Talat Paşa kimdi, ne yapmıştı?

Talat Paşa caddesi, Talat Paşa sokağı, Talat Paşa okulu ya da camisinin adı ne zaman Ermeni Soykırımı’nda yukarından gelen emri canı pahasına uygulamayı reddeden, ben insanları katledemem diyen gerçek kahraman Türklere verilecek?

ALİN OZİNİAN 28 Nisan 2021 YAZARLAR

ABD başkanı Joe Biden, 24 Nisan açıklamasında ‘soykırım’ sözcüğünü kullandı ve Ronald Reagan’dan sonra Ermeni soykırımını tanıyan ikinci Amerikan başkanı oldu.

ABD’nin 2019’da ve daha önceki yıllarda farklı 29 ülkenin soykırımı tanımasının en önemli nedeni 1915’te soykırımdan kurtulup kendilerine sığınan Ermeni yurttaşlarının maruz kaldıkları “inkârı” kırma taleplerini karşılamak aslında. Bunu geçen haftalardaki bir yazımda detayları ile anlatmıştım.

Mesele şu ki mevzu “yaşandığı yerde” soğukkanlılık ve gerçek bir yüzleşme iradesi ile tartışılmadıkça, benzer krizler Türkiye’nin önüne daha çok gelecek.

Diğer yandan, bugün ABD başkanın “bile” Soykırım sözcüğünü kullanması “adalet aşkını” bir yana bırakırsak Erdoğan’ın dış politikadaki hesap hataları, saldırganlığı ve ülke içinde hukuku ve insan haklarını tamamen hiçe sayması ile de ilgili.

Sebepler ne olursa olsun, bu 24 Nisan’da Türkiye’nin çok büyük çoğunluğu yine inkârı seçti.

Milli inkâr mutabakatı kuruldu. Tonları farklı da olsa bir ağızdan inkâr edildi yine olanlar. “Tarihçiler konuşacak, siyasetçiler değil!”, “Arşivlerimiz açık, nerede belge?”, “Soykırım olsa, Ermeni mi kalırdı!” gibi yalan, yanlış, inkâr ve nefret dolu söylemler uçuştu havada.

Bunlar yetmez gibi bir de Talat Paşa övüldü. Talat Paşa’nın gerekli olan Ermenileri yok ettiği ile övünüldü. “Talat Paşa’nın yolundayız!” dedi kalabalıklar.

“Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı” isimli kitabın ve daha birçok eserin yazarı, Recep Maraşlı ile konuştuk Talat Paşa’yı bu hafta.

Kimdi Talat Paşa? Ne yapmıştı? Kahraman mıydı, hain mi?

Bir çokları gibi Maraşlı da Talat Paşa’nın, sadece bir savaş suçlusu değil aynı zamanda Ermeni soykırımın da sorumlusu olduğunu düşünüyor…

“Talat Paşa, I. Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’nin başkanı; başbakanlık ve içişleri bakanlığı yapmış bir kişi olarak, sürgün ve soykırımı yürütme sorumluluğunun tepesinde yer aldı. 1915’te Ermenilerin ve beraberinde Asuri-Süryani gibi Hıristiyan halkların binlerce yıllık vatanlarından ebediyen sürülmeleri ve sonuçta yok edilmeleri programını tasarlayan, yürüten kadronun siyasi liderlerinden biridir.” diyor Maraşlı.

Son günlerde tehcirin bir zorunluluk, bir yurdu kurtarma hamlesi olduğunu anlatıyor herkes, oysa gerçekler farklı olabilir.

“Soykırım savaş koşullarında aniden gelişen bir uygulama değil, Ön asyayı en-eski yerleşik halklarından “temizleyerek” halen çok uluslu, çok kültürlü toplumsal yapısını koruyan Osmanlı imparatorluğunu Türk etnik kimliğine dayalı bir “ulus devlete” dönüştürme projesidir. Savaş bu programı uygulamak için uygun fırsat ve zemini sağladı.

Talat Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa gibi günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’yle devam eden Özel Harp Dairesi vb. gibi her türlü suçu işlemeyi kendine vazife gören illegal derin devlet örgütlenmelerinin de mimarıdır.” diyen Maraşlı’ya göre Talat aynı zamanda “Modern” Türk ulus devletinin gerçek kurucu babası.

“Enver Paşa askeri bir lider, karizması, asalet iddiası ve parıltısı var, fakat Talat Paşa siyaseten daha güçlü ve örgüte hakim. Savaş sonrasında da yenilgiden daha çok Enver Paşa’nın sorumlu tutulması, Bolşeviklere yanaşması, İslamcılığı daha çok öne çıkarması Enver’i ikinci plana attı.”

Maraşlı’ya göre, buna karşılık Talat Paşa’nın sürgünde bir suikastla öldürülmesi, onu bedel ödeyen, haksızlığa uğrayan bir “şehit” olarak kabul edilip yüceltilmesine vesile yapıldı. “TC’nin eski MSB ve TBMM Başkanı Vecdi Gönül’ün veciz şekilde ifade ettiği gibi “Eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? (2008)”

Gerçekten “Misak-ı Milli” denilen alan, bu suçlarla hazır hale getirilmemiş olsaydı, Türk ulusal devleti kurulamazdı diyor Maraşlı.

“Bu gerçek bütün Cumhuriyet bürokrasisinin kafasındadır. Kemalistler, savaş sonrası galip devletler nezdinde tanınabilmek için İT yönetimiyle ve Osmanlı ile tüm bağlarını reddetmek zorunda kaldılar. Biraz da politik rekabet söz konusu. Özünde ise İttihat-Terakki’nin devamıdırlar ve onların döşedikleri zemin üzerine, inşa etmişlerdir Cumhuriyeti.” diyor Maraşlı ve ekliyor “Ermenilerin geri dönüşünü, Rumların ise varlık göstermelerini engelleyen, etnik arındırmanın devamı politikalarla süreci tamamlamışlardır. İlerleyen yıllarda bir tehlike kalmayınca Talat Paşa’ya “kahraman” bir figür olarak sarılmalarının arkasındaki asıl motivasyon budur.”

Peki neden hala Talat Paşa’nın isimleri sokaklara, camilere veriliyor? Hatta İstanbul’da Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlerde bile yapılıyor bu diye soruyorum.

Bu yöntemin, insanlığa karşı işlenmiş suçları inkâr politikasını kurumlaştırmanın önemli araçlarından biri olduğunu, soykırım suçlularını sahiplenerek, onların fillerini de sahiplenmiş olunduğunu anlatıyor Maraşlı.

“Toplum günlük yaşamının her anında; caddesinde, sokağında, mahallesinde, okulunda, camisinde bu isimlerle iç-içe, yan yana yaşıyor. Çocukluğunun, anılarının bir parçası haline geliyor bu isimler. Beyinler artık bu isimlerle ilgili hiçbir sorgulamayı, hiçbir olumsuz yargıyı düşünmüyor, o isimler tabu haline getirilmiş oluyor.”

Tüm bu durum, soykırım kurbanı halklara ve bu politikanın hedefindeki diğer bütün halklara güncel bir tehdit anlamına geliyor kısaca.

“Bu suçları canı gönülden destekliyoruz, ayağınızı ona göre denk alın” fikri isimlendirme politikalarının altında yatan, Maraşlı’ya göre.

Mağdur halkların hafızasındaki korku ve tedirginliği sürekli kılınıyor; Soykırım ve savaş suçlarıyla yüzleşmeyi önleyen, caydıran mekanizmanın bir parçası oluyor; hafızayı, hatırlamayı ters yönde bloke ediyor.

Kısaca Türkiye’de katliamlar yapanlar ve suçlular kahraman kabul ediliyor. Bunun nedeni sorduğumda konu siyasi kazanımlara, ayrıcalıklara, ekonomik ve kültürel zenginliklere geliyor.

“Zenginlikler büyük suçların sonucunda elde edilmiş ise; mirasçıların yapacağı iki şey vardır: ya suçla elde edilmiş bu kazançlardan vazgeçmek, onları reddetmek; ya da bu kazançları sağlayan suçluları meşrulaştırmaktır. Türk siyaseti ve toplumu bu ikincisini yapıyor. Onların sağladığı hiçbir kazancını sahiplenmese ismini dahi duymak istemeyeceği haydutları, katilleri, hırsız veya tecavüzcüleri böyle iştah ve şevkle kahramanlaştırmazdı.”

Böylece, inkar politikasının bu denli güçlü olmasının, soykırımlarla, savaş suçlarıyla yüzleşmenin bir türlü başarılamayışının nedenin de, bu suçla elde edilmiş kazanımlara sahip çıkma tavrı olduğunu görüyoruz.

“Bugünkü kuşaklar soykırımda yer almadılar ama soykırımla elde edilmiş kazançları kullanma ve sürdürmede bir beis görmüyorlar. Ve bu bir gelenek olarak sürekli kendini üreten yıkıcı, yok edici bir canavarı besliyor. Örneğin bizzat kendi yargı sistemlerinin “eşkıya” olarak cezalandırdığı Topal Osman’a aradan yıllar geçtikten sonra büyük bir gösterişle “iade-i itibar” etmelerinin nedeni; Pontus soykırımının sonuçlarını savunmak ve bu barbarlığın arkasında olduklarını ilan etmekten başka bir anlam taşımaz.” diyor Maraşlı.

Sohbetin sonunda düşünmeden edemiyorum; Talat Paşa caddesi, Talat Paşa sokağı, Talat Paşa okulu ya da camisinin adı ne zaman Ermeni Soykırımı’nda yukarından gelen emri canı pahasına uygulamayı reddeden, ben insanları katledemem diyen gerçek kahraman Türklere verilecek diye…