabilir. Burada raporlarda, tanıklıklarda anlatıldığı üzere işkence olayları bireyler tarafından yapılmış rastgele eylemler olarak göremeyiz. Burada bir davranış biçimi görüyoruz. Bunun sistematik bir eylem olduğunu görüyoruz. Bunun için sadece belirli bir grup hedefleniyor ve örüntüsünün ne olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Gülen hareketinden ve Kürt hareketinden gelen kişiler özellikle hedefleniyor. Bunlar rastgele gerçekleşen olaylar değil. Bu işkence sayılarında ise aşırılık durumu mevcut. 3 binden fazla işkence iddiası varsa bunun bir sistematik durum olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”

‘95 VAKADA AYNI ÖRÜNTÜ YAŞANIYORSA BURADA SİSTEMLİ BİR OLAY VARDIR’

“Bu durum zorla kaçırma olaylarında daha kolay. Kaçırma eylemi tesadüfi olamaz. Bu birden bire olan bir şey değildir. Birkaç polis memuru organize olarak hareket etmiştir ve götürecekleri yeri belirlemişlerdir. Yoğun bir hazırlık gereklidir. Karşılaşılan 95 vakada her seferinde aynı örüntü yaşanıyorsa burada sistemli bir olay vardır. Ve bu olaya maruz kalan kişilerin neredeyse tamamı Gülen hareketine mensup kişilerdi.”

‘DEVLET TARAFINDAN DESTEKLENEN BİR DAVRANIŞ OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ’

“Sorulması gereken soru şu: Bu davranış biçimi bir örgüt ya da devlet politikasına uygun olarak mı yapılıyor? Burada örgütü bir yana bırakalım. Burada devletin sorumluluğundan ve devlet politikasından bahsediyoruz. Burada dikkatle organize edilmiş, düzenli bir örüntü model izlendiğini görüyoruz. Kamu veya özel kaynakları içerdiğini görüyoruz. Diğer taraftan devlet tarafından desteklenen bir davranış olduğunu görüyoruz. Bize göre, devlet farklı güç seviyelerinde aktif olarak bir işkence ve insan kaçırma politikalarını desteklemiş ve teşvik etmiş olması gerek. Bu bir gereklilik değil ama politikanın bir yerinde açıkça konmuştur. Burada çok net alarmlar vardı. Uluslararası kurumların açık uyarılarına rağmen yasa koyucu hükümete karşı gelen herkesi terörist olarak nitelendirmeye başladı.”

ERDOĞAN’IN ORHAN İNANDI FOTOĞRAFI: ‘BUNLARI YAKALAYABİLİRİZ, BU KİŞİLERE İŞKENCE EDEBİLİRİZ’ DEDİ

“Bunun için sizlere bir fotoğraf göstermek istiyorum. Fotoğrafta Orhan İnandı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyoruz. Kendisi Kırgızistan’dan kaçırılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu fotoğrafın gösterildiği bir basın toplantısı düzenliyor. ‘Evet, Orhan İnandı’yı büyükelçiliğimiz sayesinde yakaladık. Kendisini Türkiye’ye getirdik’ diyor. Bu demecin hemen ardından ‘Hepsini yakalayacağız’ demiştir. Daha önemlisi, Orhan İnandı, o fotoğrafta elini tutuyor. Bir adli doktor hemen ‘Bu insan işkence görmüş’ dedi. ‘Bu kesinlikle işkence görmüş, kolu 3 farklı yerden kırılmış ve ameliyat gerektirir’ dedi. Ve burada Erdoğan’ın gösterdiği, ‘Biz bunları yakalayabiliriz, bu kişilere işkence edebiliriz ve siz buna karşı hiçbir şey yapamazsınız’ mesajı vermekti. Bu gerçekten bir güç gösterisiydi. Kaçırmalar ve işkenceler konusunda bir güç gösterisi yapıldı.”

Turkey Tribunal Koordinatörü Johan Vande Lanotte, mahkeme heyetinden gelen soruları da yanıtladı. Sorular ve cevapları şu şekilde:

‘İŞKENCE YOK DİYECEKLER, DELİLLERE BAKMAYACAKLARDIR BİLE’

“Nitelikli bir işkence ve kaçırılma durumunu tanımlamaya ihtiyacımız var mı? Sizce Türkiye’nin insanlığa karşı işlediği suçlarına tepkisi ne olabilir? Türkiye’de insanlığa karşı suçlar işlenmekteyse acaba faillerin hesap vermesi için ne yapılabilir?”

“Evet, bence işkence ve kaçırılma durumunu tanımlamaya ihtiyacımız var. Çünkü, ulusal mahkemelerin kararlarını uygulama şekilleri başarısız olmuştur. İnsan hakları komitesi bu kaçırılan kişilerin serbest bırakılması gerektiğini savunmuştu. AİHM’de bu konuda bazı bildirilerde bulundu. Terörle mücadele kanunları insan hakları ile uygun değildir ama bu da bir işe yaramadı. Uluslararası topluluğun da buna bir karşılık vermediğini görüyoruz. Belirli bir tepkiye ihtiyacımız var. Ondan dolayı işkence ve kaçırılma durumunu tanımlamamız gerekmekte.

Türk hükümetinin savunması ilk olarak şu olacaktır: İşkence olmuyor, işkence yok diyeceklerdir. Delillere bakmayacaklardır bile. Yargıçlar bağımsız diyecekler ve olayların üstünü kapatacaklardır. Yapılan işkencelerin boyutlarını küçülterek anlatacaklardır. Çünkü yasal olarak hiç işkence olmadı diyemezler ama bunu da ‘’Dünyada birçok sorun var öncelikli sorun bu mu?’’ diyeceklerdir. Bu zaman kadar yaptıkları şeyler de bunu gösterdi. Bir şekilde uluslararası toplulukların ses çıkartması gerekiyor. Eğer bu olmazsa, Türk hükümetinin tutumu devam edecektir. Bu gerçekten de devletlerin uluslararası denetimin dışında hareket etmeleri için bir izindir. Türk devleti bütün bulguları küçültecektir.

Diğer sorunuzun cevabı ise, Türkiye dışında bazı mahkemeler var ve devam etmekte. Ama bunlar son derece spesifik vakalar. Türkiye içindeki yargıçlar da bunu kendileri yapabilirler ama bu şu an işlemiyor. Burada şu an çok iyi bir dosyamız var ve bunun öneminin gerçekten çok iyi bilinmesi gerekiyor. Dosyayı iyi betimlememiz gerekiyor.”

‘SİVİL BİR GRUBU SALDIRI ALTINA ALMAK OLARAK NİTELENDİRİLEBİLİR’

Sivil nüfusun bir bölümünü Kürtler veya Gülen Hareketi üyeleri şeklinde tanımlamamız gerekiyor mu? Gülen hareketi üyelerini nasıl açıklayabiliriz?

“Grupların algılanan siyasi bağlılığından söz edebiliriz. Burada algılanan şey çok önemli. Siz hedeflenen herkesi illa bu grubun bir üyesi olduğunu ifade etmeniz gerekmiyor. Bunun ispatlanması gerekmiyor. Ama hükümet, kendilerini bu grubun bir üyesi olarak algılıyorsa (Bank Asya veya Bylock kullanıyorsa) o zaman bu grubun bir üyesi olarak algılanmaktadır. Bu nedenle hedefleniyorlar. Bunu göz önünde bulunduruyorlar. Bu grubu kesin olarak tanımlamamız şart değil. Zaten bu mümkün de değil. Burada bir çifte sistem var ve bu durumu daha da zorlaştırıyor. 2013 yılından bu yana bu sivil grup bir şekilde hükümete karşı muhalefet halindeler. Ama onlar bu gruba üyeler ve hedef oluyorlar. Bu grup etnik kimliği sebebiyle veya oy vermedikleri sebebiyle saldırı altına alınmıştır ve bu da sivil bir grubu saldırı altına almak olarak nitelendirilebilir.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram