“KHK’lı olarak kimsemiz yoktu; aramızda kıyafet, gıda paylaştık”

KHK ile ihraç edilen 4 çocuk annesi sınıf öğretmeni Sümeyya Avcı ailece ortaya koydukları direniş öyküsünü anlatmaya devam ediyor.

SELAHATTİN SEVİ 26 Ocak 2020 GÜNDEM

Sümeyya-Ergin Avcı ve ailesi. Emir Selim (16), Salih Erdem (14), Seza Ekrem (9) ve Ecem Sima (3).

II. BÖLÜM

Kanun hükmünde kararname (KHK) ile 2016 yılında mesleğinden ihraç edilen Sümeyya Avcı (38), önce ‘terörist’ ilan edilerek işinden atıldı. Eşi tutuklandı, ailesi, yakınları ve arkadaşları yüzlerini döndü.

Ayakta kalmak ve hayatını sürdürebilmek için denediği girişimler iflasla sonuçlandı. Yaşadıkları Sivas’ı terk etmekten başka çare kalmamıştı. Kendi deyimi ile, “Adaletin terazisi rafa kaldırılmış ve soykırıma uğrayacağımız kara günler başlamıştı. ”

KHK ile ihraç edilen 4 çocuk annesi sınıf öğretmeni Sümeyya Avcı ailece ortaya koydukları direniş öyküsünü anlatmaya devam ediyor.

Kaleköy’deki yaşantınızı, öğrencilerinizi, etkinlik ve deneyimlerinizi anlatır mısınız?

Çalıştığım köy ailem gibi olmuştu. Halkını çok seviyorduk, onlar da bizi öyle bağırlarına basmıştı. Oradaki öğrencilerimin her biri çok güzel yerlere geldiler. Köy çocuklarının mahrumiyetlerini bildiğimiz için onları her sene Sivas Merkeze gezilere götürüyorduk. Sinemalar, tiyatrolar, müzeler, piknikler… Bizimleyken her duyguyu yaşasınlar istiyorduk. Her milli ve manevi günde mutlaka sahne programları hazırlıyordum öğrencilerimle. Başkaları gibi iki şiir bir yazı değildi bizim programlarımız. Günün anlam ve önemine uygun yerine göre çok duygusal dramatik tiyatrolar, yerine göre çılgın skeçler, konserler vb. Öğrencilerim öz güvenli yetişiyorlardı. Onları gören üst ve alt sınıftaki öğrenciler de benim bu programlarımda görevler almak istiyorlardı. Çok çekingen çocuklarken bugün ellerinde bağlama ozan olanlar var aralarında.

“ÖĞRETMENİM, İÇİME ŞİİR TOHUMLARI SERPİŞTİRDİNİZ!”

Bir öğrencim edebiyat okuyormuş. Bana dedi ki “Öğretmenim, içime şiir tohumları serpiştirdiniz, edebiyat okumaya mecburdum.” Bu benim en güzel ödülümdü. Üst sınıflarda hiç sevilmeyen bir öğrenci vardı. Yaramaz ve derslere katılmıyor diye öğretmenler dışlardı. Benim ve Türkçe öğretmeninin gayretleriyle onun, tiyatro yaptıra yaptıra sahnelere çıkara çıkara değişmesine vesile olduk. Yıllar sonra bağlama çalarak ilçedekilere konser verdiğini söylemişti.

SİVAS, SOSYAL HİZMETLER

Sivas Merkezde yürürken Kaleköy’den tanıştığımız bir okul müdürüyle karşılaştık. Kendisi bize Sosyal Hizmetlerde müdür olarak göreve başlayacağını, bizim gibi idealist ve çocukları her şeyin üstünde tutan öğretmenlerle çalışmak istediğini, Sivas’a görevlendirme yaptırıp yaptıramayacağımızı sordu. Eşimle düşünelim deyip ayrıldık. O gece sabaha kadar uyuyamadım. Sosyal hizmetler çok büyük travmalarla gelen çocukların olduğu bir yerdi. Birincisi, hakkını verebilir miydik bilmiyordum. İkincisi, görevlendirme altı aylık olacaktı. İki çocuğum vardı, üçüncüsüne hamileydim. Düzenimizi bozup gidip geri gelmek vardı. Eşimle düşündük konuştuk ve bu teklifi kabul etmeye karar verdik. Böylece Sosyal Hizmetler maceramız da başlamış oldu.

Sosyal Hizmetlerde hangi görevlerde bulundunuz?

Sosyal Hizmetlere ilk gittiğimizde orada tam olarak işimizin ne olacağını bilmiyorduk. Öncelikle sosyal hizmetlerin iç işleyişini öğrenebilmek için birkaç haftayı kurumda geçirdik. İl Müdürü başlangıçta bizim mesleğimiz gereği 6-12 yaş çocukların olduğu çocuk yuvasında çalışacağımızı söylemişti. Kendimizi bu duruma adapte etmeye çalışıyorduk. Sonra bir anda bizim çocuk evlerinde çalışacağımızı söyledi. Sivas’ta o tarihte Uğurböceği Çocuk Evi, Gül Çocuk Evi, Güneş Çocuk Evi, Hedef Çocuk Evi, Gülenyüz Çocuk Evi olmak üzere altı çocuk evi vardı. Tam biz geldiğimiz sıralarda da Damla Çocuk Evi açılmıştı. Bu evlerin ikisi bir sorumluda olacak şekilde paylaştırılmıştı.

UĞUR BÖCEĞİ ÇOCUK EVİ

Ben ilk gittiğimde Uğurböceği’nde çalışmaya başladım. Bu evde kalan altı çocuk artık bana emanetti. Her evde üç bakım elemanı oluyordu. Bunlar geceleri de yatılı kalacak şekilde her gün biri bu evlerde kalıyordu. Ben bu elemanların denetiminden, yönlendirilmesinden sorumluydum. Ayrıca çocukların okul takiplerini yapıyordum. Sadece sınıf öğretmenleriyle görüşüyormuş eski sorumluları, ben bütün öğretmenleriyle görüşüyordum. Önceki sorumlular 8-5 çalışıyorlarmış. Vakitlerinin büyük çoğunluğunu kurumda geçiriyorlarmış. Ben ve eşim ise okul çıkışlarında evlerine gidiyorduk. Onlarla konuşuyorduk. Bir aile gibi hissetmelerini istiyorduk. Eğlenceli aktivitelere götürüyorduk. Sinema, tiyatro, yürüyüş, piknik, parkta kahvaltı vb. gibi. Öncekiler de bu aktivitelere götürüyorlarmış ama 8-5 saatleri arasında ve kurumsal bir havada yapıyorlarmış. Biz ise kendi çocuklarımız gibi saat sınırımız olmadan valiliğin onay verebileceği her şeyi aile tadında yapıyorduk. Bakım elemanları eski sorumluların karşısında amir memur tadında yaşıyorlarmış. Bizimle ise tıpkı bir anne baba etkileşimindeydiler. Bize güvendikçe çocukları bize doğru anlatmaya başladılar. Çocukların her yaptığından haberimiz oluyordu. Okulda bir sıkıntıları varsa hemen bir anne edasıyla müdahale ediyorduk. Hatta bir tanesinin öğretmeniyle görüşmeye gittiğimizde, arkadaşları “Bunlar kim?” demişler. O da “Annemle babam” demiş. Çok duygulanmıştık. Hala aklıma geldikçe gözlerim dolar.

TÜM ZORLUKLARIYLA ÇOCUK EVLERİ

Bizden önce çocukların dersleri kötüyse özel öğretmenler tutuyorlarmış. Fakat çocuklar yine de başarısızlardı. Çünkü ders çalışmalarına gerek olmadığını düşünüyorlardı. Çünkü devlet onları bilgisiz de olsalar maaşlı memur olarak atayacaktı. Onlara göre ders çalışmak gereksiz bir amelelikti. Bursluluk sınavlarında isimlerini yazıp eksi netle bursluluk kazanıyorlardı. İlim adına içleri bomboştu. Matematik, fizik, kimya, coğrafya, tarih, felsefe onlar için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Tutkuları yoktu. Müzik kursu istemiş gitmişler, gitar kursu istemiş gitmişler, resim kursu istemiş gitmişler lakin hiçbirinde ilerlememişler. Oyalanmışlar, gönül eğlendirmişler. Kursa gönderen sorumlular da hiç ilgilenmemiş, “Ne aşamadasınız, ne öğrendiniz?” dememişler. Her tuttukları yarım kalmış. Donanımsız, sanatsız, kişilik oluşturmamış bireyler olarak büyümüşler. Sadece karınları tam doyurulmuş. Sofralarında üç beş çeşit peynir, üç beş çeşit zeytin, envai çeşit kahvaltılık olmuş. Obez gibi yemişler, sağlıklı olup olmayacaklarına bakmadan. Elbiseleri alınmış mağazalardan. Tamamen çocuklara bırakılmış tercihler. Kendi çocuğumuzda görmek istemeyeceğimiz dan dun giysiler almışlar.

ONLARI HERKESTEN KORUMAK İSTİYORDUK

16 yaşında genç bir kız tamamen iç çamaşırı boyutlarında şortlarla markete gidiyor. Aynı kız gece 23.00’de sevgilisiyle sinemaya gidiyor. Boynunda morluklar mevcut. Evdeki bakım elemanları bu tarz durumları eski sorumlulara anlatamadıklarını söylüyorlardı. Bizden sonra ise çocukların her şeyiyle ilgilenme dönemi başlamıştı. Aynı bakım elemanları evde kızlarını oğullarını nasıl önemsiyorlarsa bu çocukları da öyle önemsemeye başladılar. Her türlü eğlenceye götürüyorduk çocukları. Hiçbir şeyden mahrum etmiyorduk. Bununla birlikte ahlaki konulara da eğiliyorduk. Sürekli kendi çocuğumuzla konuşur gibi her durumu konuşuyorduk. Hatta bazen okuldan ya da çevreden tanıştıkları serserilerden onları korumak için eşimle gece yarılarında evlerinin önünde arabada bekliyorduk. Herkesten korumak istiyorduk.

ÖĞRENCİM BENİ AFFETTİ!

Bu zor görevde çocuklarda davranış gelişimi ve derslerinde başarı olarak elde ettiğiniz somut gelişmeler nelerdir? Örneklendirebilir misiniz?

Başlarda çocuklar değişime adapte olamadılar. Çatışmalar yaşadığımız konu çok oluyordu. Örneğin devlet onlara aylık harçlık veriyordu. Sorumlular bu paranın yükünden ve çocuklarla sürekli muhatap olmamak için parayı tek seferde veriyorlardı. Bizse o parayı dörde bölüp her hafta dörtte birini veriyorduk. Böylece çocuklar haftalık ihtiyaçlarını paralarını savurmadan almayı öğreniyorlardı. Bir gün biri geldi, “200 TL’lik çizme alacağım paramın hepsini istiyorum.” dedi. Ben de ona ay sonuna kadar haftalık parasını biriktirip aynı çizmeyi bir ay sonra almasını söyledim. Önceleri çok öfkelendi, fakat ay ortasında daha önemli ihtiyaçları olduğunu görünce beni affetti. Basit gibi görünüyordu bunlar, ama davranış gelişimi sağlamak hiç kolay olmuyordu.

GECELERİ KIZLARLA BİRLİKTE DERS ÇALIŞIYORDUM

Çocuklara ders çalışmayı sevdirmem gerekiyordu. Bu nedenle tatillerde onlarla kalmaya başladım. Küçük bebeğim olmuştu o sene. Akşama kadar yanımda duruyordu. Gece babası ve ağabeyleriyle eve gidiyordu. Ben de geceleri kızlarla birlikte ders çalışıyordum. Bilmediğim ders veya konuysa öğrenene kadar çabalıyordum. Ertesi gün onlara anlatıyordum. Çocukların çok hoşuna gitmeye başlamıştı. Benimle çalışmak çok eğlenceli geliyordu. Molalarda gezmeye çıkıyorduk. Çay saatleri yapıyorduk. Çok anlamlı birliktelikler yaşadık.

SOSYAL, OKUYAN, ÖZ GÜVENLİ ÇOCUKLARA DÖNÜŞMEYE BAŞLAMIŞLARDI

Süreçte üç evin sorumluluğu bende, iki evin sorumluluğu da eşimdeydi. Otuz çocuk bize emanetti. Dört dönüyorduk o ev senin bu ev benim. Eşimin evleri benimdi, benim evlerim eşimindi. Sorumluluklarını omuzlarımızda hissediyorduk. O dönem bizimle birlikte gelen üç dört sorumlu daha vardı. Onlar da aynı bu şekilde çalışıyorlardı. Süreç içerisinde yeni evler de açmıştık. Toplam on bir ev kadar olmuşlardı. Çocuk evlerinde genel bir istikrar yakalanmıştı. Sosyal, okuyan, öz güvenli çocuklara dönüşmeye başlamışlardı. Hatta kurban bile kesmiştik her evin parasıyla. O kurbanları yoksullara dağıtmışlardı kurban bayramında. Daha önce zaten sürekli et yiyorlar diye gerek görülmemiş böyle uygulamalara. Çocuklar toplumla kaynaşmıştı. O dönemki çocukların çoğunluğu üniversite okudu.

ANLADIK Kİ ARTIK VEDA ZAMANI

İki-iki buçuk yıl kadar hizmet verdik oraya. Sonra il müdürü ve müdür yardımcıları bizim uygulamalarımızı bir şekilde desteklememeye ve bizi yıldırmaya yönelik tavırlara girdiler. Anladık ki artık veda zamanı. Böylece sosyal hizmetlerden ayrıldık. Orada çalıştığım dönemde kadrom da Sivas İl Merkezi Özel İdare İlkokuluna gelmişti. Merkezdeki öğretmenlik yılım da böylece başlamış oldu. Sosyal Hizmetlerdeki kızlarımızsa bugün çok güzel yerlerdeler. Okudular. Atandılar. Bilinçli ve şuurlu bir şekilde yaşıyorlar. Yetiştirenlerden de hiçbir şekilde kopmadılar. Rabbim bahtlarını açık etsin!

ÖĞRETMENLİĞE DÖNÜŞ

Sosyal hizmetlerden sonra kadromun bulunduğu okulda göreve başlamak istedim. Lakin yerime çalıştırılan görevlendirme öğretmenin müsteşar tanıdıkları vb yüzünden görevime başlayamıyordum. Bu bayan öğretmenlik hayatına başladığından beri hiçbir şekilde kadrosunun olduğu yerlerde çalışmayıp torpille merkez okullarda görevlendirme çalışan biriydi. Ayrıca eşimin de sınıf arkadaşıydı. Velileri kışkırtarak valiliğe kadar çıkarmıştı. Valilik de velilere söz verdim diyerek benim kanuni hakkımı bana vermiyordu. Milli eğitim müdürü beni bayanın kadrosunun olduğu köyde görevlendirme çalışmaya ikna etmek istiyordu. Ben de küçük bebeğim olduğunu, kadromu istediğimi belirttim.

FİŞLEME YAPTIRABİLECEKLERİ BİRİLERİ LAZIMMIŞ MEĞERSE

Nihayet milli eğitim müdürünün valiyi ikna etmesiyle görevime başladım. Bu olaydan sonra bu bayan bana uzun süre diş biledi. Birkaç sene sonra bizim okula geldi ve çok yakında müdür ya da müdür yardımcısı olarak bu okula geliyorum dedi. Gerçekten de kısa bir süre sonra müdür yardımcısı oldu okula. Kadrolu müdür yardımcımızsa emekliliğine çok az kala zorla öğretmenliğe gönderildi. Hocamız bütün memuriyet hayatını neredeyse idareci olarak yapmıştı. Çok da adil bir insandı. Fakat bazı şeylerin alt yapısını hazırlıyorlarmış meğerse. Onlara farklı tarz idareciler lazımmış. Fişleme yaptırabilecekleri birileri lazımmış.

Bu bayan göreve başladıktan sonra okulumuza sürgün bir müdür geleceği söylendi. Bu bayan müdür gelmeden önce okulda sürekli kara propaganda yaptı. Yeni gelecek müdürün arkasından sürekli dedikodu ediyordu. Ben ise arkadaşlara gelecek olan müdireyi daha önce bir iki yerde gördüğümü, kötü bir insan olmadığını, eşiyle iki yıl sosyal hizmetlerde çalıştığımızı söylüyordum. Yeni müdür geldikten sonra ise müdür yardımcısı tüm tavrını değiştirerek okul müdiresine yakınlık göstermeye başladı. Biz dersteyken WhatsApp grubuna müdireyle kahve içerken fotoğraflar atıyordu. Çok iğrenç bir hâl almaya başlamıştı bu durum. Sürekli müdirenin yanındaydı. Canımlı cicimli çirkin bir durum vardı ortada. Bütün bunlara rağmen okuldaki öğretmen arkadaşlarla ortamımız çok güzeldi. Genel bir birliktelik hakimdi. Sivas’taki birçok okuldan daha iyiydik arkadaşlık konusunda. Hepsinin doğum günlerini sürprizlerle kutlardım. Çok farklı bir enerji yakalamıştık.

İKİ ŞİİR BİR YAZI YETMEZ

Siz özverili, idealist bir öğretmensiniz. Bu çarpık düzende eğitim öğretim adına neler yapılabilir? Neler yaptınız?

Öğrencilerimi yine çok seviyordum. Merkezde olmanın nimetlerinden de faydalanıyordum. Örneğin litre ve gramın farkını otuz öğrencimi markete götürerek orada öğretiyordum. Çocuklarımı pazara götürüp parayı ve kaç kg alabileceklerinin ilişkilerini pazarda öğretiyordum. Sonra kocaman bir karpuz alıp orada yediriyordum. Sinema, tiyatro, piknik yine vazgeçilmezimizdi. Şiir okuma yarışmalarına katılıyorlardı. Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” gibi şiirleri çok rahat ezberletiyordum. Küçük olmalarına rağmen hiç sıkılmıyorlardı. Serbest etkinlik derslerinde İngilizce ve Kur’an çalıştırıyordum. İngilizce öğretmenleri telaffuzu en iyi sınıf seninki Sümeyye Hocam diyordu. Kutlu Doğum programları, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü, 12 Mart İstiklal Marşının Kabulü, 10 Kasım’lar, 29 Ekim’ler, 23 Nisan’lar öyle coşkulu geçiyordu ki her birinde günlerce emek veriyordum. Ben bunları yaparken öğretmen arkadaşlarım programlardan önce beni sınırlamaya çalışıyorlardı. İki şiir bir yazı Sümeyye Hocam, uzatma sakın diyorlardı. Daralıyorlardı benim bu yaptıklarımdan. Velilerimin çoğunluğu memnundu eğitim tarzımdan. Okul çıkışlarında 8-10 öğrencim vardı her gün yürüyerek evlerine bıraktığım. Hiç vazgeçmiyordum öğrencilerimden.

BİR YANDAN DA AÇIK ÖĞRETİMDE FOTOĞRAFCILIK OKUDUM

Bu okulda çalıştığım dönemde de yıllardır hobim olan fotoğrafçılığı daha da canlandırmak istedim. Eşime yalvar yakar profesyonel fotoğraf makinesi aldırdım. Açık öğretim fakültesinde fotoğrafçılık okumak istediğimi söyledim. Eşim de o sıralar 90 km ilçeye günlük gidiş geliş yapıyordu. İl merkezine kadrosu henüz gelmemişti. Bana, okulu ben okuyayım sen kitaplara çalış mesleği öğren dedi. Ben de öğrenci bileti vereyim. Bir taşla iki kuş vuralım dedi. Böylece o okumaya başladı. Bir yıl sonra dayanamadım ben de okumaya başladım. Okulu bitirdiğimizde eşimin de tayini Sivas Merkeze çıkmıştı.

FOTOĞRAFÇILIK DERNEĞİ KURDUK

Karı koca fotoğrafçılık eğitimi… Fotoğrafçılık size ne kattı? Bu alanda neler yaptınız?

2013-2016 arası bizim için okul ve aile dışında çoğunlukla fotoğraf çalışmalarıyla doluydu. Eşim üniversitede dersler vermişti. Önce sendikasından dolayı bu dersleri veremeyeceği söylendi. Sendikadan istifa edince görevlendirmesini yaptılar. Yine Halk Eğitimde MEB sertifikalı fotoğrafçılık dersleri verdik. Nihayetinde fotoğrafçılık derneği kurduk. Dernek yerinin giderlerini çoğunlukla cebimizden harcıyorduk. Bir gün halk bankasından bir mesaj geldi. 5 yılda ödeyebileceğimiz bir kredi çekebileceğimiz yönünde bir mesajdı. Maaşımızı da oradan aldığımız için avantajlı oluyordu. Krediyi çektik. Dernek giderlerini karşılayacaktık. Profesyonel makine alacaktık. Ayrıca terasımızda fotoğrafçılık söyleşileri yapmak istiyorduk. Sivas soğuk olduğu için cam balkon yaptıracaktık. Bütün bunları araştırırken parayı evde bekletmek istemedik. Bank Asya’daki ortak hesabımıza yatırdık. Oraya yatırma sebebimiz ortak tek hesabımızın orası olmasıydı.

Düşündüğümüz ve hayallerimizi süsleyen derneğimizi kurduk. Her düşünceden, her yaştan, her meslekten kursiyerimiz oluyordu. Terasımızda da sobamızı yakıp kumpir, çiğ köfte, kestane vb yaparak fotoğrafçılık söyleşileri yapıyorduk. Hatta sosyal medyadan İskenderunlu biri bile gelmişti Sivas’a bizimle tanışmak için. Fotoğraf tutkumuz çok hoşuna gitmişti. Daha sonra Ordu’dan bir arkadaş geldi bizim kursiyerlere söyleşi yaptı. Her şey çok güzel gidiyordu. Sosyaldik ve her kesimden arkadaşımız vardı.

SONRA KARA BULUTLAR SARDI ÜLKENİN ÜSTÜNÜ; HER GÜN NEFRET BÜYÜTTÜ İNSANLAR

Sonraları kara bulutlar sardı ülkenin üstünü. Her yerde nefret söylemleri. Her gün daha çok insan bölünüyordu. Herkes sosyal medyada birer siyasetçi kesilmişti. Baktığımız hiçbir yerde artık mutluluk yoktu. Sadece siyaset konuşuluyordu. Halk, halk olmayı unutmaya başlamıştı. Okulda iki üç öğretmen arkadaş sürekli siyasi konular konuşup ortamı geriyorlardı. O günlerden sonra hiçbir şey iyiye gitmedi. Her gün nefret büyüttü insanlar. Bu nefret ortamında bana en iyi gelen şeyse bebekti.

DÖRDÜNCÜ ÇOCUĞUM SÜRECİN TÜM SIKINTISINI HAFİFLETTİ

Dördüncü çocuğumun olmasını istiyordum. Duama icabet etti Rabbim. Dördüncü çocuğum olacaktı. 14 haftalık hamileyken bir oğlum daha olacağını öğrendim, fakat 16 haftalıkken düşük yaptım. Hiç gözümün önünden gitmiyor minicik bedeni. Bir yıl sonra tekrar istedik eşimle. Bu sefer de ikiz olduklarını öğrendim. Çok mutluydum. Fakat 9 haftalık hamileyken birinin karnımda kaybolduğunu öğrendim. İhraçtan bir gün önce de kızım olacağını öğrenmiştim. Rabbim bize dünya tatlısı bir kız evlat nasip etmişti. Sürecin tüm sıkıntısını onun sevgisi hafifletti.

İHRACIMA HUKUKSUZ GEREKÇELER

İhraç sebebim olarak sendikam, Bank Asya ve kurum kanaati olduğunu öğrendim. Daha sonraları bir de dernek üyeliği çıktı. Dernekten de pek kimseyi tanımıyorum ama nasıl olduysa üye olarak geçiyor mahkeme kayıtlarında.

ÖZEL İDARE İLKOKULUNDA GÜZEL ZAMANLAR; MÜDİRE HANIM’DAN KURAN DERSLERİ

Özel İdare İlkokulunda güzel zamanlarımız oldu. Öğretmen arkadaşlarla samimi bir ortamımız vardı. Bir gün WhatsApp grubunda bir arkadaş Kur’an’ı iyi anlamadığımızla ilgili bir görsel paylaşmıştı. İki üç arkadaş bunun üzerinde yoğunlaşmaya karar verdik. Fakat bize Kur’an dersi verecek birini bulmamız gerekiyordu. Bu durum okul müdiresinin kulağına gidince ben size Kur’an dersi veririm dedi. Çok sevinmiştik. Öncelikle Kur’an’ı tecvitli okumamız için ders verecekti. Aynı zamanda sure ezberleri ve bu surelerin anlamlarını isteyecekti. Biz de hazır böyle bir imkân yakaladık çocuklarımızı da bu işe dâhil edelim dedik. Bir arkadaşım iki kızıyla, diğeri iki oğluyla, ben de üç oğlumla buna dahil olduk. Her hafta kim müsaitse onun evinde buluşuyorduk. Müdire Hanım gelene kadar kendi aramızda çalışıyorduk. Çocuklar da bizim bu disiplinimizden etkileniyor, müdire hanımın otoritesiyle de çok güzel ezber yapıyorlardı. İhraçtan önceki son senemiz bu şekilde geçmişti. Biz eşimle okula gidip geliyoruz, akşamları fotoğraf derneğine gidip kurs veriyoruz. Haftada bir gün çocuklarla tüm gün piknik yapıyoruz. Haftada bir gün de müdire hanımın sohbetini dinliyoruz.

“KUTLU DOĞUM” ENGELLENİYOR

Hakkınızda ihraca sebep olacak olumsuz kurum kanaatini veren, kendisinden Kur’an dersleri aldığınız müdire hanım mıydı?!

Evet, işin acı tarafı ihraç olduğumuz zaman her hafta evimize girip çıkan; çoluğumuzun çocuğumuzun ve bizim fıtratlarımızın üzerinde hâkim olan müdire hanımın olumsuz kurum kanaati bildirmesiydi. Bu kanaatte müdür yardımcısı olan bayanın ve siyasi baskının da yüksek olduğunu düşünüyorum. Öyle ki müdür yardımcısı bayan, bir meslektaşımın yanında bana, müdireden izin aldığım Kutlu Doğum haftasını yaptırmayarak, hakaretler içeren bir sürü söz sarf etmişti. Öğrencilerimi bir aydır hazırlıyordum. Davetiyeler bile yaptırmıştım. Müdür yardımcısı bu durumdan kendisinin haberdar olmadığını söyleyerek toplantı salonunda tadilat başlattırmıştı. Velilerim isyan ettiler. Hatta koyu Ak Parti’li bir velim okulun bahçesinde bağırarak “Ecevit döneminde mi yaşıyoruz, Kutlu Doğuma engel olmak da nedir?” demişti. Velilerim milli eğitim müdürlüğüne kadar çıktılar. Bütün velilerimi ayaklandıran devlet memuru bir velimdi. İhraçtan sonra öğrendim ki o dönemde tehdit edilmiş ve bu işi kapatmak zorunda kalmıştı. Şunu düşünüyorum şimdilerde; ihraç olmasaydık da istediğimiz öğretmenliği bize yaptırmayacaklardı. Bu, o günkü gidişattan da belli oluyordu.

İhraç sonrası neler yaşadınız; iş bulabildiniz mi?

İhraçtan sonra eşim fotoğraf makinesini alarak matbaalara, dijital baskı merkezlerine gitti. İş arıyordu sürekli. Başvurduğu hiçbir yer eşime olumlu dönmüyordu. Eşimi tanıyan ve ihraç olduğunu bilen kişilerse selam dahi vermiyordu. İhraçtan birkaç gün önce yürüyerek ailecek çarşıya gitmiştik. Yaptığımız bir alışverişten bir hediye kuponu çıkmıştı. Yeni açılmış oyun parkına bilet. Yakındaydı zaten, çocuk mutlu olsun diye götürdük. Çocuğum oyun oynarken eşim ilerde uzun süre biriyle sohbet etmişti. Çıktığımızda kim olduğunu sordum. Bana şahsın sinemanın müdürü olduğunu, burada oyun parkı açtığını söyledi. Eşime oyun parkının tanıtımını nasıl yaparız şeklinde sorular sormuş, eşim de yardımcı olacağını söylemişti. İhraç sürecinde de birkaç hafta aklına gelmemişti. Ben de hatırlayınca eşimi oyun parkına gönderdim. Kurtuluş Bey seni sever, eskiden de tanır. Oyun parkında işe yarar bir şeyler çıkabilir dedim.

OYUN PARKINDA FOTOĞRAF STANDI

Eşim, Kurtuluş Bey’le görüştüğünde Kurtuluş Bey; “Ergin Hoca, ben sana burada iş veremem ama dükkân senin. Benden maaş vb beklemeden buradan nasıl kazanabiliyorsan kazan.” demiş. Eşimle konuştuk çocuk oyun parkına bir fotoğrafçılık standı açtık. Eşim neşeyle oynayan çocukların fotoğraflarını çekiyordu. Anne babaları da beğendiği fotoğrafları satın alıyordu. Bu şekilde eşim 5 Kasım’a kadar çalıştı.

POLİS EŞİMİ ALIRKEN KAYINPEDERİMİN O BAĞIRIŞI ÇOK AĞIR GELDİ; ÖLMEK İSTEDİM O AN

O süreçte kayınvalidemlerde sığıntı olarak kalıyorduk. Polis 5 Kasım sabahı geldi oraya, eşimi aldılar. Kayınpeder bağırdı polislere duyurarak; “Beni de yakacaklar bunlar!” Ölmek istedim o an. Sığmıyorduk evine baba bildiğimiz kişinin. Eşimin 5 gün gözaltısı vardı. Sonrası belli değildi. Kimse de bizi yanında istemiyordu.

7,5 AYLIK HAMİLE HALİMLE SABAH 9’DAN GECE 23’E KADAR ÇALIŞIYORDUM

Utana sıkıla Kurtuluş Bey’i aradım. Eşimin gözaltına alındığını söyledim. Çok şaşırdı, geçmiş olsun dedi. Birkaç saat sonra aradı. “Yenge hanım, kusura bakma o an düşünemedim, sizin işe ihtiyacınız var. Ergin Hoca gelene kadar çalışabiliyorsanız gelin bu işi siz yapın.” dedi. Hemen kabul ettim. Kayınvalidemler çocukları istemediği için onları da yanımda götürüyordum. Yaklaşık otuz haftalık hamile halimle sabah 9.00’dan gece 23.00’e kadar çalışıyordum. Rabbimin işine bak ki eşimin kazandığının 3-5 katını kazanıyordum günlük. Bu nedenle eşim geldikten sonra da birlikte çalışmaya devam ettik.

“ESKİDEN BİR ÖĞRETMENDİM, ŞİMDİ BU KELEPÇEYLE DOLAŞMAK ÇOK AĞIR GELİYOR”

Eşim beş gün sonunda adli kontrolle bırakıldı. Benim elektronik kelepçe, haftada iki gün imzam, onun da bir gün imzası vardı. Hayatımız karakol ve oyun parkı arasında koşuşturmayla geçiyordu. Büyük oğlum 8’inci sınıftı. Sınava hazırlanması gerekiyordu. Şartlar gereği gürültülü oyun parkında ders çalıştırıyordum. Bu psikolojik baskılar yüzünden eşimle de çok gerginleşiyorduk. Bir gün çok tartıştık. Oyun parkının lavabosunda bir saate yakın oturdum ağladım. O arada kelepçemden sinyal alınmamış. Ankara’dan savcılığa ihbar gelmiş. Kaçma teşebbüsü diye. Bu olaydan bir ay kadar sonra savcılık çağırdı beni. Yüreğim ellerimde gittim adliyeye koşa koşa. Hem çok korkuyordum, hem de çocuklarım bensiz ne yapar ne eder derdindeydim. Savcı bir ay önce falan gün falan saatte neredeydin dedi. Açıkladım bütün olanları. Çok mu zorlanıyorsun, dedi bana. Gözlerim dolu dolu oldu o an. Yutkunarak, eskiden aranan bir öğretmendim, şimdi her yerde bu cihazla dolaşmak çok ağır geliyor dedim. Bana, tamam dilekçe ver kelepçeni kaldıralım fakat imzanı kaldırmam dedi. Çekine sıkıla, doğumum imza gününe denk gelirse ne yapmalıyım, dedim. Hamile misin sen, dedi. 3-4 haftaya doğum yapabileceğimi söyledim. Tamam, bir dilekçe daha yaz imzanı da kaldıralım dedi. Böylece birkaç hafta içinde kelepçe de imza da kalktı.

SİZE BANKAMATİK YOK!

Kayınvalidemlerde yaşayamayacağımızı anlayınca da Sivas’ın zorlu kış durumuna rağmen evimize geçtik. Evi satışa çıkardık. Hâlihazırda yaşayabilmek için evin borcundan kurtulmamız gerekiyordu. Bu arada kredi kartı kullansak bile oyun parkından ne kazanırsak hemen aynı gün karta yatırıyorduk. Birikirse ödeyemeyiz diye. Bir gün karta borç ödemek için bankamatiğe gittik. Bankamatik kartı yuttu. Eşim bankaya sorduğunda size bankamatik kartı yok dendi. Bu olaydan sonra bütün kredi kartlarını iptal ettirdik. Yaklaşık 40 aydır da bankalardan uzak yaşadık.

DOĞUM

Doğumu anlatmadınız…

Doğuma yakın ben işi bıraktım, eşim tek başına çalıştı. Her gün akşama kadar ağlama nöbetleri yaşıyordum. Çocuklarıma yetemiyordum. Bir gün, gece doğum sancım tuttu. O konuda rahattım. Önceki üç doğumumda da yalnızdım. Bu da bana güç veriyordu. Bunun da altından kalkardım Allah’ın izniyle. Hastanede normal doğum sürecini tüm sıkıntısıyla yaşadım. Son anda bebeğin oksijensiz kaldığı, kordonun, çıkmasına engel olduğu, bu yüzden sezaryen olacağım söylendi. Kendimi perişan hissediyordum. Doğumdan çıktığımda canım çok yanıyordu. Karnımın her yeri patlıcan moruydu. Dirseğim ve kolumun bir kısmı da mosmordu ve çok ağrıyordu. Bu morluklara hiç anlam veremedim.

YETER Kİ DÜŞME, DÜŞÜNCE ANLIYORSUN DÜNYANIN NE KADAR ACI BİR YER OLDUĞUNU!

3-5 saat sonra annem, babam ve üç kardeşim geldiler. Tam beş dakika hasta ziyareti yaptılar. En küçük öğretmen olan kız kardeşim çeyrek taktı kızıma. Hemen fotoğrafını çekti, instagram’a attı. Belge bırakması gerekiyordu tarihe çeyrek taktığına dair. Yanımdan ayrıldıklarında lokantaya yemeğe gitmişler. Gezip dolaşıp tekrar evlerine dönmüşler. O gün yanımda kalabilecek kimsem yoktu. Eşime izin vermiyorlardı erkek olduğu için. Eşim de oyun parkında bizimle çalışan, birkaç ay önce tanıştığımız bir arkadaşa söylemiş. Geldi gece benimle kalmak için. Çok utanıyordum. Gece o uyurken birkaç ihtiyacım oldu. Utandım söyleyemedim. Ağlaya ağlaya kalkıp işlerimi kendim hallettim. Yaklaşık bir ay dikişlerimden çektim. Yeter ki düşme; düşünce anlıyorsun dünyanın ne kadar acı bir yer olduğunu!

EŞİMLE ARAMIZ KÖTÜ OLMAYA BAŞLADI

Bu arada hazır evdeyken 8’inci sınıftaki oğluma odaklandım. Derslerine çalıştırıyordum imkanlarım el verdiği ölçüde. Anlamadığım yer olursa ders çalışıyordum. Eşimle aramız çok kötü olmaya başlamıştı. 2002’den 2017’ye kadar çok güzel bir bağımız varken bu süreçte buz gibi olmuştuk. Akşamları hiç iletişim kuramıyorduk. Sadece nefes almaya, yaşamaya çalışan insanlara dönüşmüştük. Eşimle çok kötü bir 1 yıl bizi bekliyordu. Sürekli boşanma gündemimize girmişti. Fakat yokluk, çaresizlik, kimsesizlik buna mani oluyordu. Artık birbirimize katlanamıyorduk.

OĞLUM DERECE YAPTI

Bunca sıkıntıya nasıl dayanıyor insan?!

Süreçte ağlamadan bir anım bile geçmiyordu. Bebeğimi alıp onunla göz göze gelip sürekli ağlıyordum. Kızım çok sessiz, hanım hanımcık bir bebekti. Hiç yormuyordu beni. O sene oğlum LGS’ye girdi. Sınıf 1’incisi, okul 5’incisi olmuştu. Rabbim bütün bu yokluklar içerisinde başkasının varlıkta bile bulamayacağı ödüller de veriyordu!

OYUN PARKI KAPANINCA BİZ YİNE İŞSİZ KALDIK; BU ARADA EVİ DE TAKASLA SATTIK

Eşim oyun parkında çalışmaya devam ediyordu. Bazen başka yerlerden iş alırsa oyun parkına dört çocuğumu alarak ben gidiyordum. Oyun parkı çok uzak bir yere taşınmıştı. Kurtuluş Bey başka yerde işe başlamıştı. Eşimi de oyun parkının idaresine vermişti. Eşime çok güveniyordu. O olmadığı günlerde de biz eşimin yerine oyun parkını işletiyorduk. Daha sonra oyun parkı tamamen kapandı. Biz yine işsiz kalmıştık. Bu süreçte evi de takasla satmıştık. Küçük bir ev ve bizim kredi borcumuzu devralmaları karşılığında kendi evimizi satmıştık. Elde para yoktu, fakat borcumuz da kalmamıştı. Şimdi bu küçük evi de satmaya çalışıyorduk. Evi satıp bir dükkân açmak istiyorduk.

POLİSLER GÖRÜMCEMİN EVİNİ BASMIŞLAR

Biz bu planları yaparken polisler görümcemin evini basmışlar, görümcemi alıp götürmüşler. Enişte aradı eşime söyledi. Daha sonra kayınpeder yediğin pisliği temizle diye bağırdı telefonda. Eşim bizimle vedalaştı. Gidiyorum muhtemelen daha da bırakmazlar dedi. Her gittiğinde yüzüğünü çıkarıp bırakıyordu. Hemen savcılığa gidip görümcemin adına kayıtlı olan hattı kendisinin kullandığını söyledi. Görümcem bir gün nezarette kalmıştı. Kayınpeder 3000 TL vererek avukat bile tutmuştu görümcem için. Adliye koridorunda görümcemin yanında annesi, babası, eniştesi. Eşim yapayalnız kaderini bekliyordu. Savcı, eşimin ifadesini alıp bırakmıştı ikisini de.

KHK’LI ARKADAŞLARLA YARDIMLAŞMA PLATFORMU

Bir şekilde ayakta kalma mücadelesi verdiğiniz bu dönemde hayata tutunma adına neler yaptınız?

Bu arada ben sosyal medya üzerinden tanıştığım KHK’lı arkadaşlarla bir yardımlaşma platformunun yöneticiliğini yapmaya başlamıştım. Yurdun dört bir tarafından KHK’lılar birbirimize kullanmadığımız eski kıyafetleri, evimizde bol olan gıdaları, aynı şehirde olanlar birbirine kullanmadığı beyaz eşyasını vb veriyorduk. O günlerde o kadar çok acıya şahit olmuştum ki, dayanamıyordum bu zulme. Bu şekilde KHK’lı arkadaşlarla kışı çıkarmaya çalıştık. Korkudan özelden para yardımı yapmak isteyen herkese olumsuz dönüyorduk. Örgüt sıfatına sokacaklar diye tir tir titriyorduk hepimiz de. Bu korku iklimi baskısını artırınca da diğer yönetici arkadaşlarla grubu kapatma kararı aldık. Aynı gece 1400 kişiyi önce gruptan çıkardık, sonra da grubu kapattık.

2018’İN İLK GÜNLERİNDE EŞİMİ TEKRAR ALDILAR

Bir gün hiç beklemediğimiz bir anda 2018’in ilk günlerinde eşimi tekrar aldılar. Eve gelen polisten izin aldı eşim duşa girdi. Polis, Tuncelili ve Aleviymiş. Yakından ilgilendi bizimle. Evin giderlerini nasıl sağlıyorsunuz, ev neyle ısınıyor, falan gibi sorular sordu. Anlattım durumumuzu. İyi dileklerde bulundu ve çıktılar. Eşimi götürürlerken diğer polis ise sürekli eşime hakaret etmiş, aşağılamış. Tuncelili polise, ne yüz veriyorsun bunlara tarzı söylemlerde bulunmuş. Kendisi ülkücü bir vatansevermiş!

Bu gittiğinde tutuklandı eşim. Hâkim, bir yıl önceki ifadende kız kardeşinin hattını kullandığını söylemedin diyerek tutuklamıştı. Eşim telefonunun çift hatlı olduğunu, iki hattın da aynı telefonda olduğunu, görümcem alındığında savcılığa kendi ayağıyla gelerek ifade verdiğini söylediyse de hâkim tutuklamıştı. Bir ay sonra mahkemesi vardı oysaki. Artık ümidim kalmamıştı eşimin geleceğine dair.

“ULU CAMİ’NİN ÖNÜNE OTURUR DİLENİRİM, LAKİN O ADAMIN EVİNE GİTMEM!”

Bir başıma kalmıştım. Üç dört gün sonra annem ve babam geldiler. İçleri bize karşı hala sitem, öğüt vb şeylerle doluydu. Babam gitmeseydiniz, gelmeseydiniz, aklınız vardı vb söylemlerdeydi. Oysaki evlendiğimiz yıllarda da babam eşimin dindar olmadığını sohbetlere falan gitmediğini söyleyerek bizden uzak durmuştu. Eşim de Sivas’a geldikten sonra kendini manevi yönden geliştirmek istediği için sohbete gitmişti. Hayatımız o kadar çok çelişkiyle doluydu ki! Babam bir yandan da beni kayınpederlere gitmem için ikna etmeye çalışıyordu. Sık sık kayınpederlere gidiyorlar bizimle ilgili genelde olumsuz şeyler konuşuyorlardı. Ben de kayınpederlerle ilgili yaşadığımız süreci defaatle babama anlatmama rağmen anlamıyordu beni. Bir gün, “Baba, Ulu Cami’nin önüne oturur dilenirim, lakin o adamın evine gitmem. Gider çocuklarımı devlete emanet ederim o adama vermem!” dedim. “Büyük bir ihtimalle çocuklarım, bana da bir şey olursa devletin elinde büyüyecek.” dedim. Babam hiçbir şey demedi bu sözlerime karşılık.

Yardımlaşma grubunu henüz kapatmamıştık. Orada “eşimi aldıklarını” yazmış, dua istemiştim. Kimsemin olmadığını yazmıştım. Babamlar birkaç gün sonra gelen kargoyla şok oldular. Mercimek, fasulye, bulgur, salça gibi temel ihtiyaçlarım koca bir koliyle gelmişti. Gruptaki arkadaşlardan biri durumumu öğrenmiş, hiç sormadan kargo göndermişti. Bir iki hafta sonra çocuklarıma yepyeni kıyafetler almıştı bir ihraç polis eşi. Kendi ellerinde avuçlarında da yoktu. Ama beni kimsesiz bırakmaya gönülleri el vermiyordu. Birkaç gün sonra çocuklarının küçülen botlarını, montlarını göndermişti başka arkadaşlar. Babam yine kızıyordu bana. Başına bir iş alacaksın diye. Anlamıyordu ki yokluğumuzu, çaresizliğimizi. Hala beni kayınpederlere gitmem için zorluyordu.

EŞİM İÇERDEYKEN EVİ SATTIM, ÇIKINCA DA FOTOĞRAF DÜKKÂNI TUTTUK

Çok şükür ki eşim bir ay sonra mahkemenin ardından bırakıldı. Hâkim eşimin söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirmişti. Mahkemesi ertelendi ve tahliye oldu. Babamlar aynı gün gittiler evlerine. Eşim içerdeyken valilikte OHAL bürosuna gide gele, ağlaya ağlaya evi satmayı başarmıştım. Eşim çıkınca da bir dükkân tuttuk ve fotoğrafçılık yapmaya başladık.

HALA SEVGİYLE BAKAN ESKİLERDEN BİR YÜREK!

Dükkân için gerekli olan ekipmanı almak üzere İstanbul’a gitmeye karar verdik. Bir araba kiraladık. Çocuklarımızı da yanımıza alarak, hayatımızda ilk kez İstanbul’a gittik. Fakat kalacak yer konusunda emin değildik. On-on beş yıl öncesinden bir arkadaşım vardı orada. Onu aradım, İstanbul’a geldiğimizi, onu da görmek istediğimizi söyledim. Bana çok kızdı; ne görmesi, burada kalacaksınız dedi. Konum attı ve ona gittik. Küçücük, minnacık bir evde üç onun, dört benim yedi çocukla bir hafta kaldık. Hala gözümüze sevgiyle bakan eskilerden kalma bir yürek varmış dedik. Bu sene de evimize ziyarete geldi bayramda. Çocuklarıma harçlık vermiş gizlice. İstanbul’a gidince de iki kızının bütün kıyafetlerini, ayakkabılarını kızıma yolladı. İçine bir miktar da para koyarak. O parayla kızıma bir yatak ve dolap aldım. Allah bakıyor çocuklarımıza bir şekilde dedim.

“SİVAS’IN İLK VE TEK BEBEK STÜDYOSU!”

Dükkânı açtıktan sonra tutunabilmek ve fark yaratmak adına farklı bir şeyler yapalım istedik. Bebek stüdyosu yapmaya karar verdik. Bunu sosyal medyada paylaşınca on beş yirmi yıldır fotoğrafçılık yapan biri dükkânımıza geldi. Sohbet havasında bütün yapacaklarımızı anlattık. Üç gün sonra aynı adam hemen bir daire tutmuş, bir tabela asmış, sosyal medyada “Sivas’ın İlk ve Tek Bebek Stüdyosu” diyerek paylaşmıştı. Bizim ekstra daire tutacak gücümüz yoktu. O yüzden evi tekrar taşıdık.

HAMAM BÖCEKLERİ

Dükkâna çok yakın büyük salonu olan bir ev tuttuk. Salonun tamamını stüdyo yaptık. Fakat bu evi hamam böcekleri basmıştı. Her yer böcek kaynıyordu. Henüz bir ay oturduğumuz evden, aynı büyüklükte yeni bir ev bulup taşındık. Tabi bu evlerden taşınma hadiseleri bizi mahvediyordu. Dört çocukla sürekli taşınıyorduk. Dükkânda anlaştığımız müşterileri eve götürüp evde çekim yapıyorduk. Tanıtım amaçlı 5-6 ay ücretsiz çekimler yaptık. Gelin damat işi tanınmadığımız için çok gelmiyordu. Evin satışından kalan para yavaş yavaş tükeniyordu. Nihayet umduğumuzu bulduk; bebek stüdyosu alanında Sivas’ta en iyi olmuştuk. Kasım-aralık aylarında çok güzel kazanmaya başladık.

YÜZSÜZLÜĞÜNE POLİS BİLE ŞAŞIRDI!

Bu bebek stüdyosu açan arkadaş bir akşam dükkânımıza gelerek ağzına gelen hakaretleri saydı. Bir saat kadar içinde ne varsa döktü. Eşim dayanamadı ve kendisini kovdu. Türlü iftiralarla bizi bir de karakola şikâyet etti. Şikâyetten önce de bize sosyal medya üzerinden sürekli hakaret ediyordu. Pis fetöcüler, size 15 Temmuz’da haddinizi bildirdik, yine bildireceğiz vb. Karakoldan bizi çağırdıklarında biz de ondan şikâyetçi olduk. Mesajlarının kopyalarını verdik. Polis bile onun bu yüzsüzlüğüne şaşırdı.

BİR GECEDE SİVAS’I TERK ETME KARARI ALDIK

Sürecin sonunda biz bu mahkemeden beraat aldık. Onun yargılaması ise devam ediyor. Sivas’a sığmıyorduk. İşimizle kendimizi ispat etmiştik lakin bir sürü çıkmazımız vardı. Ev sahibi evden çıkarıyordu. Dükkânın kirasına çok az kalmıştı ve yıllık istiyordu dükkân sahibi. Eşimle bir gecede Sivas’ı terk etme kararı aldık. Çünkü elimizdeki para ancak taşınmaya yetecek kadardı. Onu da burada bitirirsek bir daha belimizi doğrultamazdık.

Ege ya da Akdeniz taraflarına taşınmak istiyorduk. Birkaç gün düşündükten sonra Antalya’ya taşınmaya karar verdik. Büyük oğlum Fen Lisesi ayarında çok güzel bir okulda okuyordu, fakat artık bundan bile vazgeçecek hale gelmiştik. Kararımızı verdikten sonra taşınmamız bir hafta sürdü. 14 Şubat 2019, artık yeni bir yaşama merhaba dediğimiz gün oldu.

VE ANTALYA

Antalya’da benim amcam ve kuzenlerim, eşiminse ablası vardı. Fikir olarak birçok konuda bize hak vermiyorlardı. Hele görümcemle buraya taşındıktan sonra hiç görüşmedik. Ben tutuklanma vb bir durum olduğunda çocukların ilk oraya götürülme ihtimali olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle en azından halalarına gitsinler istedim bütün kalp kırıklıklarına rağmen. Üç oğlumu hiç bilmedikleri bir şehirde halalarına gönderdim. Çocuklar çok isteyince bir kez daha gönderdim. Fakat görümcem çocuklarını asla göndermedi dayılarına. Böyle olunca çocuklarım da gitmek istemediler.

BİZİ DESTEKLEMESELER DE AİLEYE ÇOK İHTİYAÇ DUYUYORDUK

Amcam ise taşındığımız ilk gün aradı eşimi. Eşimle biz su, elektrik abonelikleri için koşturuyorduk. Amcam gelip bizi oradan aldı. Çektiklerimizi hak etmediğimizi ama devletin de haklı bir refleks gösterdiğini falan anlattı. Bütün bu süreçte olan masumlara da oldu, ama böyle olmak zorundaydı dedi. Sene içerisinde de fırsat buldukça yanımıza geldi gitti. Süreçte bizim de tek gittiğimiz onlar oldu. Bizi desteklemeseler de aileye çok ihtiyaç duyuyorduk. Şu anda bize bunu sağlayan da tek onlardı.

KAYINPEDERLER 4 ÇOCUĞUMUN SEVGİSİNİ KAYBETTİĞİ GİBİ, KENDİ AİLEMLE DE BAĞIM KOPMUŞTU

Kayınvalidemler kızımı hiç tanımıyorlardı. İleride çocuklarımın; “Neden bizi görüştürmedin anne?” demesinden de korkuyordum. Yaz tatilinde eşimi ikna ederek çocukları kayınpederlere yolladım. İki ay kadar kaldılar. Kızım ise bir iki gün durdu kalmak istemedi.

Yaz tatilinde iki kez Sivas’a fotoğraf çekimine gittik. O süre zarfında kızımla tanışma fırsatı buldular. Kayınpeder eşime bin beş yüz lira para vermiş. Ben yanınızdayım oğlum falan demiş. Ama çok geç kalmıştı yanınızdayım demek için. Ben Sivas’a tayinim çıktıktan sonra, her ramazan otuz gün boyunca okuldan çıkıp, evde üç dört çeşit yemek yapıp, koştur koştur onlara gidiyordum ailemle. Çocuklarım büyük aile olmayı öğrensinler, her zaman yaşlılarla birlikte yaşamanın mutluluk getireceğine inansınlar istiyordum. Fakat bu hayallerimin hiç birisi güzel tamamlanmamıştı.

Kayınpederler benim dört çocuğumun sevgisini de kaybetmişti. Akılları geç dank etmiş olsa gerek 2019 sonlarında göstermelik bir günah çıkarma yapıyorlardı.

Kendi ailemle de tüm bağım eşim cezaevinden çıktıktan sonra kopmuştu.

BARDAĞIN SON DAMLASI

Kız kardeşim sosyal medyada, WhatsApp durumlarında annem, babam ve çocuklarıyla mutluluk, birliktelik mesajları atıyordu. Bir gün dayanamadım, lütfen ne yaşarsanız yaşayın sosyal medyada paylaşmayın, benim içim çok acıyor. Benim çocuklarım teyzesiz, dayısız, halasız kaldılar. Anneanne, babaanne, dede sevgisinden mahrumlar. En azından gözüme sokmayın dedim. Kız kardeşim beni ailesinin mutluluğuna katlanamayan bir fitne olarak lanse etmeye başladı bu sefer. Bu bardağın son damlası olmuştu. Hepsini engelledim ve artık görmemeye çalıştım. O gün bugündür kimsesizliğim kat be kat büyüdü.

ÇOK ŞÜKÜR ŞİMDİLİK KİMSEYE EL AÇMADIK, RABBİM RIZKIMIZI HİÇ KESMEDİ!

Son olarak, şimdilerde ne haldesiniz?

Şimdilerde Antalya’daki fotoğrafçılara telefonumuzu bıraktık. Yetiştiremedikleri işlerde bizi arıyorlar. Gidip işlerini yapıp yevmiyemizi alıyoruz. Evi dubleks tuttuk dükkan açamayınca. Üst katta bebek fotoğrafları çekmeye çalışıyoruz. Çocuklar okula bisikletle gidip geliyorlar. Harcamalarımızı minimumda tutmaya çalışıyoruz. Çok şükür şimdilik kimseye el açmadık. Rabbim rızkımızı hiç kesmedi. Süreç içerisinde mucize anlar yaşatarak yüzümüzü güldürdü.

SÖYLEŞİNİN BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram