Sunucu nasıl olur da böyle bir soru sorabilir?

Sunucu nasıl olur da böyle bir soru sorabilirmiş? ‘Ben TRT’ciyim, mikrofon başında nasıl konuşmam gerektiğini bilirim!’ dese de sunucu artık TRT FM’deydi, yapımcısı olduğu bir müzik-eğlence programında...

MEHMET ŞAHİN 31 Ocak 2021 GÖRÜŞ

Övmeli mi yermeli mi ‘Bekçi Murtaza’yı; iyiye mi örnek göstermeli, yoksa kötüye mi? Reye sunduğum Orhan Kemal’in eseri değil; artık bir ‘tip’e modellik eden kahramanı. Hatta, hemen onunla akla gelen mekanik vazife düşkünlüğü. Hayatta karşılığı olan kurmaca kişilerin toptan reddi ya da kabulü mümkün değil, okuyan onlarla karşılaştıkça öğrenir bu önermenin doğruluğunu.

İşveren açısından, çalışanın kurallara uymadaki hassasiyeti şüphesiz memnuniyet vericidir. Bireysel var oluşuna, farklılıklarına düşkün çalışansa; işi aksatmasa, uyum problemi yaşamasa da, otorite tarafından daima hatırda tutulur. Dünyayı üretim penceresinden gören için, beşeri ayrıntılar sadece problem hanesine yazılır. Modern yönetişim bu konuda personelin kişisel dünyasını bütün bütün iş hayatının dışında tutmamayı salık verir ama, pratik teoriye çok zaman denk düşmez. Boyumu aşan sularda kulaç atma niyetinde değilim; bir küçük yaşam tecrübesinden hareketle devrin vazife telakkisinin kaideperest ‘Murtaza’yı nasıl da makbuller katına yücelttiği savımı müdafaadır muradım.

Zaman zaman sekteye uğrasa da hukuk ırmağının umum itibarıyla yatağında aktığı sıralar öngörmek kolay değildir, bir memleketin topyekün zıvanadan çıkacağını. Tarihin bu evresinde önlenemez kusurlarının Türkiye’de yaşamak olduğunu bilen kimi insanlar her ne kadar ‘Bizans’ ve ‘Osmanlı’da oyunun bitmediğinden haberdar olsalar da, Avrupa Birliği değerlerine doğru kürek çekmenin semeresini almaya yaklaştıklarını hissediyorlardı. O ‘Hristiyan Kulübü’ bizi kabul etmeme densizliğinde bulunacak olursa, nicedir görülmeyen bir güçle hükûmet eyleyenlerin tabiriyle, “Maastricht ve Kopenhag kriterleri, İstanbul ve Ankara olarak” değiştirilir, yola devam edilirdi. Böyle de kararlıydı; demokrasi, insan hakları, özgürlük diyen daha sonra sırf bunları istedi diye aşağılanacak ve cezalandırılacak olanların desteklediği siyasi otorite.

Eskiler târik kadar refîki de mühim bilir. Nitekim bırakın refâkat etmeyi, yoldan da eğler kimi yoldaş sanılanlar… Alacası içinde olan insan, hakkındaki hüsn-ü zannın her daim diri kalması için kâh dünyadan doldurur söz heybesini kâh ukbâdan. Mevcut iktidar bu hususta ziyadesiyle muvaffak olur; seçim afişleri, söylemler, vaatler daima ilkeler değil de ihtiyaçlar üzerinden şekillenir. Şerbet çeşidini zengin tutar, devlet bineğinin yeni râkibi. Zira, memlekette nabız farklı farklıdır. İtiraf nevinden sayarsanız itiraz edilmez; akçeli işlerde olumsuz haberler duyulmaya başlanınca pek çok dindar, kardeşleri hakkında kötü düşünmemeleri, bunların nihayet iktidara erişmiş müslümanlara iftiradan ibaret olduğu söylenirdi. Dini ahkâma lâkayt kalmayanlar da ilk dönem iddiaları pek ciddiye almazdı. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 savunması ve 2008’deki kapatma davasının dahi iktidarı gelecekte yükleneceği asıl misyonu için güçlendirme maksadı güttüğünü şimdilerde anlamaksa, takdir beklenecek bir izan değil.

Asıl seküler hedefin kılıfı mahiyetindeki ‘Kutsi dava’ tabanın en kolay benimseyeceği suretteydi. Farklı İslami toplulukların dahi ittifak edebileceği bir zemin sunuyordu. Bugün partiyle ilgisi kalmayan, kalamayan o günlerin önemli siyasileri, üst yöneticileri samimiyetle bu makus talihi değiştirmeye, demokrasi ve insan hakları gibi değerlerin bir doku uyumu sorunu yaşanmaksızın Türkiye’de var olabileceğini ispata çalışıyorlardı. Bedel ödemeye hazırdılar fakat, hücumat sandıkları cepheden gelmedi. Daha doğru bir ifadeyle, yola çıkılan hareket öyle bir evrildi ki; baştaki değerler için diretmek bir anda ihanete dönüştü. ‘Reis’in bir bildiği vardı, diğerlerinin bilmediği. Rüyalarda, keşiflerde onun seçilmiş biri olduğu söyleniyordu sürekli, haklarında kimi dosyalar hazır tutulan sarıklı, cübbeli kimselere… Onlar da bu ulvi ihbarı uysal takipçilerine müjdeliyordu. Dönemi bir Rönesans tablosu canlılığıyla tasvire kalkmak sanatı tahkir olacağından bu kadarla iktifa edip devletin koridorlarına, odalarına, koltuklarına serpiştirilen, yerleştirilen bürokrat tipine dönelim…

17 ve 25 sayılarının bambaşka bir anlam kazandığı 2013 Aralık’ı atlatılmış, herkesin yakın gelecekte ilginç olaylar yaşanacağı kabulünde birleştiği 2014 Ocak’ını gösterir olmuştu takvimler. Kamu kurumlarında bir yönetici değişim rüzgarı başlayalı epey olmuştu aslında. Böyle bir zamanda TRT’de haber programı yapmanın zorluğundan söz etmeye gerek var mı? Fırtınayı sezen ekip yeni dönem için önermemesine rağmen, başkanlık koltuğu el değiştiren Radyo Dairesi’nden hafta içi her gün TRT Radyo-1’de yayınlanan ‘Gün Ötesi’nin devamı istenmişti, sunucusu da kalmak kaydıyla. Malum gerilim eşliğinde girilen yeni yılda o havanın programa yansımaması mümkün değildi. Konuk seçiminden konuşulacak konulara kadar her şey kontrol altında tutulsa da hep bir tedirginlik vardı. Her yayın öncesi ‘Aman gözünü seveyim, başımıza iş açma!’ ikazlarına muhatap olan sunucu Ocak ayını çıkaramadı!

Sunucu, şimdi TBMM çatısı altında muhalif bir milletvekili olan gazeteciye Ankara gündemini sorarken, yapımcıya bir telefon geldi. Gelemez mi? Hemen her yayında zaten konuk trafiği için onlarca telefon görüşmesi yapılır ama, bu farklıydı. Yapımcının yüzünde beliren ifade hayırlı bir habere işaret etmiyordu. İlk konukla tehlikeli konular konuşulduktan sonra, yapımcı sunucuya daire başkanının aradığını söyleyince işin rengi de belli olmaya başladı. Nispeten az tehlikeli konular da konuşulup yayın tamamlandıktan sonra, hemen radyo müdürünün adasına çağrıldı program ekibi. Başkanın tepkisi şu soruyaydı; ‘Hükûmet, bugüne kadar en güçlü yanı olan ekonomiyi olumsuz etkileme pahasına 17/25 Aralık dosyalarıyla ilgili neden böyle bir tavır takınıyor?’. Sunucu nasıl olur da böyle bir soru sorabilirmiş?

Yeni daire başkanı, kendisini bir kamu kurumunda çalışır değil de, hükûmetin lutfettiği bir koltukta onun komiserliğini yapmakla vazifeli görüyordu. Nitekim, hemen yayının deşifre edilmesini ve sunucunun bir savunma yazmasını istemişti. Radyo ve program müdürleri tarafından iletilen bu talimatı yerine getirmeyeceğini, istiyorlarsa yazılı olarak vermeleri gerektiğini söyledi sunucu, yazının ulaşması durumunda da bunun bir dava konusu olacağını ekleyerek… Sunucunun kendisinden savunma isteyen yöneticilere sözlü olarak ilettiği sadece şu cümleydi; ‘Ben TRT’ciyim, mikrofon başında nasıl konuşmam gerektiğini bilirim!’ Deşifre işini program müdürü üstlenmiş, yazılı bir savunma talebi gelmemişti ama; sunucu artık TRT Fm’deydi, yapımcısı olduğu bir müzik-eğlence programında!

Şimdi ‘Bekçi Murtaza’nın ehven-i şer duruşuna bakalım… Zaten meslekten olmayan daire başkanından bir yayıncı tavrı göstermesi değilse de, mevzuata saygılı olması beklenirdi. Çünkü, kamu yayın kurumu olan TRT, hükûmeti koruma ve kollamakla yükümlü değildi! ‘Murtaza’ gibi kurallara bağlı olması yetecekti… Hukuktan umudu kesip hiç değilse kanuna uyulsa dediğimiz günlere vardık böylece…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com