‘Senin olan, benim olsun’: Kulüp’ün 2. sezonda anlatamadığı gerçekler

Kulüp İkinci sezonuyla bu kez İstanbullu Rumların bir gecede yapılan saldırıyla hayatlarının nasıl değiştiğini, Rum kadınların, tüccarın ve esnafın canlarının, mallarının ve mülklerinin nasıl talan edildiğini anlatıyor. Fakat anlatmadıkları, anlatamadıkları da var...

NERMİN KAYA 08 Ocak 2022 HABER ANALİZ

Netflix’te yayınlanan “Kulüp” isimli dizi, ikinci sezonuyla seyirciyle buluştu. Ana karakteri Matilda üzerinden Sefarad Yahudilerinin hayatına, bugün artık çok az konuşanın kaldığı Ladino diline ve Varlık Vergisi‘nin Yahudiler üzerindeki yok edici etkisine ışık tutan Kulüp, ikinci sezonunda bu kez 6-7 Eylül Pogromu‘nu işliyor.

Kulüp ilk sezonunda Türkiye toplumuna, “Matilda’nın ve bugün Türkiye’deki Yahudilerin hayatını geri dönüşü olmayan şekilde etkileyen Varlık Vergisi’nden ne kadar haberdarız?” sorusunu yöneltmişti. İkinci sezonuyla bu kez İstanbullu Rumların bir gecede yapılan saldırıyla hayatlarının nasıl değiştiğini, Rum kadınların, tüccar ve esnafın canlarının, mallarının ve mülklerinin nasıl talan edildiğini gösteriyor.

İkinci sezon, ilk sezonda Kulüp’ün patronu Orhan’a verilecek ödülün ve önünün açılmasındaki anlaşmanın tek şartının hayata geçirildiğini görüyoruz: “Türkiye Türklerindir.”

“TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR” POLİTİKASI VÜCUT BULUYOR

İstanbul eğlence hayatının, gayrimüslimlerin elinden alarak Türk müteşebbislerce yeniden inşa edilmesi isteniyordu. Bu nedenle patron Orhan’a sunulan şart, eğlence sektörünü ‘temizlemek’ için Kulüp’te çalıştırılan gayrimüslimlerin işten çıkarılmasıydı. Orhan, mecburen kabul ettiği bu şartı meşrulaştırmak için, “Türkiye yeni bir döneme girecek, her şey değişecek, gayrimüslimler de buna ayak uyduracak” demişti.

Dizinin ikinci sezonunda 9 ay sonraya gidiyor ve bu sözlerin kısa sürede nasıl hayata geçirildiğini görüyoruz. Bunun için de devlet aklı temsili olarak Kürşat karakteri çıkıyor karşımıza.

VARLIK VERGİSİ’NDEN 6-7 EYLÜL’E, DEVLET AKLI KÜRŞAT

Saraçoğlu’nun başbakanlık yaptığı, yani Varlık Vergisi’ni de içine alan, Nazi Almanyası ile Arkadaşlık Antlaşması’nın imzalandığı ve bu çerçevede Holokost’tan kaçan birçok Yahudi’nin Türkiye üzerinden yolculuk etmesine ve Struma gemisindeki Yahudi mültecinin ölümlerine sebep olunduğu dönem.

Kürşat da Matilda’nın babası ve ağabeyiyle yaşadığı eve gelerek, Aseo ailesinin Yahudi Soykırımı’ndan kurtulanlara yardım etmek için gizledikleri para ve mücevherleri buluyor. Ve böylece, Varlık Vergisi’nde paylarına düşen vergiyi ödeyen Matilda’nın babası ve ağabeyini, ‘devletten mal kaçırdıkları’ iddiasıyla Aşkale kampına göndereceklerini söylüyor.

Yardım için gizlenen para ve mücevherlerin yerini Kürşat’a, yani ‘devletin adamı’na ihbar eden ise yanlarında çalışan, sağ kolları ve Matilda’nın ileride doğacak kızının babası Mümtaz.

Mümtaz, dizinin ilk sezonunda yanında çalıştığı Aseo ailesini ihbar ediyor ve karşılığında para alıyordu. İkinci sezonda ihbar ettiği ve para aldığı kişinin Kürşat olduğunu öğreniyoruz.

DEVLETİN KARANLIK YÜZÜ SADECE TEMSİLLE KALIYOR

Kürşat, ilerleyen bölüm ve sahnelerde yeniden karşımıza çıkıyor. Kulüp İstanbul’da Orhan’a ödül veren, eğlence sektörünün Türkleşmesini amaçlayan daha sonra ortaklık kurmak isteyen, nihayetinde de Orhan’ın aslını araştırmaya başlayan bir isim.

Kürşat, Orhan’ın geçmişini araştırmaya başladığında aslında Rum olduğunu öğreniyor ve Orhan’ı, yani Niko’yu hiç beklemediği bir anda, eskiden gizlice yaşadıkları mahalledeki evlerinde karşılıyor.

RUMCA BİLEN DEVLET ADAMI

Üstelik Kürşat, Orhan’ın Alzhemier olmuş annesiyle Rumca konuşuyor! Bu da bizi, devletin karanlık yüzünde, onu temsil eden elemanların, daha başka adıyla ‘adamların’ nasıl derin ve sıkı bir tedrisattan geçtikleri gerçeğiyle yüzleştiriyor.

Fakat, gayrimüslim aileleri Aşkale kamplarına gönderecek, soy sop bilgisine ulaşacak, ‘dönmeler’in peşine düşecek ve Rumca bilecek kadar kudretli ve tedrisatlı Kürşat’ın bu bilgilere nasıl vakıf olduğundan hiç söz edilmiyor.

DİZİDE ANLATILMAYANLAR: NİKO’NUN ORHAN’A DÖNÜŞMESİ 

İlk sezon Orhan’ın aslında Niko olduğunu görmüş ama neler yaşandığını izleyememiştik. Kürşat’ın ulaştığı bilgilere göre Orhan’ın aile kaydı İzmir’de başlıyor, ancak daha öncesine ulaşılamıyor.

Ancak dizide anlatılmayan önemli ayrıntı şu: Niko’nun ailesi neden Rum olduklarını gizledi ve kayıtları değiştirerek Türkleşti? İzmir’de başlayan ve gerisine ulaşılmayan hikâyesi neydi?

BİR ‘SOYKIRIM PROVASI’: 1914 RUM TEHCİRİ

Niko’nun Orhan olma hikâyesi, aslında Ermeni Soykırımı öncesinde başlayan Rum tehcirine dayanıyor. 1915’ten de önce, 1914’te yapılan Rum tehciri için ‘Ermeni Soykırımı’nın provası deniyor.

Dizide bahsedilmese de muhtemelen Niko’nun ailesi, bu tehcir ve aynı döneme denk gelen pogromlar sonrası hayatta kalmak adına bu yola başvuranlardan. Orhan’ın telaffuz ettiğine göre babası Girit’e gidiyor ve annesiyle kendisi İzmir’de kalıyor. Buradan yola çıkarsak, muhtemelen Orhan’ın, yani Niko’nun babası tehcir sonucu Girit’e gitmek zorunda kalmış olabilir.

Türkiye’de kalan ailesi için ise hayatta kalmanın tek yolu Müslüman olmak ve Türkleşme. İlk sezonda, annesinin dolaba kilitlediği çocuk Niko’ya “Senin adın Orhan” diyerek yeni ismini ezberletmeye çalışması, 10 yaşına geldiğinde ise İzmir’den İstanbul’a taşınarak burada Müslüman Türk aile olarak yaşamaya başlamaları olası.

“DÖNMELER”, NİKOLAR, ORHANLAR… 

Niko ve ailesi, devletin ve nefret söylemenin sözlükteki adıyla “dönme” olanlardan. Kimliğinden, dininden ve dilinden vazgeçmek zorunda kalan, Müslümanlaş(tırıl)mış gayrimüslimler “dönme” olarak adlandırılıyor. Vazgeçmeye zorlanma, zorla vazgeçirme, vazgeçme…

Peki, isim, kütük, şehir, gelenek, görenek, din ve kimlik değiştirmek “dönmeleri” komşularına, çevresine, iş yaptıkları insanlara karşı korusa da devletten koruyabiliyor mu? Örneğin Müslümanlaşmış nesilden bir sonraki nesil “dönme” olduklarını bilmeden yaşasa da bunu unutmayan, hafızasında tutan ve gerekli yerde gerekli zamanda ortaya dökerek bedel ödeten tek bir isim oluyor, o da devlet.

“SEN UNUTTURSAN DA DEVLET UNUTMUYOR”

Aslında Niko’nun başına gelenler de devletin “ne olursan ol benden kaçamazsın” demesinden ibaret. Kimse Orhan’ın geçmişini bilmese ve Orhan, nihayetinde annesinin geçmişe dönük canlanan hafızasını elleriyle sustursa da bunu ona hatırlatacak kudret asla son bulmuyor. Devlet orada ve asla unutmuyor.

Yine dizide anlatılmasa da Varlık Vergisi’nde gayrimüslimlerden sonra en çok vergi alınanlar da “dönmeler” oluyor. 11 Kasım 1942’te kanunlaştırılan Varlık Vergisi Servet Komisyonları’na göre, vergi mükellefleri Maliye Bakanlığı’nca belirlenen dört grupla baz alınıyor:

M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde 12,5’ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50’sini; D grubu (dönmeler) yüzde 25’ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12,5’ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de yüzde 5’ini ödeyeceklerdi.

SERMAYENİN EL DEĞİŞTİRMESİ 6-7 EYLÜL POGROMU’YLA DEVAM EDİYOR

“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”

Şükrü Saraçoğlu’nun Varlık Vergisi’ne dair konuşması böyleydi.

1944 yılında kaldırılan kanundan sonra sermayenin Türkleştirilmesi çalışması başka yollarla devam etti. Vergiden yalnızca 11 yıl sonra 6-7 Eylül 1955’te yapılan Rum pogromu da bunun parçasıydı.

“Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldı” haberiyle başlayan süreç, Kıbrıs Türktür Derneği’nin öncülüğünde galeyana getiren halk ve şehre dışarıdan aynı gün getirilen güruhla birlikte 6 Eylül akşamı İstanbul’da, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkımını beraberinde getirdi.

İlk saldırı saat 19.00 sıralarında şimdiki Ramada Otel’in yerinde bulunan ve Rum bir vatandaşa ait Şişli’deki Haylayf Pastanesi’ne yapıldı. Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu’na geçerek gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudilerin dükkânlarına saldırarak yağma ve talana başladı.

“ŞÖYLE BİR ÜSTÜNDEN GEÇİLEN” ANLATI

Kulüp’ün ikinci sezonu da 6 Eylül gününü anlatıyor. Buraya kadar, yukarıda bahsini geçtiğimiz yağma anlatılıyor anlatılmasına da görselleştirilerek resmedilmekten öteye gidemiyor. İlk sezonunda Varlık Vergisi’nin kararttığı hayatı söylemekte direten, Şabat sofralarından dualarına kadar Yahudi karaktere yer veren dizi, bu kez pogromu “şöyle bir üstünden geçerek” anlatmakla yetiniyor.

Ne yazık ki, Kıbrıs Türktür Derneği, MİT ve üst düzey devlet yetkililerinin birlikte hazırladığı “Atatürk’ün evi bombalandı” iddiası, şehir dışından getirilen kitleler, aylar boyunca yapılan hazırlık dizide işlenmiyor. Korkunç bir kalabalık bir anda dükkanlara saldırmaya başlıyor, işin özü Rumlara yapılan bir saldırı olduğunu da faillik bir anlatıya kadar tam anlayamıyoruz. İsimsiz dükkanlar, isimsiz failler… O faillik anlatı da elbette karşımıza Rum kadın Tasula’yla karşımıza çıkıyor.

FAİLLİK VE KLİŞE ANLATILAR

Kulüp, bugüne kadar Türkiye Sineması’nda hep “fahişe” olarak resmedilen Rum kadını, yine çalışmak için kadınlığını kullanan bir karaktere, sonra da Türk erkekler tarafından tecavüze uğrayan kadına sıkıştırıp bırakıyor. Şu doğru, o gün tecavüze uğrayan Rum kadınlar vardı ancak Kulüp, Tasula’ya öncesinde de başka bir karakter çizmemişti.

Dizide, esaslı şekilde, ayan beyan Rumlara saldırı olduğunu da kendisine tecavüz etmeye çalışan Türk Bahtiyar’dan öcünü almak isteyen Tasula’nın, Bahtiyar’ı Rum’muş gibi güruha ihbar etmesiyle görüyoruz. Saldırgan ve yağmacı güruh, Dimitri sandıkları Bahtiyar’ı linç ederek öldürüyor.

BAZI KÖTÜLER, KURTARICILAR VE KAYBEDİLEN ‘RENKLER’…

Dizinin son bölümünde hızlıca anlattığı, daha doğrusu resmettiği pogrom; kurtarıcı Müslüman erkeğin Tasula’yı o kalabalığın içinde tecavüze uğramış halde bulup kurtarması, Kulüp içinde kalan Türklerin dışarıda kurtarılmayı bekleyenleri içeri alması, Raşel’in bebeğini doğurması ve ağırlığı Müslüman Türk olan ‘iyiler’le, hala dışarıda katledilen gayrimüslimlerden kurtulabilenlerin bir masa etrafında toplanıp mum yakması kadar geçen sürede anlatılıp bitiriliyor.

Pogrom; faile, faillere, neden nasıl oldu sorularına açıklık getirmeden yalnızca son bölümde görselleştirilerek hızlıca geçiliyor ve katliamın ortasında bir masa etrafında birleşenler, artık yitirdiğimiz “bu ülkenin renkleri” olarak anlatılıyor.

Bir başka klişe olan renkler, bu topraklardan gayrimüslimlerin nasıl koparılıp yok edildiğini anlatmayan, aksine varlıklarını renge indirgeyen klişe ve isimsiz bir anlatının ötesine geçmiyor.

İLK SEZON GAYRİMÜSLİMLER, İKİNCİ SEZON KURTARICILAR

Çelebi’nin Selim’i tehdit ederken çizdiği tablo da o malum klişe anlatıdan neden bir türlü vazgeçilemediği sorusunu yöneltiyor: Anneler neden hep gayrimüslim, babalar neden hep Müslüman Türk? Ve kurtarıcılar da neden hep Müslüman Türk erkekler oluyor?

İkinci sezonda Ermeni karakter göremesek de ilk sezonuyla bize 1950’ler İstanbul’unda, bir gece kulübünde çalışan zanaatkârların ve işçilerinin büyük çoğunluğunun Yahudi, Rum ve Ermeni olduğunu, yine gayrimüslim halkların kentin neredeyse bütün hatlarında, mekanlarında, iş kollarında, mahallelerinde ne kadar da etkin ve yerleşik olduğunu gösteren Kulüp; ikinci sezonunda gayrimüslimleri anlatmak yerine galeyana gelen bazı kötü insanlara ve Kürşat’lara karşı, “renklerimizi” kucaklayan iyi kalpli Türkleri anlatıyor gibi bir atmosfer çiziyor.

Coca Cola’nın bayramlarda yayınlanan meşhur “bir sofra etrafında toplaşan mutlu aile” reklamlarını hatırlatan bi sahneyle son buluyor Kulüp…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram