Kavala Davası: Ufukta gözüken Türkiye yaptırımları neler?

Türkiye’de insan hakları konusunda anlaşılmayan en önemli noktalardan biri de, insan hakları ihlallerinin “devletlerin iç işi” olmadığı. Söz konusu insan ise, devletlerin haklarını ihlal ettiği kişi için “benim yurttaşım, size ne, siz işinize bakın!” diyemeyeceği.

ALİN OZİNİAN 20 Ekim 2021 HABER ANALİZ

Tutukluluğunun 4. yılında iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılması için ortak bir bildiriyle Türkiye hükümetine çağrı yapan 10 büyükelçi; hükümet, muhalefet ve hatta bazı gazeteciler tarafından “hadsizlik” ile suçlandı.

Kulis bilgilerine göre, büyükelçileri Dışişleri Bakanlığı’na çağıran Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı, görüşmede büyükelçilerin ortak açıklamasından duyulan “müthiş rahatsızlığı” dile getirdi.

Ortak açıklama yönteminin akıllıca olmadığını, büyükelçilerin davayı siyasallaştırdığını, yargı sürecine müdahale edildiğini, bunun kabul edilemez bir sorumsuzluk olduğunu söyledi.

Hatta gelen haberlere göre Batılı ülke temsilcisi diplomatlara “Sizin de uygulamadığınız AİHM kararları var. Sergilediğiniz tavırla kendinize ve ülkenize karşı olumsuz bir algıya neden oluyorsunuz” da denildi.

Kavala’nın hukuksuz tutukluluğunun Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne gölge düşürüldüğüne inanmak istemeyenlerin sayısı çok fazla. “Hukuka uygun hareket etmelisiniz” uyarısını hadsizlik, Türkiye’nin iç işlerine karışma hatta darbe planı olarak bile yorumlayanlar var, lakin bu yorumları yapanlardan hiçbiri Türkiye’de hukukun genel durumu, cezaevlerinin normalin üstündeki kapasitesi, cezaevlerindeki siyasetçi, gazeteciler başta olmak üzere suçu kanıtlanmamış birçok yurttaş ve parti organı gibi hareket eden yargı mekanizması hakkında tek söz etmiyor.

Büyükelçiler, belli ki böyle bir tepkiyi göze alarak bu metni imzalamış ve anlaşılan o ki Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlâl edilmesi ve Kavala’nın tutukluluğunun hukuk dışı olduğuna ilişkin görüşlerinden geri adım atmayacaklar.

TÜRKİYE’Yİ DİZE GETİRME OYUNU MU, HUKUKA DAVET Mİ?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının bağlayıcılığını ve Türkiye’ye yükümlülükleri konusunu 4 yıl sonra da olsa birleşerek hatırlatmak ve bu gidişatta bir değişiklik olmaz ise bazı “yaptırımlar” gelebileceğinin altını çizmek istiyorlar. Sanırım bu niyetlerini Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı’ya da iletmişler.

Hükümet, muhalefet ve basının hatrı sayılı bir kısmı olup biteni “Hain Batı’nın Türkiye’yi dize getirme” oyunu olarak görse de, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye “ihlâl prosedürü” başlatması çok uzak bir ihtimal değil.

Bakanlar Komitesi eğer bunu hızla gündemine alır ve AİHM’e başvuru yapar ve ihlâl kararı alınırsa, bunun kaçınılmaz olarak hukuki sonuçları da olacak. Hatırlatmakta yarar var, son yıllarda imajı yerle bir olan Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri.

Türkiye’de insan hakları konusunda anlaşılmayan en önemli noktalardan biri de insan hakları ihlallerinin “devletlerin iç işi” olmadığı. Söz konusu insan ise, devletlerin haklarını ihlal ettiği kişi için “benim yurttaşım, size ne, siz işinize bakın!” diyemeyeceği.

Osman Kavala ve daha birçok insan hiçbir suç ve kanıt olmadan cezaevinde, bunun ülkeyi artık yönetemeyen siyasi iradenin arzusu ile yaşandığının herkes farkında. Bu insanların ihlal edilen haklarının bedelinin nasıl ödeneceği ve Türkiye’nin yerle bir olan imajının nasıl tamir edileceği gibi sorunlar muhalefetin bile gündeminde değil.

Ülkenin, insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti alanındaki sorumluluklarının bir an önce yerine getirmesi konusu bir taraf atılırken, gündemde Türkiye’ye bu konuları hatırlatanlar “diplomatik teamüllere ve yargı bağımsızlığına aykırı,” “hadsiz” ve “çifte standart uygulama” suçlamaları ile karşılaşıyor, bu “hainlikleri” yapan yabancılara nasıl had bildirileceği tartışılıyor.

Türkiye’deki hukuk ve insan hakları sorunları ekonomiyi de olumsuz etkiliyor ve anlaşılan o ki daha da etkileyecek. Türkiye uyarıları dikkate almazsa ciddi yaptırımlarla karşılaşacak.

SİYASİ VE EKONOMİK YAPTIRIMLAR GELİYOR

Bu tutum, Türkiye’nin dışarıya bağlı ekonomisi zor durumda bırakırken, zaten kaçma eğilimindeki yatırımcıların keskin hamleler yapmasına sebep olacak. Türkiye’deki hali hazırdaki siyasi ve ekonomik kriz, daha da derinleşecek.

İlk adımlar gelmeye başladı bile, Türkiye’nin, Malî Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından ‘gri listeye alınabileceği belirtiliyor. FATF bu perşembe Paris’te gerçekleştireceği toplantıda bu kararı onaylayacak. Karar ile birlikte Türkiye’nin halihazırda ülkeye çekmekte zorlandığı dış sermaye yatırımlarının daha da azalabileceği ifade ediliyor. FATF Türkiye’nin Uluslararası İşbirliği İnceleme grubu tarafından özel izlemeye alınması tavsiyesinde bulunmuştu, gri listedeki ülkelerin artırılmış bir izlemeye tabi olmasını öngörüyor.

Dış mihraklara pabuç bırakmayacağız diyenlere iki önemli hatırlatma yapmak gerekli.

İlki, hükümetin Gezi olaylarının planlayıcısı olduğunu öne sürdüğü Osman Kavala’ın 2017’den beri tutuklu bulunduğu- şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırma dahil pek çok suçlamayla karşı karşıya kaldığı, fakat yargılandığı davada 2020’de beraat ve tahliye kararı verildiği.

Daha sonra ise Kavala aynı gün 15 Temmuz darbe girişimi davası kapsamında yeniden tutuklandığı, AİHM’in Osman Kavala için 10 Mart 2019’da aldığı derhal tahliye kararının ise Mayıs 2020’de kesinleştiği ve Türkiye’nin AİHM kararını bugüne kadar uygulamadığı.

Bu siyasi davanın kronolojisinin ardından iki önemli hatırlatma ise, birkaç gün önce açıklanan, Avrupa Komisyonu’nun, 2021 yılı Genişleme Strateji Belgesi ile Türkiye dâhil tüm aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırlanan “Ülke Raporlarında”, özellikle yargı ve temel haklar konularında Türkiye’ye yöneltilen sert eleştiriler.

Birçok ana akım ve yandaş medya temsilcisinin merak edip, okumadığı raporda Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksikliklerin bulunduğuna vurgu yapılırken, demokrasi alanındaki gerilemenin sürdüğü, başkanlık sisteminin yapısal eksikliklerinin devam ettirmesinin altı çiziliyor.

MUHALEFETİN TUTUMU NE KADAR DOĞRU?

Parlamentonun gerekli araçlardan yoksun olduğu ve bu durumun devam edeceğinin öngörüldüğü söylenirken, anayasal yapının, yürütme, yasama ve yargı arasında gerekli ve etkin bir güçler ayrılığı sağlanmadığı, yürütme organının demokratik hesap verebilirliğinin sadece seçimlerle sınırlı kaldığı belirtiliyor.

Türkiye’nın demokrasi, insan hakları ve hukuk konusundaki karnesi gittikçe bozuluyor, bu bozulma ekonomiyi etkisi altına almaya devam ederken, artık yaptırım kararlarının da sinyalleri geliyor.

Hükümete bel bağlamanın, laf anlatmaya çalışmanın faydası yok, buna kimsenin artık niyeti de yok, kendi tabanı bile bir çözülmenin, kaçmanın peşinde, lakin muhalefete düşen işler var.

Muhalefet, Türkiye’yi bu darboğazdan kurtarmak niyetinde gerçekçi ise AKP hükümetinin yanlışlarına ve suçlarına devleti korumak için ortak olmamalı. Bu “yandaş” tavır devletin zayıflayan temellerini güçlendirmek değil, tam tersine bu temellere geri dönüşü olmayacak derecede kritik bir darbe vurmak anlamına gelir.