Siyaset Bilimci Özpek: ‘Cumhur İttifakı dağılmazsa, Erdoğan ile AK Parti arasında çatışma yaşanır’

Siyaset Bilimci Burak Bilgehan Özpek: Aileden birisiyle bile güven ilişkisinin tesis edilemediği bir ortamda Tayyip Bey'in daha fazla böyle bir modelle devam edeceği kanaatinde değilim. Hayat Başkanlık Sistemi’nden, Parlamenter Sistem’e dönüşü dayatıyor. Ama sadece MHP değil., bütün vesayet unsurları direniyor.

EYLEM YILMAZ 23 Kasım 2020 SÖYLEŞİ

(FOTOĞRAF: EYLEM YILMAZ)

Yargı reformları yeniden Türkiye’nin bir numaralı gündemi. Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasının ardından yapılan yeni yargı ve ekonomik reformların yapılacağı açıklamaları çeşitli iddiaları beraberinde getirdi. En son Bülent Arınç’ın eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve iş insanı Osman Kavala için “Neden hapiste olduklarını anlamakta zorlanıyorum” açıklaması kamuoyunda tahliye beklentisi de yarattı.

Siyaset Bilimci akademisyen Burak Bilgehan Özpek’le reform gündemini konuştuk. Özpek’e göre, “Cumhur İttifakı dağılacak” ancak Başkanlık Sistemi’nde ısrarcı olunması halinde ittifak sürse de bu kez, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AK Parti arasında bir çatışma yaşanabilir.”

Devlet içindeki çatışma ve Cumhur İttifakı’nın dağılacağı iddialarından “yeni vesayete” kadar birçok başlığı konuştuğumuz Burak Bilgehan Özpek, 2021’de erken seçim bekleyenlerden.

Söz Burak Bilgehan Özpek’te

Bülent Arınç’ın açıklamalarıyla başlamak isterim. Bunu MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Alaattin Çakıcı’ya sahip çıkmasına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yanıtı olarak okumak mümkün müdür? Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan’ın doğrudan bir yanıtı olduğunu söylemek çok iddialı olur. Böyle bir şey söyleyemem. Ama AK Parti’nin yanıtı budur. Eğer hâlâ AK Parti’den geriye bir şey kaldıysa. Zaten Devlet Bahçeli de AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı’nın tavrını görebilmek için bu çıkışları yaptı.

Bahçeli’nin aslında amacı Alaattin Çakıcı’ya sahip çıkmak değil miydi?

Alaattin Çakıcı’nın durduk yere Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırmasının ve Devlet Bahçeli’nin ona arka çıkmasının bir amacı olduğunu sanmıyorum. Tek amaç siyasi olarak nabız yoklamak, cüsse göstermekti.

BAHÇELİ CUMHUR İTTİFAKI’NI AK PARTİ İLE DEĞİL ERDOĞAN İLE KURDU 

Bunu biraz detaylandırır mısınız?

Berat Albayrak istifasından sonra bir güç boşluğu oluştu ve herkesin kafasında Cumhur İttifakı’nın geleceğine yönelik bir soru işareti doğdu. Çünkü Berat Albayrak, aslında siyasetsizliği temsil eden bir isimdi. Millî güvenlik üzerine kurduğu söylemiyle muhalefet partileri kadar AK Parti’nin de kurulsallığını, özerkliğini ilga etti. Ya da şöyle söylemek gerek, seçimleri kazanmak için yaratıcı siyasete duyulan ihtiyaç ortadan kalktığı için AK Parti’ye de bir siyasi parti olarak ihtiyaç azaldı.

Bu sayede MHP ile AKP arasındaki ittifak kurulabildi. Daha doğrusu Bahçeli ile Erdoğan arasındaki ittifak kurulabildi. Çünkü ortada AK Parti’nin parti programı, ideolojisi ya da söylemleri gibi parametreler artık yoktu. AK Parti’nin kadroları da yoktu. Böylece sorgulanamaz bir ulusal güvenlik paradigması üzerinden bir ittifak hâsıl oldu. Berat Albayrak, bunu mimarlarından biridir. Onun sistemden çekilmesiyle birlikte dillendirilen reform söylentileri herkesten önce Devlet Bahçeli’yi rahatsız ediyor. Çünkü Devlet Bahçeli AKP ile ittifak yapmadı. Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’nı Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptı ve milli güvenlik ile meşulaştırdı bunu. AKP’nin politikalarına veya meşhur pragmatizmine güvenerek bu ittifakı yapmadı. Bunlardan çok hoşlandığını da düşünmüyorum. Devlet Bahçeli’nin Adalet ve Kalkınma Partisi’nden çok hoşlanan bir lider olduğunu zannetmiyorum. Dolayısıyla Alaattin Çakıcı’nın mektubu ve hemen arkasından Devlet Bahçeli’nin buna arka çıkması Albayrak’ın istifasından sonra Cumhur İttifakı’nın nereye gideceğini anlayabilmek için bir nabız yoklama ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrını anlama amacını taşımaktadır.

Milli Güvenlik kavramı üzerinde fazlaca duruyorsunuz. Yeni bir kavram oluşturulduğunu söylüyor ve vesayet kelimesini sıklıkla kullanıyorsunuz. AKP hükümetinin en övündüğü konulardan biri askeri vesayeti sonlandırmak. Bir kere bu böyle midir? Eğer değilse siz nasıl bir vesayetten bahsediyorsunuz? Kimlerden oluşuyor bu?

Vesayet kurumları ister demokratik, ister otoriter olsun, siyaset dışı aktörlerdir. Örneğin, demokratik toplumlarda Anayasa Mahkemesi bir vesayet kurumudur ve demokratik prensipler içeren bir anayasanın bütün aktörler için bağlayıcı olması var sayılır. Böylece oradaki vesayet yani demokratik ülkelerdeki vesayet aslında demokratik hayatın devam etmesi için elzemdir. Diğer yandan otoriter ülkelerin vesayetleri vardır. İran’da Ayetullahlar, Çin’de Komünist Partisi, Rusya’da Rus devlet bürokrasisi gibi aktörler kendi vesayetlerini kurarlar. Ama bunlar demokratik amaç taşımadıkları için demokratik bir vesayet unsuru değildir. Bizdeki vesayet unsuru Milli Güvenlik Kurulu’ydu ve siyaset dışı bir kurumdu. Kendisini oylatmıyordu. Ordunun gücüne dayanıyordu. Bu çok demokratik bir duruma işaret etmiyordu. Askeri vesayet sonlandıktan sonra birçok insanın beklentisi Batı demokrasilerinde olduğu gibi bir anayasanın yapılması ve bağımsız yargıçların sistemin vasisi olmasıydı. Vesayetin daha demokratikleşmesiydi.

BUGÜN HANGİ SİYASİ AKTÖRÜN MEŞRU OLDUĞUNA VE HANGİSİNİN OLMADIĞINA DEVLET BAHÇELİ KARAR VERİYOR

Bunun yerine vesayeti siyaset dışı bir kurumdan alıp, siyasi aktörlerden bir tanesine verdik. Ve bunu yaparken de Adalet ve Kalkınma Partisi ile MHP’nin söylem ve politikalarına vesayet olma imkânı tanıdık. Böylece siyaset dışı aktör olan MGK, siyaset içi aktör olmuş oldu. Yeni sistemde eskiden MGK’nın uyguladığı ulusal güvenlik politikalarını MHP üstlenmiş oldu. Bu teorik olarak çok tutarsız bir duruma işaret ediyor. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi, bir siyasi partidir. Siyasi sorumlulukları olan, siyasi amaçları olan bir partidir. Diğer siyasi partilerden farksız bir partidir. Fakat siyaset içerisinde diğer aktörlerin meşru olduğuna ve olmadığına karar veren biri aktör olarak davranıyor. Muhalefet partilerini hızlı bir şekilde vatan haini veya kriminal işler yürüten organizasyonlar olarak tanımlıyor. Bu da Türkiye demokrasisine çok zarar veriyor. Diğer bir ifadeyle meşru aktör olabilmek için Devlet Bahçeli ile aynı çizgiye gelmek gerekiyor. Vesayet mekanizmasına elinde tutan aktör Devlet Bahçeli oluyor. Adalet ve Kalkınma Partisi de buna uzunca bir süre rıza gösterdiği için bir sorun oluşturmadı.

Bu vesayet mekanizmasının en önemli aktörünün Berat Albayrak olduğunu düşünüyorum. Berat Albayrak bu ittifakı mümkün kılabilecek örgütlenmeyi gerçekleştirdi. Medya, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası gibi alanların örgütlenmesini sağladı ve ortaya Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ayrı, ondan arınmış, Milli Güvenlik üzerine kurulmuş bir mutabakat ortaya çıktı. Bu şimdi çöküyor. Çünkü vesayet mekanizmasını ayakta tutan aktör olan Berat Albayrak sistem içerisinden çekildi.

Peki, ne oldu da bu iktidar, bu ittifak çatırdamaya başladı ya da Erdoğan neyi fark etti de böyle bir durum ortaya çıktı?

Bu ittifakın çatırdaması Berat Albayrak’ın istifası ile alakalı. Fakat bu istifanın sebepleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Burada iki ihtimal var. Berat Albayrak ile birlikte Tayyip Erdoğan, otoriterlik doyumuna ulaştı. Albayrak, Erdoğan’ın hem güven duyabileceği bir aktördü, hem de ona istediği tek adamlık otoritesini veren mekanizmaları inşa ediyordu. Bu iki özelliği Erdoğan’ın başka bir şekilde bulabilmesi çok zordu.

ERDOĞAN İLE BERAT ALBAYRAK ARASINDAKİ GÜVEN İLİŞKİSİ AKAMETE UĞRAMIŞ OLMALI

Buradan hareketle iki temel neden söyleyebiliriz; Bir, Berat Albayrak tarafından kurulan bu vesayetin Adalet ve Kalkınma Partisi oylarını düşürdüğü ve popularitesini azalttığı görüldü. Fakat bu bana çok inandırıcı gelmiyor. Albayrak, çok yetenekli bir ekonomist olduğu için ekonominin başına getirilmedi. Bunun için görevden uzaklaştırılmasının da onun yetenekleri ile çok alakalı olduğu kanaatinde değilim. Berat Albayrak’a cumhurbaşkanı yardımcılığı ya da enerji bakanlığı gibi başka görevler verilerek sistemin içinde tutulabilirdi. Fakat böyle olmadı ve tamamıyla sistemin dışına çıkarıldı. O yüzden ekonomiyi toparlama veya kötü hükümet performansını toparlama amacını taşıdığı kanaatinde değilim. İkincisi ise, benim kanaatim Berat Albayrak ile Sayın Erdoğan arasında arasındaki güven ilişkisinin bir şekilde akamete uğradı.

Ne oldu da bu güven ilişkisi şimdi bozuldu? Tahmininiz nedir?

Hiçbir fikrim yok. Bir bilgiye sahip değilim. Ama bu güven ilişkisi bozulmuş olmalı ki Sayın Cumhurbaşkanı yeniden güvenebileceği kadrolara ve yeniden AK Parti’nin kıdemli isimlerine geri döndü. Siyaset üzerinden ilerleyen bir Ak Parti arzusu içerisinde olan insanlar yeniden sisteme dâhil oldular. Böylece Tayyip Erdoğan güven ilişkisi tesis edebildiği arkadaşlarıyla birlikte yeniden sahneye çıkmayı planlamaya başladı. Fakat Başkanlık Sistemi’nin veya Tayyip Bey’in kafasındaki tek adamlık sisteminin bir siyasi parti özerkliğiyle ne kadar uyuşacak emin değilim. Mutlaka bir çatışmanın başlayacağını düşünüyorum.

AİLEDEN BİRİNE BİLE GÜVEN YOKKEN ERDOĞAN BU MODELLE DEVAM EDEMEZ

Aslında anlattıklarınızdan ortada zaten bir çatışma olduğu anlaşılıyor…

Yalnız bu çatışmanın esasen Tayyip Bey ile AK Parti arasında olacağını düşünüyorum. Bu çatışmanın olmaması için ya Tayyip Bey bu tek adamlık, başkanlık arzusundan vazgeçecek ki bu tek yol gibi gözüküyor, ya da Berat Albayrak gibi bir figüre yeniden dönüş yapacak.

Aileden olan, bu denli yakın olduğu birisiyle bile güven ilişkisinin tesis edilemediği bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın daha fazla böyle bir modelle devam edeceği kanaatinde değilim. Hayat Başkanlık Sistemi’nden, Parlamenter Sistem’e dönüşü ve Cumhur İttifakı’ndan AK Parti’ye dönüşü dayatıyor.

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek (FOTOĞRAF: MA)

SADECE MHP DEĞİL TÜM VESAYET UNSURLARI PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞE DİRENİYOR 

MHP buna direniyor mu?

Evet. Sadece MHP de değil. Bu vesayet unsurları da direniyor. Bakın hukuk reformu ortaya çıktıktan sonra Sabah gazetesi Osman Kavala’yı hedefe oturtan, onu uluslararası bir suç örgütünün Türkiye masa şefi gibi gösteren bir haber yayınladı. Alaattin Çakıcı, ana muhalefet parti liderini tehdit etti. MHP buna arka çıktı. Şimdi bu vesayet yapısının bütün unsurlarına, enstrümanlarına bakmak gerekiyor. Bundan sonra Türkiye’de bu yönde bir mücadelenin başlayacağı kanaatindeyim.

Bu “vesayet unsurlarını” biraz detaylandırmak gerekirse; örneğin Engin Alan, Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Alaattin Çakıcı’nın olduğu bir fotoğraf yayımlandı. Bu kamuoyunda “Bu ilişkilerin ortaya çıkması için artık Susurluk’taki gibi bir kazaya bile gerek kalmıyor” yorumlarına neden oldu. Tepkiyle karşılandı. Bu isimlerin de eskiden Ergenekon soruşturmalarında yargılandığını biliyoruz. Dolayısıyla dediğiniz vesayetin o soruşturmanın içinde de yer alan insanlardan oluştuğunu düşünmeli miyiz?

Hayır. Bu insanlar bu işin içerisinde olabilirler, fakat onlar tarafından kurulduğu kanaatinde değilim. Sadece ulusal güvenlik gibi subjektif ve soyut bir çerçeve ortaya konuldu ve insanlara AK Partili olmadan meşru ve makbul vatandaşları olmanın yolu açıldı. Bu vesayet mekanizmasının medya üzerindeki hâkimiyetiyle AK Parti’nin rakiplerini hızlı bir şekilde sistemin dışına atmanın alanı yaratıldı. Dolayısıyla bunun en büyük ayağı medya ve iletişim stratejileridir.

YENİ VESAYETİN ANA FELSEFESİ CUMHUR İTTİFAKI’NIN İKTİDARDA KALMASI 

Türkiye Cumhuriyeti’nde yasal olarak muhalefet partilerini terörle ilişkilendirmiyorsunuz. Bunun için elinizde çok fazla kanıtın olması gerekiyor ve bu kanıtınız yok. Bunun aksi yönde hareket ettiğiniz zaman resmen bir otoriter rejim olduğunuzu ilan etmiş oluyorsunuz. İstiyorlar ki hem demokratik rejim devam etsin hem de fiili olarak sadece makbul ve meşru partiler seçimi kazansın. Bu yüzden muhalif partilere ya da muhalif seçmenlere, seçimlerden önce terörist ya da vatan haini damgası vuruluyor. Yani vesayet aslında yasal bir çerçeveye sahip değil. Tamamen psikoloji inşa etme üzerine kurulu.

Yani burada Pelikan’ı mı işaret ediyorsunuz?

Evet. Onlarla birlikte televizyonlara çıkan gazeteciler, kötü yorum yapan yorumcular, bunları ekranlara çıkartan editörler, bu kültürün inşa edilmesine katkıda bulundular. Herhangi bir hadiseyi ulusal güvenlik İle açıklamak ve ulusal güvenlik adına da AK Parti’nin ve MHP’nin iktidarda kalması gerektiğini düşünmek bu vesayetin ana felsefesi. Aslında toplumsal karşılığı olmayan, toplumsal sorunları çözme yeteneği olmayan, karar alma mekanizmalarında etkin olma şansı olmayan insanların ulusal güvenlik söylemi üzerinden iktidara eklemlenmesi ve tabandan tavana işleyen siyaset mekanizması yerine, tavandan tabana empoze edilen bir vesayet mekanizması kurduklarını düşünüyorum. O yüzden vesayetle siyasetçiler arasındaki çatışmadan bahsetmek çok yerinde olur. AK Parti’nin içerisinde vesayet konuşsun diyenler de var, siyaset konuşsun diyenler de var. Muhalefet kanadında da aynı şekilde. Örneğin Ümit Özdağ gibi vesayet tarafında olan insanlar da var, siyaset yapmak isteyenler de var. CHP’de de bu böyle. Bu nedenle Türkiye’deki temel tartışma bir Ulusal güvenlik söylemi üzerinden ve sürekli olağanüstü durumlar yaşayan ve sürekli olarak teyakkuzda olan bir toplum yaratmak isteyenler ile siyasetin normalleşliği, halkın sorunlarına çözüm üreten bir siyaseti oluşturma konusunda ısrarla olanlar arasında.

Tabii burada bir fark var. Bütün bu söylediğiniz sistemi yöneten bir kişi var o da Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Tabii ki. Zaten bütün bunların nedeni Başkanlık Sistemi arzusudur. Otoriterleşme eğilimi geçmişte farklı ortaklarla oluştu ve bu ortaklarla birlikte sürekli olarak bir ikilemde kaldı. Güven duymadı ya da yetkisinin paylaşmak istemedi. Berat Albayrak ile birlikte hem gücünü paylaşmak zorunda kalmadı hem de güven duyabileceği bir Vesayet sistemi inşa etti.

DOĞRUDAN ETKLİ DEĞİL ANCAK BİDEN KAZANMASA ÇATIŞMA YAŞANMAZDI

Sormamış olmayayım, tüm bunların ABD’de de Biden’ın seçimi kazanmasına denk geliyor olması bir tesadüf müdür?

Doğrudan etkili olduğunu düşünmüyorum. Ancak eğer Biden kazanmasaydı bu çatışmanın da yaşanabileceği kanaatinde değilim. Muhtemelen ertelenecekti.

Cem Küçük’ün sizi hedef göstermeye başladı. Bir tekzip yayımladınız. Meral Akşener’in danışmanlığını yaptığınızda iddia edildi. Cem Küçük’ün sizi bu şekilde hedef almasını neye bağlıyorsunuz?

Birçok sebebi olabilir. Ben de merak ediyorum ve öğrenmeye çalışıyorum. Kendisinin benimle ilgili kamuoyuna aktardıklarının hiçbirinin doğru tarafı yok. Mesela, ben Taraf Gazetesi yazarı olmadım. Sadece dışarıdan yazı gönderdim ve bunlar için hiçbir telif ücreti almadım . Başka birçok gazete ve dergiye yazı gönderdim. Bu akademisyenlik mesleğinin doğası gereği yaptığınız bir eylemdir. Hiçbir zaman benimle konuşmak isteyen, bana köşelerinde yer vermek isteyen dergilerin, gazetelerin, radyo istasyonlarının ve televizyon kanallarının ideolojik eğilimini gözeterek seçici davranmadım. Bu tip hesapçılığı kendi akademik namusuma hiç yakıştıramadım çünkü yazma ve konuşma eylemlerinin başlı başına masum ve meşru olduğu kanaatindeyim.

Bu tip insanların yapmaya çalıştığı şey insanların meşru eylemlerinden utanmalarını sağlamak. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve yaptığım hiçbir eylemin utanılacak bir tarafı yoktur. Bu insanların televizyonlara çıkıp Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru vatandaşlarını kriminalize etmeleri büyük bir sorun. Bu Türkiye’de bir kültür haline geldi ve bilinçli yapılıyor. Medeni tartışma imkanları bilinçli şekilde imha ediliyor çünkü bu hükümet herhangi bir meselenin olabildiğince kalitesiz bir kamusal tartışmaya konu olmasını arzu ediyor. Gücünü bu lümpenlikten alıyor. Kamusal tartışmanın teknik ve rasyonel zeminde ilerlemesini bilhassa istemiyor.

Bunun için kerameti kendinden menkul gazeteciler ve yorumcular köşelerinde ve televizyon ekranlarında ülkenin masum insanlarını vatan haini ilan etmeye ya da terörist olarak yaftalamak konusunda çok serbest. Hukukun olduğu bir ülkede bu tip hoyrat ve medeniyetsiz tavırların bir karşılığı olur. En azından tekzip ve düzeltme mekanizmaları sağlıklı işler. Bizde ise böyle olmuyor.

Eğer gazeteler bu tip insanların yayınlarından dolayı gönderilen tekzipleri yayınlasalardı, muhtemelen normal bir gazete çıkartamayacaklardı. Mesela, Cem Küçük benimle ilgili görüşlerinin kaynağı olarak  Hulki Cevizoğlu’nu gösterdi. Hulki Cevizoğlu, Cem Küçük’ü yalanladı. Ben de yalanladım. Peki, Cem Küçük bir düzeltme yayınladı mı? Hayır. Bütün bunları niçin yapıyor ve neden söylüyor? Ben bunu çok merak ediyorum.

BUGÜN TETİKÇİLİK YAPAN İNSANLAR YARIN REFORM KELEBEĞİ OLACAKLAR 

Biliyorsunuz Türkiye’de insanlar bu şekilde hedef gösterilmeleriyle tutuklanıyor. Böyle bir kaygı taşıyor musunuz?

Hayır, taşımıyorum. Ben ve ailem mutevazi ve makbul vatandaşlarız ve hep böyle olduk. Hep kanunlardan yana olduk. Ben akademisyenim ve akademik kurallara her zaman çok saygılı olmuşumdur. Hep çalışarak, üreterek var olmaya çalıştım. Hiçbir masanın, sosyetenin ya da cemiyetin adamı olarak kendimi var etmedim. Benim hiçbir eyleminden dolayı utanılacak ya da geri adım atacağım bir durumum yok. Bu tip insanlara yok pabuç bırakacak biri olmadığımı da herkes bilir. Hiçbir şekilde geri adım atmayacağım. Yaptığımız şeyin kabahat içeren hiçbir tarafı yoktur. Biz Türkiye’yi televizyonlara çıkıp insanları vatan haini ya da terörist ilan edenlerden daha çok seviyoruz. Bu insanlar ise başka bir şey seviyorlar. Göreceksiniz, tetikçilik yapan bu insanların hepsi de siyasi atmosfer değiştikten sonra bir reform kelebeği olacaklar.

PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞ SON 5 YILIN KAYBEDİLDİĞİNİN İTİRAFI OLACAK  

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk devletini güçlendireceği açıklaması ardından Adalet Bakanı’nın ve son olarak Bülent Arınç’ın açıklamaları kamuoyunda iş insanı Osman Kavala’dan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a uzanan bir tahliye beklentisi yarattı. Siz de bu beklentiyi paylaşıyor musunuz? Bundan sonrası için Türkiye’nin Parlamenter Sisteme döneceğini ifade ettiniz ama yakın vadede ne gibi gelişmeler yaşanabileceğini ön görüyorsunuz? 2021’de erken seçime gider mi bu süreç?

Cumhur İttifakı’nın dağılması bir erken seçim getirir. Bu nedenle 2021 senesinde bir erken seçim bekliyorum. İkincisi, insanlar tutuklanabilir ve serbest bırakılabilirler, ama bunların hiçbirinin benim için bir anlamı yok. Siyasi saiklerle bir yazarın ya da bir siyasetçinin tutuklanması ile siyasi saiklerle serbest bırakılmaları arasında teknik olarak ve teorik olarak hiçbir fark görmüyorum. Bunların kurumsal teminatlar altına alınması gerekiyor. Güçlendirilmiş parlamenter sistem geri gelirse bu benim için büyük bir kurumsal teminat haline gelir. Ancak bu son beş senedir Sayın Erdoğan’ın ajandası ile çok farklı. Eğer gücün paylaşılmaması üzerine oturan bir sistemde ısrar edilirse Demirtaş’ın, Kavala’nın ya da Altan’ın hapisten çıkarılmasının hiçbir kurumsal teminatı olmayacak. Kurumsal teminatlar üzerinden ilerlemek gerekiyor. Parlamenter sisteme dönüş olursa Türkiye’nin son beş senesinin de kaybedildiğini itirafı olacaktır.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram