Politika metafizik perspektifle yorumlanabilir mi?

Politikanın metafizik perspektifle yorumlanması niçin mahzurlu olsun? Mevdudi’nin iddia ettiği gibi Rab isminin politik alanda hiçbir yansıması yok mudur? Ya da politikaya rububiyet kavramı üzerinden metafizik bir boyut kazandırılamaz mı? 

AYHAN TEKİNEŞ 28 Mart 2021 GÖRÜŞ

Toplumsal ilişkileri tek yönlü açıklamak oldukça zordur. Toplumsal yapıların sürekli değişimi, ilişkilerin tabiatını da etkiler. Topluma ilişkin bazı teorik ilkeler öngörmek mümkün olsa da ilkelerin pratikle nasıl örtüşeceği sorusunun cevabı her zaman yoruma açık bir alan bırakmaktadır. Bundan dolayı İslam kelamcıları, toplumsal olayları akideyi merkeze alarak açıklamaktan kaçınmışlardır.

Toplumsal değişimin yanında her insanın aynı anda farklı ilişki ağları ya da Alman sosyolog Niklas Luhmann’ın değişiyle sistemler içinde yer alması toplumsal olayları tek boyut üzerinden açıklamayı zorlaştırmaktadır. Sürekli yeni yapıların ortaya çıkması, yeni kurumların oluşması, toplumsal rol dağılımlarının değişimi sosyal alana ait değişmez kuralların ister istemez ilke ve prensipler düzeyinde kalmasını zorunlu kılmaktadır.

Toplumsal tabakalar arasındaki yönetim ilişkileri çok boyutlu olduğundan dolayı politik olan da meşruiyetini toplumsal gerçekliklerden ve rasyonaliteden almalıdır. Siyaset ve diğer toplumsal ilişkiler, çoğulcu bir perspektiften yorumlanmalıdır. İnsanların bir kısmının özsel donanımlara ya da doğuştan getirdikleri ayrıcalıklara sahip olduklarından dolayı imtiyazlı olduğu fikri, geçmişte kast sistemlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Dini inançlarından ya da ırkından dolayı bazı insanların ayrıcalıklı olması gerektiği fikri de bugünkü modern toplumlarda kutuplaşma ve çatışmaların kaynağı olmaktadır.

Siyaset toplumsal çoğulculuk dikkate alınarak ayrımcılık, ötekileştirme ve çatışma aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Lakin İslamcı siyaset teorileri, siyasi düşünceyi akide ekseninde yorumlayarak, çoğulcu toplumlar bir yana Müslüman toplumlarda bile çatışma ve ayrıştırma aracı olmaktadır. Politik alanı, Cenab-ı Hakk’ın isimleri üzerinden inanç alanına dönüştürmekte, politik tercihleri adeta iman-küfür mücadelesine indirgemektedir.

İslamcıların siyaset konusunda referans aldıkları İlahi isimlerden birisi Rab ismidir. İlahi isimlerin hayata yansıması, sufilerin perspektifiyle ifade edecek olursak, dinin metafizik boyutunu gösterir. Sûfî metafiziğindeki bireysel metafizik derinlik, politik İslamcılar eliyle sosyal alana taşınmış ve yeniden yorumlanmıştır. Burada hatıra şu sorular gelmektedir: Sosyal alanın özelikle de politikanın metafizik perspektifle yorumlanması niçin mahzurlu olsun? Yönetilen-yöneten ilişkisi Cenab-ı Hakkı’ın Rab ismi üzerinden açıklanamaz mı? Bir başka deyişle Mevdudi’nin iddia ettiği gibi Rab isminin politik alanda hiçbir yansıması yok mudur? Ya da en azından politikaya rububiyet kavramı üzerinden metafizik bir boyut kazandırılamaz mı?

Mevdudi, Rab kelimesinin dildeki anlamının terbiye olduğunu, daha sonra bu asıl anlamdan yöneticilik, sahib olma ve efendilik gibi siyasi içerikli anlamların türediğini söyler. Kelimenin Kur’an-ı Kerim’de de bu geniş anlam içeriğiyle geçtiğini, dolayısıyla Rab kavramının kök anlamıyla açıklanamayacak kadar geniş bir anlam çerçevesi kazandığını söyler. Rab ismi hayatın her alanını kuşatır. Mevdudi, Rab isminin kuşatıcılığını geçmiş ümmetlerin peygamberleri ile olan kıssalarının anlatıldığı Kur’an ayetlerinden örnekler vererek gösterir. Geçmiş ümmetlerin kevnî ve teşriî emirlerde Allah’ı unutup bazı aracı varlıkları Rab edindiğinden dolayı şirke düştüklerini ifade eder. Şirkten kurtulmak için de hayatı düzenleyen bütün kanunların ve siyasi otoritenin vahiy kaynaklı olması gerektiğini vurgular.

Mevdudî’nin bu sonuca ulaşmak için kullandığı örnekler, Peygamberlerle onların muhatabı olan inançsızlar arasındaki konuşmaların aktarıldığı âyetlere dayanmaktadır. Bu modeli günümüze uyarlayarak, literal çıkarımlar yapmakta, kendisini ve kendisi gibi düşünenleri adeta ilahi vahye dayanan Peygamber konumuna, farklı düşünenleri de müşrik putperestler konumuna koyarak, fikirlerini delillendirmeye çalışmaktadır. Klasik fıkıh ve kelam ilimlerinin istidlal metodlarını ve Kur’an’ın bütünlüğünü dikkate almadan yaptığı genellemelerle İslam akaidini Selefi söyleme uygun indirgemeci bir yaklaşımla yeniden inşa etmeye çalışmaktadır.

İlahi isimlerin hayata yansımasını tek bir ismin tek bir açıdan somut bir duruma yansıması şeklinde algılamak yerine esmâ-i hüsnânın hayatla dinamik etkileşimi olarak görmek daha uygundur.

Kâinatta, algı alanımız açısından ve bilimsel bilgiyi mümkün kılacak ölçüde bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Bu Cenab-ı Hakkı’n Hakîm isminin bir tecellisidir. Sebep-sonuç ilişkisi İbn Rüşd’ün belirttiği gibi rasyonal düşüncenin de temelidir. Rasyonel düşünce ve tefekkür de Kur’an’ın emridir. Sebep-sonuç ilişkisine riayet Hakîm ismine saygıyı gösterir. Nasıl ki Şafi ismi şifayı yaratanın Allah olduğunu gösterirken Hakîm ismi şifa için sebeplere riayeti gerektirmektedir. Aynı şekilde Rab ismi de kişisel gelişim, aile ve çocuk eğitimi gibi bireysel ve sosyal alanlardan toplumsal ilişkilere, hatta siyasete çok geniş bir çerçevede inanan insanlara metafizik bir perspektif sunar. Hakîm ismi de bütün bu alanlarda sebeplere uygun yani rasyonel hareket etmenin gerekliliğini ifade eder.

Adl ismi toplumsal adaleti kapsadığı gibi Cenab-ı Hakk’ın Rahman ismi de toplumsal ilişkilerde yardımlaşma ve merhamet duygusunun belirleyici olması gerektiğini ifade eder. Toplumsal bağların çeşitliliğinin ortaya çıkardığı her durumla alakalı Allah Teala’nın bir ismi metafizik açıdan referans olarak alınabilir. Toplumsal bağları, yalnızca siyasi liderliği dikkate alarak siyaset merkezli bir okuma, ilahi isimlerin çeşitliliği düşünüldüğünde metafizik açıdan da tutarlı değildir.

Metafizik ilkeler hayatın her alanını kuşatır. Hayatın düşünce, duygu ve sembolik açıdan belirli bir mihverde akışını belirler. Ancak akide ve ibadet alanındaki ilkelerin normatif kurallar haline dönüşümü yalnızca Peygamberlerin rehberliğiyle gerçekleşir. Diğer alanlarda da dönüşümlerin nasıl gerçekleşeceğiyle alakalı model örnekler, Peygamberlerin hayatlarında bulunmaktadır. Ancak siyaset gibi toplumsal bilimler, diğer tecrübi bilimler gibi beşerî bilgi birikimine bırakılmıştır.

İmam Gazalî, el-Munkız mine’d-dalâl isimli meşhur eserinde felsefi ve bilimsel bilgiyi dini açıdan değerlendirirken siyaset alanını da ayrı bir kategori olarak ele alır ve ‘’Siyaset bilimine gelince, felsefecilerin bu konudaki bütün sözleri dünyevi işler ve yönetim şekilleri ile alakalı dünyevi maslahatlarla alakalıdır’’ der. Siyaset hakkındaki felsefi bilginin meşruiyetini sağlamak için de ‘’Felsefeciler, bu bilimi Allah’ın peygamberlere indirdiği kutsal kitaplardan ve geçmiş peygamberlerden gelen halk arasında yayılmış hikmetlerden almışlardır.’’ diyerek, filozofların siyaset bilimi adıyla ortaya koydukları bilgilerin kaynağının ilahi olduğunu ancak zaman içerisinde tecrübe ve bilgi birikimi ile bir bilim dalı hüviyeti kazandığını ifade eder. Gazalî aynı yaklaşımı tıp ve diğer fen bilimleri ile alakalı olarak da ortaya koyar, ‘’din tıp biliminin inkâr edilmesini gerektirmez’’ der ve bu tür bilimler için şöyle bir metafizik ölçü belirler: ‘’Tabiatın Allah’ın emirlerine boyun eğdiğini, kendi başına hareket etmediğini bilmelisin. Her şey, Yaratıcı’nın emirleriyle ve o emirlere uygun hareket etmektedir.’’ Gazzalî’ye göre tıp bilimi ile siyaset bilimi arasında, dolayısıyla tıbbi bir hükümle siyasi bir hüküm arasında temelde bir fark yoktur. Her iki ilim de tecrübe ve bilgi birikimiyle sürekli gelişmektedir. İslamın temel metafizik ilkelerine aykırılık bulunmadığı sürece bu tür bilimlerle alakalı empirik ya da rasyonel olarak üretilen yeni bilgileri kabul etmenin herhangi bir sakıncası yoktur.

İslami gelenek içinde yönetim bilimleriyle alakalı felsefi, ahlaki ve hukuki perspektiflerden birçok eser kaleme alınmıştır. Siyasetin akide açısından yorumu ise tarihte gerçekte siyasi mezhep hüviyetinde olan Hariciler ve Şia tarafından yapılmıştır. Bu yorumların taşıdığı dışlayıcı ve ayrıştırıcı tutum sonucunda vuku bulan savaşlar, siyasetin inanç eksenli yorumunun ne kadar tehlikeli sonuçları olduğunu yeterince ortaya koymuştur. Bundan dolayı İslam bilginleri politik olanla dini olanı birbirinden ayırma konusunda hassasiyet göstermiş ve aksiyonla akidenin iki ayrı alan olarak ele alınması gerektiğini vurgulamışlardır.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram