‘Kurtlar Vadisi’ Dağlık Karabağ

Karabağ'a ulaşımın sadece Erivan üzerinden yapılabildiği o günlerden bugüne çok şey değişmedi. 330 kilometrelik Erivan-Hankendi yolu 6 saat sürüyor. Laçin'den Şuşa'ya coğrafya hâlâ diken üstünde. Azerbaycan ve Ermenistan füzeleri birbirlerinin şehirlerine daha hızlı ulaşıyor ve sivil kayıplara sebep oluyor.

SELAHATTİN SEVİ 12 Ekim 2020 YAZARLAR

Dağlık Karabağ’ın Şuşa kentinin bakımsız sokaklarında yürürken, ustaca üflenen klarnetten yayılan içli bir Azeri melodisi kulağımıza çalınıyor. Ses, içinde tarihî bir konağın bulunduğu geniş avlunun kapısına kadar götürüyor. Açılan kapı, bahçede eski güzel ve neşeli günlerinden bir şey kalmadığı izlenimi veren havuza çıkıyor. Pencerede duran delikanlıya klarneti kimin çaldığını sorduğumuzda “Abim, isterseniz içeri girin” diyor. Tahta merdivenleri çıkıyoruz. Beyaz ve aydınlık bir sofadan geçerek salona davet ediliyoruz. Klarnet sesini duyup geldiğimizi söylediğimizde yüzü kızarıyor Razmik’in.

Razmik Harutunyan, o günlerde 23 yaşında bir müzik öğretmeni. Bakü’de doğmuş. Dedeleri Şuşalı. Bakü’den savaş nedeniyle ayrılmak zorunda kaldığında beş yaşında olduğunu ama hâlâ mahallesine götürseler evini bulabileceğini söylüyor. 1992 yılından beri BM nezdinde tanınmayan ve işgal olarak kabul edilen Dağlık Karabağ yönetiminin Şuşa kentinde dedelerinin evinde yaşayan Razmik’in bir erkek, bir de kız kardeşi var. Anne ve babası doktor. Babası aynı zamanda müzisyen. Üç gün sonra katılacağı düğün için provalar yaparken kulağımızın pasını silen melodinin ‘tarekema’ olduğunu anlatıyor.

‘Ek iş’ olarak sahne aldığı düğünlerde Azeri mi, Ermeni mi şarkıları çaldığını sorduğumuzda ise “Şarkılar birbirine karışmış. Bu coğrafyanın ortak malı” cevabını veriyor. Ardı ardına bazısı neşeli, bazısı hüzünlü Azeri şarkılarını çalarken yüzünde uzaklardan da olsa fark edilmiş olmanın getirdiği mutluluğu hissediyoruz. Kardeşine yaptığı göz işareti sonrası ise birkaç dakika içinde hazırlanmış masaya buyur ediliyoruz. Masada Azeri usulü demlenmiş taze çay ile birlikte bir gün önceki paskalya bayramı için boyanmış yumurtalar bize, bu coğrafyada farklı tatların hâlâ yan yana olabileceğini gösteriyor.

KARDEŞE KARDEŞ KANI DÖKTÜRDÜLER

Dağlık Karabağ ve çevresindeki çatışmalar yeniden alevlendiğin yüksek karımlı dağların yamacındaki o ses yankılandı tekrar hafızamda. Sevgili Alin Ozinian’la -sanırım o yıl tanıştık- bu düşsel seyahate birlikte çıkmıştık. Mesafeli gazeteci-tercüman işbirliği yıllara yayılan bir dostluğa dönüşmüştü o günlerden sonra.

Şuşa sokaklarındaki Razmik’in hüzünlü türkülerini ise aynı duygusallıkla anıyorum hep. Bir de o pastoral manzarayı… Şehir, bir dağın yamacına yaslanmış. İşgal döneminde ele geçirilen tanklar sağda solda çürümeye terk edilmiş. Şuşa’nın merkezinde üç büyük cami var. Birinin kapısı ve pencereleri kapatılmış, yıkık minaresiyle öylece duruyor. Diğer ikisinin ise şerefeleri tahrip olmuş. Bahçesinde insan boyunda otlar bitmiş. Çatıları ve içi ise harap halde. Çinileri tamamen sökülmüş. İçine yağmur suları damlıyor. Bahçedeki mezar taşları ise sahipsizliğin anıtları adeta. Kırılmış, yerlerinden sökülmüş. Caminin talan edilmiş külliyesinden geçerken karşımızda yaşlı bir adam beliriyor. Meğer mimarmış. Yıllarca Azerbaycan’da çalışmış. Bakü’de birçok yapıda imzasının olduğunu anlatıyor övünerek. “Azerbaycan’da benim hangi milletten olduğuma değil, yaptığım işe bakıyorlar ve büyük hürmet gösteriyorlardı.” diyor kusursuz Azeri Türkçesiyle. “İnsanın yaptığını insanın yıkmış olmasını anlayamıyorum.” diyen yaşlı mimar, “Burası bana sadece üzüntü veriyor.” diyor. “Pis millet yok, pis insan var. Yahşi millet yok, yahşi insan var. Kardeşe kardeş kanı döktürdüler.” diyerek yıkıntılar arasında gözden kayboluyor.

ERMENİ POLİSLE AZERİ TÜRKÇESİ İLE ANLAŞIYORUZ

Sokakta elinden tuttuğu çocuğu ile bakkala girerken görüntülediğimiz kadın içeri girdikten hemen sonra sivil giyimli, deri montlu ve bıyıklı bir kişi yaklaşıyor. FBI ajanı edasıyla kimliğini çıkarıp izin belgelerimizi soruyor. Azeri Türkçesi anlaştığımız polis hiçbir şey sormadan sadece izin belgesindeki bilgileri cebinden çıkardığı küçük blok nota kaydediyor. Bir sorun olup olmadığını sorduğumuzda, “Ben görevimi yapıyorum.” diye kestirip atıyor. O notunu alırken dikkatimizi şehrin merkezinde bulunan üç camiden en büyük olanının çatısında üniformalı kişiler çekiyor. Vakit kaybetmeden gidip minarenin merdivenlerinden caminin çatısına ulaşıyoruz. Biri rütbeli olmak üzere askerler ve işçiler ellerinde küreklerle kubbelerin üzerini temizliyor. İçlerinde yetkili olanı, İran’dan gelen kaynaklarla burayı restore edeceklerini söylüyor. Ama caminin viran hali, işin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Ev, işyeri ile otel projeleri ve sosyal konut gibi projelerle adını duyuran Manuşak Balayan, Şuşa’daki tahribatın Sovyet döneminde başladığını öne sürüyor. O dönemde de camiler başta olmak üzere birçok tarihî bina depo olarak kullanılmış. Şimdiki projesi ise sayımı yapılan Şuşa’daki tarihî eserlerin ayrıntılı bir envanterini çıkararak fotoğraflı bir albüm haline getirmek.

“BENİM AVRAT KOZMOPOLİT SEVİR”

Yukarı Karabağ Kaçkınlar ve Göçkünler Örgütü Başkanı Saro Sarian, Şuşa’daki nüfus dengesinin son 15 yılda nasıl değiştiğini anlatıyor. Savaştan önce Şuşa’da 12-13 bin Azeri ile 4-5 bin arasında Ermeni’nin yaşadığını belirten Sarian, şimdi şehirde tek bir Azeri’nin dahi kalmadığını söylüyor. Bakü’de bıraktığı ev ne halde bilmiyor ama kendisi eşi ve iki çocuğu ile birlikte şehirden sürülen bir Azeri’nin evine yerleşmiş. Sahibi ölen evin Bakü’de yaşayan Azeri mirasçılarına evin fotoğraflarını göndermiş. Saro Sarian da bütün planlarını Azerilerin bir daha geri dönmeyecekleri üzerine yapmış Karabağ’daki diğer Ermeniler gibi. İki halkın birbiriyle savaştığını, silah sıktığını anlatıyor. Kendisi de doğup büyüdüğü Bakü’ye dönmeyi düşünmüyor. Okuldan dönen çocuklarına kendileri için yaptığı odayı gösteriyor. Eşi ise durumdan hiç memnun değil. Saro, bunu, “Benim avrat kozmopolit sevir. O yüzden Bakü’den sonra Şuşa’ya alışamadı.” diyor. Karabağ’ın harap ve viran halini sorduğumuzda ise Saro Sarian, yaşanan talanı şöyle anlatıyor: “O yıllarda kış çok sert geçmişti. Hem Şuşalılar hem de gelen göçmenler Azerilerin evlerinin tahtalarını yakacak olarak kullandıkları için bu evler penceresiz ve çatısız kaldı.” Şuşa’nın Ermenilerin yönetimine geçmesinden sonra Azeri evlerinin tutanın elinde kaldığını anlatıyor.

POLAT ALEMDAR KARABAĞ’A GELMEDİ

Karabağ’a ulaşımın sadece Erivan üzerinden yapılabildiği o günlerden bugüne çok şey değişmedi. 330 kilometrelik Erivan-Hankendi (Stepanakerd) yolu 6 saat sürüyor. Laçin’den Şuşa’ya coğrafya hala diken üstünde. Azerbaycan ve Ermenistan füzeleri birbirlerinin şehirlerine daha hızlı ulaşıyor ve sivil kayıplara sebep oluyor.

Hâlâ aynı manzara var mı bilmiyorum. Doğduğu toprakların zoraki sürgünü Azeriler ise ülkede imkânlar olmasına rağmen tren vagonlarında, toplama kampını andıran apartmanlarda tutuluyordu. O dönem Karabağ’dan döndükten sonra haberin devamı için Azerbaycan’ı da ziyaret etmiştim. Bu sefer yalnız… Büyüklerinden ve öğretmenlerinden bir gün geri dönecekleri hikâyeleriyle büyüyen çocuklardan 10 yaşındaki Elşen Şahlarzade Kurtlar Vadisi” dizisinin kahramanlarının yer aldığı tişörtüyle dikkati çekiyordu.  Elşen “Polat, Karabağ’ı da kurtaracak.” diyordu.

Kim bilir, belki de Elşen şimdi savaştadır. Çünkü, Polat Alemdar eski ve çok tutulan bir dizi adı artık.

NOT: Bu yazıdaki söyleşi ve bilgilerin de olduğu yazı 2007 yılında Zaman gazetesinde dizi olarak yayımlandı.

 

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com