Kariye, Ani; katedralde akustik testi…

Ana katedrali “geberiyorum” şarkısıyla "akustiği" test edilen bir dünya mirasımız, Ani’miz var...

ALİN OZİNİAN 24 Ağustos 2020 YAZARLAR

Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesinin ardından geçtiğimiz gün İstanbul, Fatih’teki Kariye Müzesi de camiye dönüştürüldü.

“Karadeniz’de gaz bulundu müjdesinin” öncesinde “ön müjde” olarak Cuma sabahı haberlere yansıyan bu gelişme ile Bizans döneminden günümüze iyi korunmuş bir şekilde gelen Kariye Müzesi’nin Resmi Gazete’de yayınlanan karar ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredileceğini öğrendik.

6. yüzyılda Kariye (Azize Kurtarıcı Chora) Kilisesi olarak inşa edilen bina, önemli dini merasimlerde saray kilisesi ve şapeli olarak kullanılmış. İstanbul’un fethinden sonra 1511 yılında Sultan II. Bayezid’in sadrazamlarından olan Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiş. Kariye Camii, Bakanlar Kurulu’nun 29 Ağustos 1945 tarihinde aldığı kararla müzeye çevrilmiş.

Bu haberden sonra sosyal medya karara oldukça sert tepki verdi.

Alan açısından çok az kişinin ibadet edebileceği, müze işlevi gören muhteşem freskler ile süslü bu kiliseyi Ayasofya’nın akıbetine uğratarak camiye çevirmek kültüre, tarihe, geçmişe saygıya indirilen bir baltaydı…

İstanbul’daki en etkileyici mekanlardan biri, halka verecek bir şeyi kalmayan hükümetin din ve hamaset şovuydu, yazık olmuştu…

Ülkemizin çok kimlikli, çok inançlı derin tarihinin sembollerinden biri daha tekçiliğe kurban edilmişti…

Kariye bir sanat tarihi kitabı, bir dinler tarihi dersi idi…

Kariye’nin yerini bile bilmeyenler, adını duymamışlar, nasıl fetih deyip sevinç çığlıkları atabiliyordu…

Her yerde ibadet edilecek çok sayıda cami varken neden bu fetih hırsı bitmiyordu…Nasıl bir akıl tutulması, nasıl bir vicdandı bu…

AKP’nin bu kadar özgüvensizliği fazlaydı canım… Yüz bini aşkın caminin bulunduğu bir ülkede, Kariye Müzesi’nin de camiye çevrilmesi, siyasal islamcılığın bu topraklarda kültürel zenginliği ve laikliği yok etmeyi sürdürmesini ortaya koyuyordu…

Bu tepkiler haksız mı? Değil, aksine çok yerinde. AKP’nin yaptığı saçmalık mı? Pek tabii. Fakat burada hatırlanması gereken AKP’nin, kültürel soykırım ya da hristiyanlara ait ibadethaneleri yerle bir ederek, “başkalarının” izini silme konusunda ilk olmadığı.

1914’te şu anda Türkiye sınırları içinde olan Ermeni kiliselerinin sayısı 2 bin 600. Bu sayı sadece Ermeni kiliselerini kapsıyor, buna Rum ve Süryani kiliselerini de ekleyecek olursan karşımıza inanılmaz bir tablo çıkıyor. Peki bu kiliselere ne oldu?

Bir kısmı tahrip edildi, bir kısmı yıkıldı, bir kısmı ise altın ve değerli eşya aramak için patlatıldı…

Akademisyen Ohannes Kılıçdağı’nın dediği gibi “Cumhuriyet tarihi boyunca kiliselerin kullanılma amaçlarını şöyle hızlıca sıralamaya kalksak aklımıza hemen şunlar gelir: ahır, ordu mühimmat deposu, hapishane, erotik sinema, karate salonu, kütüphane ve tabii ki cami. Bir de gerek devlet yetkilileri tarafından dinamitle gerek defineciler tarafında peyderpey yıkılan kiliseler var. Birçoğu da doğada kendi kendine yok olmaya terk edilmiştir.”

FOTOĞRAF: SELAHATTİN SEVİ

Bu yaşananlar bana, Şubat ayında Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un eşi Pervin Ersoy’un Van’da yaşanan çığ faciası sırasında tarihi Ani şehri harabelerinin Ana katedralinde “İstanbul İstanbul olalı” şarkısını seslendirerek arkadaşları ile eğlendiği görüntülerin sosyal medyaya düşmesini hatırlattı.

Pervin Ersoy “Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı, söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp…” diyerek şarkıyı büyük bir hevesle okumuş, tepkiler üzerine ise avukatları tarihi kilisenin “akustiğinin” test edildiği açıklamasını yapmıştı.

Ani’nin tarihine ve anlamına bakalım…

Ermeni Kralı III. Aşot (Aşot Voğormats, 953-977) ülkede iç karışıklıklara son verip güvenliği sağladıktan sonra 961 tarihinde başkenti Kars’tan Ani’ye taşır. Kral Aşot III, başkenti hem siyasi hem de manevi bir merkeze haline getirmek amacıyla, 961 yılında Ermeni Katolikosluk’unu Ani’ye taşımaya karar verir. Dvin-Trabzon ticaret yolu üzerinde kurulu olan kent kısa zamanda daha da gelişir. Komşu şehirlerdeki tüccar ile zanaatkârlar Ani’ye taşınır.

Ünlü Ermeni mimar Trdat, Ani’nin baş mimarıydı. Şehre ruhunu veren en önemli binaları o inşa etti. Bagratuni hanedanın mimarı Trdat tarih sayfalarına 989 yılındaki depremden dolayı hasar gören Bizans’ın başkentindeki Hagia Sophia (Aya Sofya) katedralini yenilemesi ile de geçti.

Döneminde tarihçilere göre Ani kentinin nüfusu 100 bine ulaşmıştır, bazı tarihçiler 200 bin sayısını da kullanır. Krallık ailesi, prensler, tüccarlar, yöneticiler, Ani’den saraylar, konutlar, ticari binalar, kütüphaneler, kiliseler yaptırmışlardır.

Ahuryan Nehri üzerinde çok sayıda köprü inşa edilmiş, fakat ne yazık ki bunlardan sadece biri Kusanats Vank (Bakireler Manastırı) yakınındaki “Metaksi Çampa” (“İpek Yolu”) adıyla tarihe geçen köprü harabe olarak ayakta kalabilmiştir.

Bizanslıların 1043 ve 1044 tarihleri arasında Ani’yi yaptıkları saldırılarda şehir savunulur, Ani düşmez. Bizans İmparatoru IX. Konstantin bahaneler ile II. Gagik’i Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’e davet eder. Gagik, Konstantinopolis’te hapsedilerek Ani’yi teslim etmeye zorlanır. Bizans ordusu 1044 tarihinde Ani şehrini tekrar kuşatır. Ani’liler, Vahram Pahlavuni önderliğinde karşı koyarak, Bizans ordusunu geri çekilmeye zorlar. Lakin 1045’de Ani halkının mukavemet gücü zayıflar, Ani Krallığı 1045’de son bulur, Bizans’a bağlanır.

1046 ve 1131 depremlerinde şehir büyük zarar alır. Selçuklular, 1071’de Selçuklular Bizanslıları yenilgiye uğratır, Alparslan Ani’yi işgal eder. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonucunda Ani, Rusya İmparatorluğu’na geçerek Kars Bölgesi’nin bir kısmını oluşturur. 16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Rus-Türk anlaşmasıyla Türkiye’ye teslim edilir.

Ani şehrinin görünenin yanı sıra bir de yer altı bölümü olduğu tahmin edilse de, bu bilgi ancak 1904-1917 yılları arasında yapılan kazı çalışmaları sırasında doğrulanabildi.

Ani yeraltı şehrinin incelenmesi sırasında 500 mağara, 400 ev, 30 kilise, içinde şapellerin ve inziva bölümlerinin de bulunduğu bir kiliseler kompleksi, sekiz mezar grubu, ambarlar, çeşitli gıdaları saklamaya uygun merkezi kilerler, su depoları, şarap ve yağ depoları, meyhaneler, ahırlar, kervansaraylar, ortaya çıkarıldı. 1988 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle yer altındaki şehrin büyük bir kısmı çöktü.

Cumhuriyet döneminde Ani’ye ilgi gösterilmese de, Temmuz 2016’da UNESCO Ani’yi Ermeni kültür mirası olarak tanıyıp, Dünya Kültür Mirası Listesi’nde 16. sıraya yerleştirdi.

Peki biz Ani’ye gerektiği gibi sahip çıkabildik mi örneğin? Akınlara, depremlere, altın avlarına rağmen bugün hâlâ ayakta kalabilen, ama harabeye dönmüş Ana Katedrali, daha birçok kilise ve tarihi yapı, Selçuklular döneminde inşa edilen iki camisi ile Ani hâlâ keşfedilmeyi ve saygı duyulmayı bekliyor.

2010 yılında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2011 yılında yapılacak seçim çalışmalarının startını vermek üzere TBMM Başkanvekili ve MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener ile Kars’a gelmiş, buradan Ani Harabeleri’ne “Ya Allah Bismillah Allahuekber” sloganlarının atıldığı ve Mehteran gösterisi eşliğinde gelmişti. Sultan Alparslan tarafından kiliseden camiye çevrilerek Fethiye ismi verilen alana gelen Bahçeli ve beraberindekiler, burada çok sayıda partili ve vatandaşla birlikte Cuma namazını kılmıştı. MHP lideri, Türk milletinin dimdik ayakta durmasının düşmana korku salacağını dile getirmişti.

Bu olaylardan yaklaşık 10 yıl sonra Şubat ayında bu kez de ana katedrali “geberiyorum” şarkısıyla “akustiği” test edilen bir dünya mirasımız, Ani’miz var…

Van’daki Ahtamar, Diyarbakır’daki Surp Giragos, İstanbul’daki Ayasofya… ne ilk ne son olacak…

Kuşkusuz bu tarihi eserler artık Türkiye’nin değerleri. Bunları korumak da, bunlardan kar sağlamak da Türkiye’nin işi. Bu eserleri mütemadiyen feth etmekten vazgeçilmeli…

Tarihi esere olan saygısızlık, tarihi esere duyulmayan ilgi evet yeni değil, AKP’ye endeksli hiç değil. Fakat 100 yıldır bu tahribatın Batı’yı kızdırmak ve meydan okumak için kullanılmadığını gizlice çaktırmadan yapıldığını görmemiz gerek.

AKP’nin tarihi eserlere ve Hristiyan ibadet yerlerine olan bu tavrı, alıştığımız vandalizm dışında Batı’ya kafa tutmak için kullanıldığı için bu kadar can sıkıcı.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye “dinler arası ve kültürler arası diyalog konusunda” sorumluluk sahibi olması gerektiğini hatırlatması, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın Kariye kararı bir “provokasyon” olarak nitelendirilmesi ya da Moskova Rus-Ortodoks Kilisesi Patrikliği’nin “Türkiye fethedilen Doğu Roma İmparatorluğu’nun mirasını ‘yabancı’ olarak gördüğü ve bu kültürü yok saydığı” çıkışları da bundan… Artık Vandalizm bir iç ve dış siyaset konusu çünkü…