Moğol istilası ve bugün

Moğolların İslam dünyasını işgalinde Hülâgü Han'ın yanında din adamları vardı. Kütüphanelerdeki kitaplar yakılırken, şehirler yağmalanırken din adamları yağmacılara yol gösteriyor, Hülagu'nun en yakınında ona danışmanlık yapıyorlardı.

AYHAN TEKİNEŞ 09 Ocak 2022 GÖRÜŞ

Her hakimiyet kendini meşrulaştırmak ister. Zira gücü elinde tutmak ya da yüksek oy oranıyla seçilmek meşruiyet için yeterli değildir. Nitekim otoriter yöneticiler, yaptıkları zulümlerden dolayı çoğunlukla siyasi güç ve servetlerinin artmasına paralel meşruiyet zeminlerini kaybederler.

Özellikle güç elde etmeyi yegâne amaç olarak gören diktatörlerin bazen zirvedeyken bile hızlı bir şekilde yıkılması meşruiyetin güç ve kudret sahipleri için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Muhalefetin susturulması, kamuoyunun kontrol altına alınması, eleştirinin yasaklanması gibi mutlak güç kullanımını kolaylaştırıcı etkenler, iktidarın legalitesinin kaybolmasının da en önemli sebepleridir. Baskı ve zulüm insanları susturur ama bu suskunluk iktidar gücünü onayladıkları anlamına gelmez. Aslında diktatörlerin kurtuluş olarak gördükleri baskıcı çözümler, diktatörlüklerin yıkılmasını çabuklaştırır.

Otoriter yöneticiler gerçek meşruiyet araçlarını değil sahte ve geçici meşruiyet vasıtalarını kullanmayı tercih ederler. Kendi iktidarlarını ve güçlerini paylaşmadan, eleştiriye izin vermeden kısa ve masrafsız bir yolla halkın beğenisini kazanmayı arzu ederler.

Devlet ricali kendilerine meşruiyet sağlamak için, toplumun her kesiminin yönetime katılımını sağlamak yerine her sınıftan seçkinleri kendilerine yakın tutarak onların popülaritesinden yararlanmak ister. Toplumu temsil ettiklerini düşündükleri sanatçılardan, ilim adamlarından ve din adamlarından bir kısmını taltif ederek, onların üzerinden halkı etkilemeye çalışırlar. Bu gerçekte bir nevi meşruiyet arayışıdır. Peki sanatçıların despot yöneticiyi övmesi, din adamlarının fetvalarıyla desteklemesi, ilim adamlarının göklere çıkarması baskı rejimlerini legal hale getirir mi? Getirmediğinin eski ve yeni çok sayıda örneği gösterilebilir.

Siyaset meşruiyetini, katılım ve herkesin fikrini açıkça ifade edebilmesinden almalıdır. Toplumun belirli bir kısmı sayıca az dahi olsa, tamamen dışlanır ve fikirlerini açıkça ifade etme imkânı bulamazsa siyasi otorite meşruiyetini kaybeder.

Siyasi muhalifleri susturmak için uygulanan zulüm ve baskı meşruiyet kaybının da göstergesidir. Zulüm, siyasi meşruiyeti ortadan kaldıran en önemli sebeplerden birisidir. Bundan dolayı “Zalimlerin saltanatı devamlı olmaz” denilmiştir. İlim adamlarının ve popüler sanatçıların verdikleri destek, despot yöneticiler için bir çeşit uyuşturucu etkisi yapsa da bu destek asla halkın onayladığı anlamına gelmez. Yöneticiler onların övgülerinden işlerin yolunda gittiğini ve halk tarafından çok sevildiklerini düşünürler. Ancak halkına zulüm eden despotlara yakın olmak, halk nezdinde itibarını kaybetmek için yeterlidir. Ekonomik açıdan işler kötüye gitmeye başlayınca halk despot yöneticilerin etrafındaki sanatçı ve din adamlarına da öfkelenmeye başlar.

Meşruiyeti belirleyen yandaşlar, iktidardan çıkarı olan halk kesimleri ya da sanatçı ve ilim adamları değil adalet ve hakkaniyet duygusudur. İktidarını kaybeden diktatörleri en yakınları bile savunmaz ama zulme uğrayanlar öfkelerini nesiller boyu taşırlar.

Zulüm yalnızca devleti yönetenlerin meşruiyetini kaybetmesine sebep olmaz, aynı şekilde devlet ricaline danışmanlık yapan ilim ve din adamlarının meşruiyetini kaybetmesinin temel sebebi de zulme verdikleri destektir.  Devlet adamları ile yakın ilişki kuran ilim ve din adamları da meşruiyetlerini rejimin işlediği suçlarla arasına mesafe koymasından alır. Moğolların İslam dünyasını işgalinde Hülâgü Han’ın yanında Nasıruddin et-Tûsî gibi filozoflar, vezir İbnu’l-Alkamî gibi Şiî din adamları vardı. Kütüphanelerdeki kitaplar yakılırken, şehirler yağmalanırken filozoflar ve din adamları yağmacılara yol gösteriyor, Hülagu’nun en yakınında ona danışmanlık yapıyorlardı.

İbnu’l- Alkami bir Şii hilafet devleti kurmayı arzuluyordu. Bu maksatla Moğollarla işbirliği yaptı ama arzusuna ulaşamadığı gibi adı tarihe zalim yağmacılarla anılan bir din adamı olarak geçti. İtibar beklediği Moğollar da bir müddet sonra aşırı hırsı sebebiyle onu dışladılar hatta köle muamelesi yaparak aşağıladılar.

Hanefi mezhebinin önde gelen imamlarından Ebu Yusuf, Abbasi Halife’leri Hadi ve Harun er-Reşid zamanlarında kadılık ve başkadılık makamlarında bulundu. Harun er-Reşid’in talebiyle kaleme aldığı vergi ve zekatların İslam hukukuna göre nasıl toplanacağını anlattığı Kitâbu’l-Harac‘ın hemen başında Halife’yi, vazifesini doğru yerine getirmesi ve insanların hakkını zayi etmemesi konusunda uyarır. Son derece edebi ve veciz bir üslupla kaleme alınmış bu hitapta, Allah korkusu, hesap duygusu, takva, insanların hukukuna saygı, hakları yerine getirme ve hukuku uygulamada bugünün işini yarına bırakmama yani hakların vaktinde eda edilmesi gibi temel hukuk kuralları Halife’ye hatırlatılır. Siyaset adabı olacak kadar veciz ve her cümlesi hukukun üstünlüğünü vurgulayan bu metin İmam Ebu Yusuf’un siyaset ve hukuk ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda bir bildirisi gibidir. Ona göre kıyamet günü idare ettiği insanlar mutlu olduğu takdirde idareci de mutlu olur; idareci şahsi hevesleriyle ve öfkeyle değil, Allah korkusuyla hareket etmelidir; Allah’ın hükümlerini uygularken yakın ve uzak ayrımı yapmamalıdır.

İmam Ebu Yusuf, özellikle Halife’ye Allah’ın kudretini hatırlatarak, mutlak güç sahibi olmadığını vurgulamış, insanlara davranışlarından dolayı da hesaba çekileceğini söyleyerek hak-hukuka saygılı olması gerektiğini ifade etmiştir. Evrensel hukuk ilkelerini ahlak ve manevi sorumlulukla birlikte ifade ederek, hukukun metafizik yönüne dikkat çekmiştir. Ebu Yusuf, hayatının sonuna doğru servetini de halka dağıtmıştır. Para karşısındaki istiğnası, hakka ve hakikate bağlılığı, Abbasi devletinin, kitabi hukukun uygulandığı bir devlete dönüşmesindeki katkısı ile adını tarihe yazdırmıştır.

Sultanlar, halkı temsil ettiğine inandıkları sanatçı, ilim ve din adamlarını para ve makam ile satın alırlar. Böylece halk nezdinde meşruiyet kazandıklarını düşünürler. Hâlbuki seçkin azınlık, otoriter rejimlerin ömrünü uzatır ama onlara asla meşruiyet sağlamaz. Tam aksine seçkin mutlu azınlık halkın öfkesinin rejime yönelmesine sebep olur.

Yönetenlerle yönetilenler arasındaki mesafenin açılması adaletsizliğin daha da yaygınlaşmasına sebep olur. Otokratlar etraflarına seçkinlerden demir bir halka örerek, ilerde kendilerini boğacak mengeneyi de kendi elleriyle kurmuş olurlar.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram