Paskalya, mutfak ve mücadele

Mutfak lezzetli, dinlendirici olduğu kadar politik de. Mutfakta çeşit çeşit malzeme, onlarca baharatın yanında direniş de var. Mutfak belki de kadının ilk direndiği, kendini kimliğini koruduğu, var olma mücadelesi verdiği ve siyasileştiği alan...

ALİN OZİNİAN 04 Nisan 2021 YAZARLAR

Bazılarımızın bildiği ve bazılarımızın bilmediği gibi sayıları yıllar içinde azalsa da Türkiye’de hala Hristiyan azınlık bir nüfus var. “Azınlık” kelimesi birçoklarının hoşuna gitmese de sayısal ve hukuki statü olarak Hristiyan Ermeni ve Rumların durumunu özetlemek için oldukça uygun ve yerinde.

Bugün iyimser tahminlere göre Türkiye’de çok büyük kısmı İstanbul’da olmak üzere 55 bin Ermeni ve 6 bin Rum var. Osmanlı’dan bugüne bakıldığında korkunç bir küçülme, erime, yok olma hali bu. Sayılar, sebepler, uygulanan politikalar bu yazının konusu değil çünkü bu yazıda ben size Paskalya’yı anlatacağım.

Bu yıl kutsal Paskalya haftası (29 Mart- 2 Nisan) ve 3 Nisan akşamı başlayacak olan “Diriliş yortusu”, Paskalya Covid-19 pandemisi sebebi ile tüm dünyada olduğu gibi, İstanbul’da kilise kısıtlamaları ve sokağa çıkma yasağı sebebi ile kalabalıklardan uzak hatta aile buluşmaları olmadan kutlanacak.

Paskalya denince akla aslında kırmızı olması gereken ama günümüzde rengarenk boyanan yumurtalar geliyor doğal olarak. Fakat Ermeniler için Paskalya, Doğu Hristiyanlarına özgü olan Paskalya çöreği ve tüm eve yayılan mis gibi mahlep kokusu demek biraz da.

Biz Ermeniler için mutfak önemli, sofralar ve yemekler önemli. Bunun altında yatan sebep ne tam olarak bilmiyorum ama hazırlamak, üretmek ardından paylaşmak ve bu paylaşım sofralarında uzun sohbetler yapmak sadece bizim değil, soframızda bizimle olan Türkler, Kürtler, daha nice Türkiyeli halk için de oldukça keyif verici.

Paskalya sofralarına (evet, benim en sevdiğim kısım bu – saklayamam) geçmeden önce, Paskalya’nın anlamı ve sembolleri üzerinde durmak lazım gelir.

Tüm Hristiyanlar tarafından kutlanan, Noel ile birlikte en önemli ve en büyük bayram sayılan Paskalya’da Hz. İsa’nın yeniden dirilişi kutlanır. Katolik ve Ortodoks kiliselerinde tıpkı Noel Bayramı gibi farklı dönemlerde kutlasa da Paskalya’yı, genelde az farkla Mart ortası ve Nisan sonuna kadar olan dönemde kutlanır.

İsa Mesih’in çarmıha gerildikten sonraki üçüncü günde dirilişinin kutlandığı Paskalya, pagan tanrılarından Babilli İştar’ın, doğaya bereketi ve uyanışı getirdiği döneme rastlar. Pesah (Hamursuz), Nevroz, Paskalya ve daha birçok bayram bu coğrafyanın bahara denk gelen kardeş bayramlarıdır.

Yaşadığımız coğrafyanın kadim bayramları, âdetleri, hoşlukları var. Bu kutlamaların çoğu Antik Çağlar’dan Hıristiyanlığa geçiş yapmadan önce de var olan ve bir şekilde “yeni dine adapte edilen” pratikler.

Sadece bayram dönemleri değil, semboller de benzerlik taşır. Doğurganlığı ve bereketi simgeleyen tavşan ve yumurtalar, bugün Paskalya döneminde Avrupa’nın sayısız kentindeki çikolata satan dükkânlarında ve İstanbul’un sayısı gittikçe azalan pastanelerinde yerine alsa da, aslında Antik Anadolu’ya uzanır hikâyesi; Fenikelilerin bereket tanrıçası Astarte’nin simgesi de tavşan ve yumurtadır…

Babil’e kadar uzanan bu geleneklerin hepsinde aynı şey saklı; yeni yaşam ve bereketin, yani baharın müjdecisi aslında!

Kutlanan İsa’nın ölümsüzleşmesinin yanı sıra bahar, baharın her yıl bıkmadan usanmadan getirdiği yeni hayat, doğanın canlanışı ve her ne olursa olsun yeşeren ümitlerimiz.
İflah olmayacak derecede umutlu insanların bayramı bence baharın getirdiği tüm bayramlar; doğa ile birlikte uyanan, silkinen, ne olursa olsun hayatta anlam bulan, hayatın yaşanılası olduğuna inanan, vazgeçmeye niyeti olmayan insanların bayramı!

Meşakkatli olduğu düşünülür Paskalya çöreğinin; öyledir de ama eskiye özellikle hatıralara bir öykünmedir bu geleneği devam ettirmek. Hala varım demek, unutmadım demek, “seni yaşatacağım babaanne!” demektir. Malzemenin zor bulunduğu ülkelerde yaşayanlar için, Yunanistan ziyaretlerinde bavula damla sakızları atmak ya da gelene gidene ricacı olunmaktır biraz. Mahlep’in bulunduğu, Suriye, Lübnan, Türk bakkallarını gezmek, stokları sağlam tutmaktır bazen.

Cumartesi akşam yemeği ile başlar Ermenilerin Paskalya bayramı. Balık yenir, mutlaka. Şarap içilir. Balık ile rakı sevenler, rakı içse de olur. Mezeler yapılır. Paskalyada deniz ürünleri Ermeni sofralarını süsler, İstanbul Ermenileri midye dolmasını de eksik etmez sofralardan. Unutulan tatlar da yok değil, kaç kişi artık uskumru dolması yapıyor mesela…

Noel ve Paskalya gibi bayramlarda sofraya bu kadar özenmemin bir değer sebebi de uzun ve hayvansal gıdaların yasak olduğu 40 günlük bir oruç süresinin ardından gelmeleri.

Kısaca bayram sofrası aslında perhizin bitişini simgeler. Ermeni kiliselerinde “Քրիստոս Յարեաւ ի Մեռելոց – Krisdos Haryav i Merelotz” (Mesih ölülerden dirildi) müjdesi ile halk birbirini selamlar ve bayram başlar.

Bayramdan sonra gelen 40 gün günaydın, merhaba demezdi büyüklerimiz İstanbul’da, hatırlıyorum. “Krisdos Haryav i Merelotz” der, “Օրհնեալ է Յարութիւնն Քրիստոսի – Orhnial e Harutyunn Krisdosi” (Mesih’in göğe yükselişi kutlu olsun) cevabını alırlardı. Artık yok öyle şeyler.

Ermeniler için Paskalya öncesindeki bir hafta da çok özeldir, misal Perşembe günü yas günüdür. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği, Meryem’in gözyaşlarının sel olduğu günün anısını mercimek yemeği yenir.

Sonrasında yavaş yavaş yumurta boyamaya başlanır evlerde. Eskiden soğan kabuğu, sonraki yıllarda gıda boyası ile sadece kırmızı boyanan yumurtaların yerine şimdi rengârenk boyanıyor yumurtalar. Kırmızı İsa’nın dökülen kanının, yumurta ise dünyayı, dolayısı ile İsa’nın çarmıha gerilemesi ile kurtardığı insanlığı ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Çocukluğumda duyduğum anılar hala taze ama bugünün gerçeğinden çok uzak.

Kumkapı’ya gelin giden anneannemin anlattığı bayram için yapılan temizlik hikâyeleri mesela. Yeni gelinler, kayınvalideleri beğensin diye “tahta-bina evlerin merdivenleri, zeminleri Arap sabunu ile fırçalanır, sakız gibi yapılırdı da kayınvalideler yine burun kıvırırdı, ah şimdi gençler ne gördü ki…” diye anlatan anneannem…

Çörek kokusu ile geliyorum diyen bayram, pişen balığının kokusuyla buradayım der. Yumurta savaşları yapılır, kimin yumurtası kırılmaz ise, yıl onun için başarılı olacak demektir. Çocuklar hep mızıkçılık yapar, patırtılar kopar.

Paskalya çöreği sadece bayram günü yenmez, bayram sonrası da devam edilir çörekli sofralara.

Mutfak önemli, mutfak ve hafıza arasında oldukça önemli, kuvvetli ve hatta şaşırtıcı bir bağ var.
Ermeni mutfağı sadece “iyi rakı içilecek, mezesi bol” bir mutfak değil, derinine inersek bazen göz yaşartacak kadar duygusal yerlere çarpacağınız bir mutfak.

Tanıştığım bazı insanlar, ailelerinde baharda çörek pişirmek gibi bir alışkanlık olduğundan bahsetmişti yıllar önce. Ailedeki yaşlı kadınların suskunluğu, durmadık yerde ağlamalarının da altını çizerek. Soru işaretleri vardı birçoğunun aklında, bazılarında ise yoktu, anlamışlardı neyin ne olduğunu…

Müslümanlaştırılan Ermenilere dair sözlü tarih ve anı kitaplarında karşımıza çıkan bazı bölümlerde, 1915 Soykırımı ardından ailesi yok edilen, ismi değiştirilen, benliği tahrip edilen ve köklerini bir sır gibi saklamak zorunda kalmış kadınların torunlarına mutfakta iz bırakma çabalarını görüyoruz.

Pişirilen çöreğin neden yılın o zamanı pişirildiğine dair hiçbir söz etmeden, yoğrulan ve afiyetle yenen bu çörek aslında o kadınların gerçek, tarih ve kimlik konusunda çocuklarına, torunlarına bıraktıkları bir ipucu…

Tüm korkulara ve çerezliğe rağmen gelecek nesillere mutfak ile bir işareti bırakmayı seçen akıl etmiş kadınlar. Torunlarının aklına “Neden nenem çörek pişirdi ki benim?” sorusunu bırakmak dışında seçeneği olmayan kadınlar…

Mutfak lezzetli, dinlendirici olduğu kadar politik de. Mutfakta çeşit çeşit malzeme, onlarca baharatın yanında direniş de var. Mutfak belki de kadının ilk direndiği, kendini kimliğini koruduğu, var olma mücadelesi verdiği ve siyasileştiği alan…

Hepimizin özgürce nenelerimizin yemeklerini yapabildiği, yüksek sesle adını, hikayesini anlatabildiği ve bizden olmayanlar ile paylaşabileceği bir gelecek umuduyla, kutlayanlara huzurlu bir Paskalya, kutlamayanlara mutlu, umutlu bir bahar diliyorum…