Şairler ve savaş

MUHAMMET MERTEK 11 Kasım 2018 GÖRÜŞ

Bugün (11 Kasım) Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-18) yüzyıl önce resmen sona erdiği gün. Onlarca ülkenin katıldığı savaş, arkasında büyük yıkımlarla birlikte milyonlarca ölü ve yaralı bıraktı. Yüzyıl önce birbirleriyle savaşan ülkelerin liderleri bugün el sıkışarak kucaklaşabiliyorsa, bütün bunlar niye yaşandı? Gerçekten kazananı var mıdır savaşların?

Kim bilir zafer diye kutlanan savaşların arkasında bile nice trajedi ve dramlar yatıyor(dur)… Ancak bunları yaşamayanlar savaşı yüceltebilirler. Aynen Birinci Dünya Savaşı öncesi ve başlarında savaşı yücelten 50 bin civarında şiir yazan Alman şairler gibi.

Savaşın bitiş yıldönümü güneşli bir pazar gününe denk geldi. Bu münasebetle her yerde olduğu gibi Hamm Şehir Kütüphanesi’de de bir etkinlik düzenlenmişti. Hem konferansı verenin kişiliği hem de sunumun içeriği kütüphanenin yolunu tutmama vesile oldu. Kütüphanenin bir yıl kadar önce emekli olan eski müdürü Dr. Volker Pirsich’in sunumu gerçekten ibretli örneklerle doluydu. Son derece sessiz bir ortamda dönemin bazı önemli edebiyatçı ve şairlerinden bahsetti, şiirlerinden okudu.

Kimler yoktu ki bunlar arasında… Gerhard Hauptmann, Alfred Döblin, Thomas Mann, Heinrich Mann, Hermann Hesse, Richard Dehmel, Ernst Jünger, Alfred Lichtenstein, Ernst Stadler, August Stramm, Otto Nebel, Kurt Tucholsky, Erich Mühsam, Lugwig Rubiner, Carl Zuckmayer, Kurt Heller, Walter Flex vb.

Mesela Georg Trakl (1887-1914), son şiirlerinden birinde şu anki Batı Ukranya’da Rus kuvvetleriyle Avusturya-Macaristan ordusunun 1914’te yaptığı çetin Grodek Savaşı’nı şöyle anlatıyor.

GRODEK

Akşam oldu mu hazan ormanları
Kan kusan silahların sesiyle sarsılır,
Altından yaylalarla mavi göller üzerinde güneş
Durmadan artan kederiyle yıkılır gider;
Gece kucaklar ölüme yazılmış savaşçıları,
Ve parçalanmış ağızların keskin çığlığını.
Şafağın kızıl bulutlarına oturan öfkeli Tanrı
Çayırların üzerinde sessizce toplar,
Akıtılan kanı; ayın ürpertici esintisinde
Bütün sokaklar kara çürümüşlüğe bulanır.
Gecenin ve yıldızların altından dalları dibinde,
Salınır suskunluğa gömülü ormanda kızkardeş gölge,
Kahramanların ruhunu ve kanlı başları
Selamlamak için;
Ve sessiz çınıltısı işitilir
Güzün karanlık flütlerinin.
Ey gururlu hüzün! Siz tunçtan sunaklar,
Ruhun kızgın alevini dev bir acı besliyor,
Doğmamaya yazgılı torunlar.

Özellikle Trakl gibi çoğunluğu ekspresyonist ekolü oluşturan ve 1875-1895 yılları arasında doğup Birinci Dünya Savaşı’na büyük bir heyecanla, gönüllü katılan genç şairler, bu büyük felaketi yazmış ve yüzleşmişlerdir. Alman edebiyatında ekspresyonizm, başlangıçta estetik ve felsefeye dayalı olsa da sonraları politik yanı ağır basan bir akımdır.

Ernst Toller ise gönüllü olarak katıldığı savaştan ağır yaralı olarak döner. Sonra Münih ve Heidelberg’de felsefe ve edebiyat öğrenimi görür. Savaş yaşantısı Toller’in hayatını kökten değiştirir ve antimilitarist bir dünya görüşüne yönelir. 1933 yılında İsviçre, Fransa, İngiltere üstünden Amerika’ya göç eden Toller, ağır bunalımlara düşerek 1939’da New York’ta intihar eder. Toller’e göre politik şairliğin en önemli şartı sorumluluk duygusudur: Kendine ve insan kardeşlerine karşı sorumluluk.

Toller’in eserlerindeki değişmeyen konu insanın yalnızlaşma sorunudur. İnsanlar arasında gerçek bir sevgi ve beraberlik var mıdır, sorusuna derinden cevap arar. Retorik ve ütopik de olsa cevabı evet’tir. Ona göre idealistle öteki insanlar arasındaki uçurumun kapanması için kütlenin (Masse) insan, sürünün (Herde) de toplum (Gemeinschaft) olması gerekir. Bu da özgürlüğe dayalı mutlak bir ahlakın sağlanmasıyla gerçekleşebilir.

Her ne kadar şiirlerinde savaşkârlığı yüceltse de onun kahredici ve yıkıcı yüzünü gördükten sonra çokları gibi bu düşüncelerinden vazgeçer.

“Die Wandlung” (1919) isimli dramında altını çizer bunun. Dram kahramanı Friedrich, heykeltraş olmak ister. Savaşın herkesi birleştireceğine inandığından denizaşırı savaşlara katılır. Savaş dönüşü, bir heykelde vatanın zaferi konusunu işlemek ister. Ama savaş malûlü bir kocadan dinledikleri, onu çok etkiler ve savaşın yalnızca belli bir çıkarcı çevreyi desteklediğini öğrenince heykelini paramparça eder.

Alman edebiyatçıların çoğu 1920’li yıllarda savaşın anlamsızlığını ortaya koyan roman, dram, şiir gibi nice edebi eserler verirler. Verirler ama 21 yıl sonra gelecek ikinci büyük felaketin önüne geçemezler.

Niçin? Bertolt Brecht, 1928’de yayınlanan “Üç Kuruşluk Opera” (Die Dreigroschenoper) isimli eserinde teşhisi koyar: “Önce ekmek sonra ahlâk. İnsan neyle yaşar ki?” (Erst kommt das Fressen, dann kommt die Moral. – Denn wovon lebt der Mensch?)

Savaşların nasıl bir yıkım ve felaket olduğunu hâlâ anlamayan dünyanın belli coğrafyaları, bu acıları yaşamaya devam ediyor. Toplumun eğitim ve refah seviyesi yükselmeden, evrensel bir hukuk ve adalet anlayışı yerleşmeden de acılar ve trajediler biteceğe benzemiyor.

Dr. Pirsich’i dinlerken aklıma Arif Nihat Asya’nın “Bayrak”, Yahya Kemal’in “Akıncılar”, Mehmet Akif’in “Çanakkale Zaferi” isimli şiirleri geldi. Savaş ve düşmanlık üzerinden değil, barış ve sevgi üzerinden bir kimlik inşasına her zamankinden daha çok ihtiyaç var.

Alman halkı savaşı yücelten 50 binden fazla şiirin bedelini fazlasıyla ödediler. Peki bunca tecrübeye rağmen toplumlar hâlâ niçin ağır bedeller ödemeye çalışırlar anlaşılır gibi değil.

mmertek.de

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com