Taliban’ın İslam anlayışı nedir? Türkiye ile benzer yönleri var mı?

Taliban, Erdoğan hükümetine karşı bir bildiri yayınlayarak, 2001’de ulema şurasınan ABD için aldığı cihat fetvasının, Kabil’de kalması halinde Türk ordusu için de geçerli olacağını ilan etti. Afganistan halkının yardıma ihtiyacı vardır, ihtiyaç duymadıkları tek şey ise yeni yabancı askeri müdahalelerdir.

ÖMER MURAT 01 Ağustos 2021 HABER ANALİZ

Katar'ın başkenti Doha'da Afgan hükümetiyle düzenlenen barış müzakerelerine katılan Taliban heyeti.

Taliban’ın ideolojik yapısını anlamak bakımından iki önemli hususun devamlı gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Bunlardan ilki bir Amerikalı antropoloğun (Prof. Thomas Barfield) deyişiyle “Afganistan’da siyasi, ekonomik veya sosyal olsun, din tarafından meşru kılınması gerekmeyen hiçbir ilişki yoktur. Dini siyasetten ayırmak imkansızdır çünkü ikisi çok iç içe geçmiş durumdadır.”

İkinci önemli husus ise, Pakistan’daki dini oluşumların Afganlar üzerinde giderek artan etkinliğidir. Türkiye’ye benzer şekilde Pakistan’ın kuruluşuyla birlikte din ve devlet arasındaki ilişki hassas ve gerilimli bir mevzuudur. Batı’dan geri olunduğu anlaşıldıkça, İslam toplumlarında din ve devletin birbirinden ayrılması ve insanların yaşamlarını dinle ilişkilendirmek zorunda kalmayacakları seküler alanın genişletilmesi gerektiğini savunan, kendilerine “Batıcı” ve “laik” denen bir kesim belirir. 19. ve 20.yy’larda İslam ülkelerinde bu fikre sahip olanlar, toplumun elit kesimini ve güç odaklarını oluşturmak suretiyle güç kazanırlar. Bununla birlikte, halkın geniş kesimleri Deoband ve Efgani çizgisindeki dini ve muhafazakâr hareketleri kendilerine daha yakın bulunca, İslam toplumlarında yönetici elitlerle toplum arasında ciddi ihtilal ve krizlerin kaynağı bir farklılaşma yaşanır.

Pakistan’ın seküler yapısıyla bilinen kurucularından Cinnah bu meseleye pek etki etme fırsatı bulamadan hastalanarak 1948’de ölür. Sonrasında ülke siyasetinde, seküler idareci elitlerle, yeni kurulan devletin içinde bulunduğu ciddi sosyo-ekonomik sıkıntılarla boğuşan geniş halk kesimleri arasındaki uçurum belirleyicidir ve bu boşluğu İslami cemaatler doldurur. Oldukça muhafazakar bir Hanefi ekolü olan Deoband çizgisini takip eden önemli oluşumlardan biri Mevdudi tarafından 1941’de kurulan Cemaat-i İslâmiyye’dir.

BİR KAÇ KUŞAK AFGANLININ EĞİTİM ALABİLDİĞİ TEK YER DEOBAND MEDRESELERİDİR

Pakistan müesses nizamı, Afgan milliyetçiliğinin iki ülke arasında yol açacağı sıkıntıları bertaraf etmek maksadıyla “İslam kardeşliği” vurgusunun yapılmasını resmi bir politika olarak uygular. Bu yaklaşım 1978-1988 arasında Pakistan Cumhurbaşkanı olan ve dindarlığıyla bilinen Ziyâ ül Hak döneminde özellikle öne çıkar. Deoband çizgisindeki İslami cemaatler özellikle Hayber Pahtunhva eyaletinde (2010’a kadar adı Kuzeybatı Sınır Eyaletidir) kırsal, dağlık bölgelerde kurdukları medreselerle Peştunlar arasında giderek güç kazanır. Bu medreseler Afganistan’dan da pek çok talebe çeker ve bunlara “talebe” kelimesinin çoğulu olan “taliban” denilir. Bu medreselerde okuyanlar için ücretsiz eğitim ve barınma imkanı sağlanır. Bu talebeler çoğunlukla ne kanalizasyon, ne elektrik, ne yol, ne de okulun olduğu oldukça fakir köylerden gelirler. Sovyet işgali sırasında Afgan mücahitlerini desteklemek üzere ülkeye giden Suudi ve Kuveytli savaşçılar üzerinden bazı medreselerde Selefilik de yayılmaya başlar. Pakistan’da zor şartlarda büyüyen Afgan mülteci çocukları için bu medreseler eğitim alabildikleri tek kurumlardır. Bu medreselerde yetişmiş çocuklar tarafından kurulacak olan Taliban’ın tabanda benimsenmesine yol açacak kritik etkenlerden biri halkın çoğunluğu gibi “köylü” İslam’ını temsil etmesidir. Sovyet işgaline kadar marjinal konumda bulunan bu insanlar, muharebelere aktif olarak katılmalarının doğal sonucu olarak öne çıkmaya başlarlar.

Pakistan’daki Deoband eğitim merkezlerinin önde gelenleri arasında İslamabad ve Peşaver arasındaki yol üzerinde yer alan Akora Hattak’daki Hakkaniye medresesi ile Karaçi’nin Binori ilçesindeki Dâr ül-Ulum medresesi yer alır. Taliban liderlerinin büyük bölümü bu medreselerde okumuştur. Nitekim Taliban’ın en güçlü kollarından biri olan Hakkani ağının ismi de, bu ağı oluşturan Host vilayeti merkezli aşiret mensuplarının Hakkaniye medresesinde okumuş olmasından kaynaklanır. (Hakkani ağı Taliban’a bağlılık bildirmekle birlikte büyük ölçüde kendi başına hareket eden bir gruptu. Bu özerk yapısı 2015’ten itibaren tamamıyla Taliban hiyerarşisine katılmasıyla sona erdi.)

Taliban Kandehar’da ilk kez yerel hükümete talip olduğunda, şehrin eşkiya gruplarından temizlendikten sonra “İslam şeriatı” doğrultusunda idare edileceğini ilan etmiştir. Afgan tarihinde ülke istikrarsızlığa düştüğünde medrese talebelerinin silahları kuşanıp yeni bir idarecinin iktidara gelmesini sağladıktan sonra yeniden medreselerine döndüğü pek çok olay vardır. Bu geleneği temsil ettiği iddiasında olan Taliban ana hedeflerini Afganistan’dan yabancı güçlerin çekilmesini sağlamak ve sonrasında İslami bir idare tesis etmek olarak göstermektedir. Fakat “şeriattan” kastedilenin ne olduğu başından itibaren belirsizdir. Herhangi bir siyasi doktrinleri olmadığı gibi, bu yönde ciddi bir arayış içerisinde olduğuna dair işaret de yoktur.

Molla Ömer 1996’da Taliban’ın artık Afgan hükümetini devralması kararı aldıklarını duyurdu. Bu çerçevede Kandehar’da yaşayan dört yüz kadar molladan müteşekkil bir danışma şurası oluşturuldu. Bu şura Molla Ömer’i “Emir el-Mü’minin” yani “Müminlerin Emiri” ilan etti. Bu, tarihte İslam topluluklarına liderlik edenlerin genellikle kullandıkları unvanlardan biridir. Yani Taliban bu unvanla IŞİD benzeri şekilde dünyadaki tüm Müslümanların halifesi olma gibi bir hedef gütmez. Taliban’ın Afganistan dışındaki “İslam düşmanlarına” saldırılar düzenlenmesini içeren bir “küresel cihad” yürütülmesine yönelik bir gündemi yoktur.

Keza Taliban idare ettikleri bölgeyi “halifelik” olarak değil “emirlik” olarak tanımlar. Bu tabir radikal siyasal İslamcı bir ideolojinin yansıması olmaktan ziyade idare edilen bölgeyi ifade eden Arapça bir kelimedir. “Birleşik Arap Emirlikleri” örneğinde de benzer bir kullanım sözkonusudur. Burada rejimin İslamiliğinden ziyade “temsili bir demokrasi” olmadığı vurgulanır. Taliban ülkenin başkentini Kabil’de tutmaya devam etmekle birlikte, dini şura Kandehar’dan ayrılmayarak faaliyetlerini orada sürdürdü.

Peşaver’deki Afgan mülteci kadınlar. Pakistan’da bulunan Afgan mültecilerin sayısının yaklaşık 3 milyonu bulduğu belirtiliyor. 28 Temmuz 2016. (A MAJEED / AFP)

TALİBAN’IN KADINLARA YÖNELİK TUTUMU PEŞTUN ATAERKİLLİĞİNİ YANSITIR

Taliban için hakimiyetine aldığı bölgelerde “şeriatı” hakim kılmak ana hedeftir. Fakat aşırılıkçı siyasal İslamcı ideolojilerden farklı olarak Taliban’ın vurgusu merkezi hükümetin ne şekilde idare edileceğine değil, ülke içinde günlük sosyal ve ticari muamelelerin İslam şeriatına göre gerçekleştirilmesini sağlamak üzerinedir. Taliban çıktığı bölge ve sosyal sınıfların katı ataerkil yapısını yansıtır şekilde, zaman zaman, örneğin kadınların sosyal hayata katılımı gibi konularda, dayandığı muhafazakar Hanefi Deoband çizgisinden bile çok daha katı tutumlar takınabilmektedir. Halihazırda Taliban başörtülü olmaları şartıyla kadınların çalışmasına, okula gitmesine ve siyasete katılmasına müsaade edeceğini söylemektedir. Kontrolü altındaki şehirlerde bu konudaki tutumları o bölgedeki Taliban liderlerinin yapısına göre değişebilmektedir. Taliban 90’larda Kabil’i aldığında kadınların çalışmasını, okullarda öğretmenlik yapmasını, kadınların erkek doktorlar tarafından tedavi edilmesini yasaklamış, kız okullarını kapatmış, kadınların dışarı çıkarken sadece saçlarını değil, yüzlerini de kapatacak burkalar giyinmesini zorunlu kılmıştı. Erkeklerin sakallarını tıraş etmesi, Batılı tarzda elbiseler giymesi de keza yasaklanmıştı. Polis bu kuralları katı şekilde uygulayarak ihlal edenleri tutukluyordu. Fakat bilahare Taliban kadınlara yönelik tutumunda bazı yumuşamalara gitmek zorunda kaldı, kız çocuklarının 9 yaşına kadar eğitim almasına ve tıp alanında eğitim görmelerine izin verdi. Öyle ya kadınları erkek doktorlar tedavi etmeyecekse kadın doktorların yetiştirilmesi ve bunların çalışmalarına izin verilmesi şarttı.

Geçen hafta çekilmiş bu fotoğrafta ülke içinde yerinden edilmiş Afgan aileleri, Kandahar’daki bir mülteci kampında görülüyor. Taliban ile Afgan güvenlik güçleri arasında şiddetlenen savaştan kaçanlar Kandahar’ın eteklerindeki bu kampa gelmiş. (JAVED TANVEER / AFP)

DÜNYADA TEPKİ ÇEKEN TALİBAN MAHKEMELERİ AFGANİSTAN’DA POPÜLERDİR 

Taliban’ın yönetici kadrosunun medreselerde aldığı eğitim İslam fıkhı konularında onlara uzmanlık vermekle birlikte örneğin siyaset ve ekonominin İslam’a göre nasıl idare edileceği gibi büyük sorular gündemlerinde yoktur. Pratikte bu, Taliban rejiminde mahkemelerin olağanüstü bir rol oynaması demektir. Taliban idaresindeki bölgelerde köylere kadar şeriat mahkemeleri kuruludur. Afgan halkının büyük çoğunluğunun yaşadığı kırsal ve dağlık bölgelerdeki insanlar için önceki rejimlerinkine nazaran bu mahkemeler erişim kolaylığı ve hızlı karar almaları nedeniyle tercihe şayandır. Bunlar çoğunlukla seyyar mahkemelerdir, mahkeme heyeti belirli aralıklarla köylere gidip, örneğin bir ağacın altında veya bir evde toplanarak o köydeki dava konularını görüp, tarafları dinleyip karara bağlamaktadır. Uluslararası basında bu mahkemelerin “zina” veya “ahlaksızlık” suçlamalarının cezası olarak verdiği kırbaçlama ve taşlama gibi “hudûd” cezaları gündeme gelmekle birlikte aslında mahkemelerin asıl ilgilendiği ve her gün karara bağladığı konular içerisinde bu suçlar oldukça azdır. Taliban’ın başta hudûd cezalarını uygulama konusunda katı iken, kısa süre içinde artık bunların uygulanmasını büyük ölçüde terkettiği de belirtilmektedir. Bu mahkemeler asıl ticari (alacak-verecek vb), ailevi (miras, boşanma vb) anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulduğu, hırsızlık ve tecavüz gibi adi suçların hemen cezalandırıldığı yerlerdir ve Taliban’a halk nezdinde meşruiyet veren en önemli unsurlardan biri sağladığı bu yargı hizmetidir.

Dışarıdan bakıldığında Taliban’ın kadınlara yönelik tutumu ve İslam şeriatını katı bir şekilde uygulaması ilk göze çarpan özellikleri olmakla birlikte, içeriden bakıldığında özellikle Taliban’ın kontrolü altındaki Peştun ağırlıklı kırsal bölgelerdeki halk için bunlar ikinci plandadır. Zina suçundan hüküm giyen kadınların binlerce insanın gözleri önünde stadyumlarda taşlanması veya kurşuna dizilmesi gibi vahşetler dünya kamuoyunda tepki çekerken, onyıllardır iç savaş ve şiddetin ortasında bulunan, pek çoğu temel eğitim almaktan mahrum bırakılmış Afgan halkı, özellikle de Peştunlar için bunların infial uyandırması sözkonusu değildir. “Kadın namustur, namus kirlenmişse temizlenmesi gerekir” gibi esasen Türkiye’den de tanıdığımız aşırılıkçı ataerkil yaklaşımın bir tezahürü olan bu cezalar onları pek rahatsız etmez. Bir Taliban mollası “Kadının eğitimi, namusundan daha önemli değildir” dediğinde dini bir görüşten ziyade bu kültürel kodları yansıtır.

Pakistan ile Afganistan arasında bir sınır kasabası Chaman’daki bir sınır geçiş noktası. 17 Temmuz 2021. (Banaras KHAN / AFP)

Her ne kadar Peştunlara dayanan bir örgütlenme olsa da Taliban son dönemde diğer azınlıklara ulaşabilme siyasi becerisini de göstermiştir. Üst düzey bir Taliban komutanı olan Waheedullah Haşimi bunu şöyle anlatmaktadır: “Her bölgede mücahitlerimiz ve savaşçılarımız var. Pencşir eyaletinde Pencşirli mücahitlerimiz, Belh eyaletinde Belhli mücahidlerimiz, Kandehar eyaletinde Kandeharlı mücahitlerimiz var.”

Onyıllardır süren savaştan bıkmış halk için Taliban’ın sağladığı güvenlik çekicidir. Nitekim 90’lı yıllardaki Taliban idaresi sırasında ülkenin bir ucundan diğerine fazla sorun yaşamadan seyahat edebilmek mümkün hale gelmişti. Fakat şehirlerde özellikle de başkent Kabil’de yaşayan daha modern eğitimli, dışarıya açık, fakat yıllar süren savaş sonucu yaşadığı ağır kayıplar nedeniyle iyice azınlıkta kalmış kesimler için bu tür bir idareye katlanabilmek kolay değildir. Taliban’ın Kabil’de tatbik ettiği sert rejimde özellikle kırsaldaki Peştunlar tarafından ülkenin yaşadığı sorunlardan sorumlu tutulan başkentteki nüfusu cezalandırma arzusu da alttan alta önemli rol oynamıştır. Çoğu kırsal bölgelerden gelen, okuma-yazma bilmeyen Taliban savaşçılarının büyük bölümü için beş milyona yaklaşan nüfusuyla Kabil yabancı bir memlekettir. Din anlayışları, Peştun ataerkil aşiret geleneklerini yansıtır. Örneğin pek çok Taliban erkeğinin iş bulamadığı bir ortamda bazı kadınların iyi işlerde çalışması onlar için kabullenilmesi zor bir durumdur. Nitekim Taliban liderliği hiçbir zaman İslam’ın kadınların çalışmasını, kız çocuklarının eğitim almasını yasakladığını iddia etmemiştir. Kadınlara yönelik alınan kararlar “şeriata” değil, “güvenlik gerekçelerine” dayandırılmıştır. Pratikte bunlar “cahil” Taliban savaşçılarını kontrol altında tutabilmek için verilmiş tavizler gibi de görülebilmektedir.

