Tanrıdağlı, ‘Mülhem’ türkülerle döndü

Yeni albümü ‘Mülhem’i müzikseverlerin beğenisine sunan piyanist ve besteci Güldiyar Tanrıdağlı, birçok dizi ve filme yaptığı müziklerle de adından söz ettiren bir sanatçı. Tanrıdağlı, "Halk müziğinin evrenselleşmesi yolunda katkım olsun istiyorum" diyor.

SELAHATTİN SEVİ 23 Ağustos 2020 SÖYLEŞİ

Güldiyar Tanrıdağlı, “Mülhem” adlı çalışmasıyla bütün müzik mecralarında. FOTOĞRAF: EMRE KASAP

İlk albümü ‘Rachmaninov Anatolian Project’in ardından yeni albümü ‘Mülhem’i müzikseverlerin beğenisine sunan piyanist ve besteci Güldiyar Tanrıdağlı, birçok dizi ve filme yaptığı müziklerle de adından söz ettiren bir sanatçı. Türkiye’nin kültürel zenginliklerinden ilham alan, halk müziğinin dünya çapında yaygınlaşması ve evrenselleşmesine katkı yapan ‘Mülhem’de, çeşitli enstrümanların düzenlemelerinden oluşan üçü solo piyano için olmak üzere, yedi türkü yer alıyor. ‘Mülhem’, Tanrıdağlı’nın halk müziğini çoksesli yorumladığı serinin ilk albümü.

Uygur Türkü olan, anne ve babası Pekin’de aldıkları üniversite eğitiminden sonra 1987’de Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye taşınan Güldiyar Tanrıdağlı ile ‘Mülhem’i, sanatçılığını besleyen halk müziğini, eğitimini ve yeni projelerini konuştuk…

Sizi geniş bir kitle ilk albümünüz ‘Rachmaninov Anatolian Project’ ile tanıdı. Fakat 5 yılda üzerine çok şey koydunuz. Konserler, dizi ve film müzikleri… Geçtiğimiz günlerde çıkan ‘Mülhem’e gelene kadarki süreci anlatabilir misiniz?

Mozarteum’daki eğitimimi tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Kalan Müzik’te başladığım dizi ve film müziği besteciliğine bağımsız olarak devam ediyorum. Piyanistlik ve besteciliğin yanı sıra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarında eğitimci olarak görev yaptım.

‘Mülhem’de, çeşitli enstrümanların düzenlemelerinden oluşan üçü solo piyano için olmak üzere, yedi türkü yer alıyor. Bu türkülerin seçim öyküsünü anlatır mısınız? Hangisi daha çok heyecanlandırdı? Size eşlik eden müzisyenler kimler?

Türkiye’nin farklı bölgelerinden seçtiğim türkülerin ilk 7’sini yayınladım. Her köşesi ayrı kültürel zenginliklerle dolu, ilham veren, muhteşem topraklarda yaşıyoruz. ‘Mülhem’ adı da oradan geliyor; ilham alan… Elbette türkülerin devamı var, liste uzun. Ancak ‘çoksesli’ batı sisteminde düzenleme yaptığımdan öncelikle bu sistemde doğal yapısı bozulmayacak türküler seçmeye çalışıyorum. Türküleri yorumlarken aldığım keyfin yanında halk müziğinin evrenselleşmesi yolunda benim de bir katkım olsun istiyorum. Her bir türkünün yeri ayrı, kiminin sözleri –hikayesi, kiminin içinde barındırdığı armonik yapı– büyük zenginlik.

Albümde davulda Volkan Öktem, Bas gitarda Eylem Pelit, Gitarda Caner Özkan, Çelloda Selin Nardemir, Perdesiz gitarda Onur Özçelik, alto flütte Ayşen Bulut yer alıyor.

Mülhem’in ilk klibini bestesi merhum Ali Ekber Çiçek’e ait olan “Haydar Haydar” düzenlemesine çektiniz ve büyük bir ilgi gördü. Bu kadar büyük bir ilgi bekliyor muydunuz?

Ali Ekber Çiçek’in bağlama için bestelediği ‘Haydar Haydar ‘adlı muhteşem eserini piyanoya uyarlama düşüncesi yaklaşık iki yıldır vardı aklımda. Ancak vakit bulabildim. Bağlamadaki ihtişamından bir şey kaybetmemesine özen gösterdim, bundan sonrası için farklı fikirlerim de var ama öncelikle bağlama partisyonuna sadık kalarak uyarlama yapmak istedim. Nihayet bu düzenlemeyi tamamladım ve kaydettim. Ali Ekber Çiçek’in kızı sevgili Ebru Çiçek’in aramızda geçen telefon konuşmasında ‘Babam sizi tanısaydı çok severdi, sizin gibi üretken gençleri çok sever ve takdir ederdi’ demesi beni çok duygulandırdı.

 

Gelelim, ilk solo albümünüze. Rahmaninov’un eserlerini geleneksel Anadolu enstrümanlarıyla birlikte icra ettiğiniz Anatolian Project’e. Klasik batı müziği ve dansı eğitimi alan biri için köklerinizle müzikal anlamda ilk buluşma noktası mıydı?

Evet albüm olarak projelendirdiğim ilk çalışmaydı. Öncesinde piyano resitallerimde, oda müziği konserlerimde doğu-batı sentezi çerçevesinde bir iki parça seslendirirdim. O zaman da hep olumlu tepkiler gelirdi dinleyiciden. Gün geldi albüm haline getirme fırsatım oldu. Klasik müzik eğitimi uzun bir süreç. 10 yıl konservatuvar, üstüne yurtdışında yüksek öğrenim, konserler, film müziği derken albüm çalışmalarına pek vakit olmuyordu. Yurtdışından döndüğümde konservatuvarda üç yıl eğitimci olarak görev yaptım. Eğitimci olarak da müzik ve dansın bir arada olduğu projeler sahneledim. Dolayısıyla müzik ve dansın bir arada oluşu bende aileden temeli olan, eğitim süreciyle gelişen ve şekillenen bir birikimin sonucu.

‘Rahmaninov Anatolian Project’ daha çok tanınmanızı sağladı. Rahmaninov sizin ne ifade ediyor? Bir söyleşinizde sadece ismine takılarak tanıştığınızı ve satın aldığınızı söylüyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?

Rahmaninov klasik müzik dinleyicileri ve yorumcuları için önemli bir besteci. Prelüdleri, etüdleri, konçertoları derken piyanistlerin repertuvarlarında yeri büyüktür. Ben de lise yıllarından itibaren büyük hayranlıkla eserlerini çalışmaya başladım. Tanımam ise konservatuvardaki ilk yılımda (11 yaşındayken) oldu. Kıymetli piyanistimiz İdil Biret’in bir CD’sini görmüştüm müzik markette, adını o güne dek bilmediğim bir bestecinin 2. ve 3. konçertosunu kaydetmişti. Merak edip aldım, 2. Konçertonun daha ilk akorlarından itibaren büyülenmiş gibi dinledim. Zor bir eserdi, belli ki hemen çalamayacaktım. Konservatuvardaki mezuniyet konserimde orkestra ile seslendirmeyi hedefledim, sabırla çalıştım… Öyle de oldu 🙂 Hatta sonrasında İdil hanımla bu eseri çalışma fırsatım da oldu. Rahmaninov 2. Konçertonun bendeki hikayesi böyle ama başka eserlerinde de hissettiğim bir yakınlık, bir bağ var sanki. Tam olarak nasıl tarif edilir, aslen Uygur Türkü olduğumdan köklerimle bir bağ mı kuruyorum arada, bilemiyorum ama bu tür kökten bir yakınlık hissettiğim tek besteci desem abartmış olmam. Bu yüzden Anadolu enstrümanlarıyla yorumlama fikri doğal bir şekilde oluştu, müzik o fikre yönlendirdi beni. Bu doğallık dinleyiciye de yansıyor. Bunun örneği olarak bir konser hatırasından bahsedeceğim. Avrupa’daki ilk konserimiz (Avusturya Linz) sonrası bir dinleyici kulise geldi ve “Bu eserleri yıllardır severek dinlerim ama orijinal hallerini dinlememiştim, ne kadar büyüleyici” dedi. Albümün ilk konserinden sonra duyabileceğimiz en güzel cümlelerdi bunlar. Eserleri önceden bilen bir dinleyici olarak hiç yadırgamamış, öyle ki orijinalinin bu olduğunu düşünmüştü.

Eğitim ve kariyer için Avusturya’da da bulundunuz ki, klasik müziğin en önemli merkezlerinden biri. Avusturya size ne kattı?

Avusturya Mozarteum Avrupa’nın en önemli müzik üniversitelerinden. Bulunduğu şehir Salzburg, Mozart’ın doğduğu şehir, ismi de oradan geliyor. Konser piyanistliği bölümünde lisans, master ve postgraduate eğitimimi yaptım, iki yıl kadar da konserler dolayısıyla kaldım. Piyanistlik, yorumculuk, stil, Avrupa kültürünü yakından tanıma fırsatı… Orada geçirdiğim 8 yılda çok şey öğrendim, okulda farklı ülkelerden öğrenciler vardı, güzel arkadaşlıklar kurma şansım oldu. Kimileriyle Türkiye’de de onların ülkelerinde de konserler verdik. Sanatın evrenselliğini, sanatçı olarak ‘dünya vatandaşı’ olma durumunu o zaman daha iyi anladım. Bu da hayata bakış açınızı çok genişleten bir durum.

Master programında Film Scoring eğitimi de almaya başlayınca kariyerimde bugün yürümekte olduğum yol netleşmiş oldu benim için. Konser piyanistliğinin yanında üretim de yapmak istiyordum, ‘senaryoya-görüntüye müzik üretmek’ ise tam aradığım alandı. Kısacası Avusturya’da geçirdiğim yıllar bana çok şey kattı.

Dizi ve film müzikleri de yaptınız. Hangi çalışmalara imza attınız? Diziler, filmler, belgesel veya kısa filmler…

Son 2,5 -3 yıla bakacak olursak 4 film, 3 dizi, 6 belgeselin müzikleri ve müzik yerleştirmesini (scoring) yaptım. Son olarak Nebil Özgentürk’ün 11 bölümlük ‘Kadınımızın Hatıra Defteri’ adlı belgeselinin tüm özgün müziklerini besteledim. Pandemi sürecinde Mart ve Nisan aylarında Habertürk’te yayınlandı. Öncesinde Nihat Durak’ın ‘Babam’ ve ‘Kapı’ filmleri, dizilerden Vurgun, Kurşun, Koca Koca Yalanlar’ı sayabilirim. Yeni sezon için bir film bir de dizi hazırlığım var.

Dizi ve film müziklerini sanatsal kaygılarla mı ya da hayatınızı devam ettirmek için mi tercih ettiniz?

Beste yapma isteğim, çalışmalarım küçük yaşlardan itibaren vardı. Ancak kariyerimde bestecilik ‘dizi-film müziği besteciliği‘ alanında yer alıyor. Çünkü bir senaryoya, görüntüye müzik yapmaktan çok büyük keyif alıyorum. Evet iş alanı olarak da ülkemizde klasik müzik piyanistliğinden daha geniş bir alan bu. Ama öyle olmasa da çok severek yaptığım bir iş olurdu ‘film scoring’.

Anne tarafından dansçılığınız var. Çin’de eğitim alan annenizin yolculuğu bir anlamda sizin kariyerinizle devam ediyor. Anneniz Türkiye’ye ne zaman, ne vesile ile geldi? Nasıl tutundu? Size nasıl yol açtı?

Annem ve babam Pekin’deki üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra master ve doktora için (1987’de) İstanbul’a gelmişler. Sonrasında akademisyen olarak üniversite hayatlarını devam ettirdiler. Annemin edebiyat ve dans olmak üzere iki branşı var. MEB’e bağlı eğitim vermekte olan Art Akademik Bale Okulu’nun başında aynı zamanda. Bale okulu benim için harika bir zemin oldu, bale derslerimiz işin ehli hocalar ve piyanist eşliğinde yapılıyordu. Konservatuara girdiğim yıl bale ve piyano iki ayrı anasanat dalı olduğundan iki bölümü aynı anda okuyamazdım, birini tercih etmek durumundaydım. Tercihimi rahatça piyanodan yana kullanabilmemi yine bale okulumuza –anneme– borçluyum. Baleden vazgeçmeye hiç niyetim olmadı…

Klasik dansçı olmanızın müziğinize olan etkisini bir söyleşinizde biraz anlatıyorsunuz. Nedir bu etki, anlatır mısınız?

Klasik bale ve dans eğitimimin müzisyenliğime özellikle yorumculuğuma büyük katkısı oldu. Barok dönem olsun, klasik ve romantik dönem olsun, birçok besteci dans müziği bestelemiştir. Bu dansların adımlarını, nabzını, stilini biliyor olmak enstrüman icrasına büyük katkı sağlıyor elbette.

Yakın gelecekteki planlarınız arasında neler var? Neler bekliyor sevenlerinizi?

Dizi-Film müziği, Türkü düzenlemeleri, konser çalışmalarıma devam ediyorum. Dansın ve müziğin bir arada olduğu projeler de var kafamda. Zaman ve imkân bulduğumda onları da gerçekleştirmeyi diliyorum.