15 Temmuz 2021 tarihli bu fotoğrafta Belh vilayetine bağlı Çarkent’te Afgan hükümeti yanlısı milisler Taliban savaşçılarına karşı bir ileri karakolda nöbet tutuyor.  (FARSHAD USYAN / AFP)

SONUÇ OLARAK

Taliban Afganistan’ın kırk yılı aşkındır üst üste süren savaşlarla yoğrulmuş zorlu özel şartlarında ortaya çıkmış, eğitimsiz köylü kasabalı alt sınıflara dayanan, din ve dünya görüşleri büyük ölçüde dayandığı bu kesimlerin kültürel kodlarını yansıtan bir örgütlenmedir. Önümüzdeki dönemde beklendiği üzere ülkede iktidarı devralması halinde, nispeten uzun süre idareyi deruhte etmeleri ve güvenlik kaygılarının azalması oranında katı tutumlarında bazı yumuşamalara gitmeleri kaçınılmaz gibidir. Afganistan halkının yardıma ihtiyacı vardır, ihtiyaç duymadıkları tek şey ise yeni yabancı askeri müdahalelerdir. Beğenilsin ya da beğenilmesin Taliban Afganistan’da ülkenin yadsınamaz bir siyasi, sosyal ve askeri gerçeği haline gelmiştir. İnsan hakları ve kadınlara yönelik sorunlu tutumlarını şiddet kullanarak değil, diplomatik yollarla değiştirmeye zorlamak dışında uluslararası toplumun yapabilecekleri sınırlıdır.

TÜRK ORDUSU TALİBAN’LA ÇATIŞMAK DURUMUNDA BIRAKILABİLİR

Bitirirken Taliban’ı Türkiye’nin gündemine getiren, Erdoğan hükümetinin Kabil havalimanının güvenliğini üstlenme kararına ilişkin bir kaç söz söyleyerek yazı dizisini nihayete erdirmek yararlı olacaktır. Bu, Türk ordusunun Taliban’la çatışma yaşamasına neden olma ihtimali yüksek oldukça yanlış bir karardır. Öncelikle bu tür bir karar alınmadan ve duyurulmadan önce Türkiye’nin Taliban’ın onayını almak için müzakereler yürütmesi ve onu ikna etmesi gerekirdi. Oysa ciddi sorunlar yaşadığı Biden’ın bir an evvel gözüne girmeye odaklanmış Erdoğan, bu kritik hususu ihmal ederek ABD’nin “mali, lojistik ve diplomatik” desteğini almaları halinde bu görevi üstleneceğini açıkladı. Türkiye’nin Afganistan’da nüfusa oranı yüzde 10 kadar olan Özbekleri önceleyen bir siyaset izlemesinin Peştunlarda yol açtığı şüpheler de hatırlandığında, şimdi Taliban liderlerinin Türkiye’nin kendi onaylarını alma gereğini duymadan Kabil’de kritik bir havalimanının güvenliğini üstlenme arzusu göstermesini “iyi niyetli” bulacaklarını beklemek yanlış olur.


Nitekim Erdoğan hükümetine karşı 13 Temmuz’da bir bildiri yayınlayan Taliban, bu yazı dizisinde değindiğim 2001’de ulema şurası tarafından alınmış cihat fetvasının, ABD öncülüğündeki uluslararası güçler çekildikten sonra Kabil’de kalması halinde Türk ordusu için de geçerli olacağını ilan etti. Hatırlanacağı üzere Taliban yirmi yıldır bu fetvaya dayanarak ABD’ye karşı savaşmaktadır. Erdoğan’ın bu tehdide rağmen iki hafta sonra “Taliban’ın açıklamalarında ‘Türkiye’yi istemiyoruz’ gibi bir ifade yok.” şeklinde demeç vermesi, ABD’nin gözüne girme arzusunun bazı açık gerçekleri görmesini bile engellediğini düşündürmektedir. Türkiye Afganistan’a “sert” değil “yumuşak gücüyle” etki edebilecek önemli ülkelerden biridir. Korkarım ki bu kredisini önü arkası iyi hesaplanmamış bir macerayla gereksizce heba etmek üzeredir.

p.s. Bu konuları ayrıca Taliban Afganistan’da iktidarı devraldıktan sonra Kronos TV’nin Dünya Hali programlarında ele aldım: Afganistan’da kim kazandı, kim kaybetti? ve Yeni hükümeti kuran Taliban hâlâ kara kutu.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram