İslamcılıkta Selefiliğin izleri

İslamcılar, Müslümanların tarihsel siyasi tecrübelerini Farabî ve İbn Sina gibi felsefecilerin evrensel siyasi tecrübeyi yansıtan siyaset hakkındaki eserleri göz ardı ederek, siyaseti yalnızca dini metinler üzerinden yorumlamıştır.

AYHAN TEKİNEŞ 11 Nisan 2021 GÖRÜŞ

İslamcılık siyaset teorisini doğrudan dini kaynaklara dayandırmıştır. Dini nasların anlaşılmasında literal okuyuşu esas alan selefi metodu benimsemiştir. Siyaset teorisi ile alakalı modern felsefi görüşlerle dini deliller arasında ilişki kurarak, yeni bir terkibe ulaşmıştır. Müslüman ilim adamlarının kelam, fıkıh ve ahlak perspektifinden yüzyıllar içinde ürettikleri siyaset bilimiyle alakalı birikimi dikkate almamıştır. Metodolojik olarak da usûlu’d-dîn alimlerininin temel ilke ve metotları yerine selefi bilgi felsefesi ve yorum yöntemini tercih etmiştir.

Neredeyse her konuyu dini kaynaklara dayanarak açıklamaya çalışan ehl-i hadis ekolü, devlet başkanı seçimi ve yöneticiliğin gerekliliğinin de yalnızca dini kaynaklara dayanılarak açıklanabileceği kanaatindedir. Nitekim Hanbeli Hukukçulardan Ebû Ya’la el-Ferra (1066) el-Ahkâmu’s-sultâniyye adlı eserinde Devlet Başkanı seçmenin gerekliliğinin (vücûb) akılla değil yalnızca nakli delillerle bilinebileceğini öne sürer ve “akıl (yönetim) konusunda bir şeyin farz ya da mübah olduğunu, helal ya da haram olduğunu bilemez” der. Ebû Ya’la, bu yaklaşımıyla devlet yönetimiyle alakalı konularda yani siyasette aklın norm koyucu yetkisi olmadığını ifade etmektedir.

Selefiliğin fikir önderi İbn Teymiyye (1328), es-Siyâse eş-Şer’iyye adlı eserinin hemen başında “bu Risale yöneten ve yönetilen hakkında İlahi siyaset ve Peygamber’i işaretler (âyât) ihtiva eden özet bir eserdir” der. Siyasetin iki temel esası olduğunu, birincisi emanetleri ehline vermek ikincisinin de adalet olduğunu söyler ve bu iki esasın dayandığı iki ayet zikrederek konuya giriş yapar. Daha sonra emanet ve adalet kavramları üzerinden konuları inceler. Mesela emanet kavramını, ‘’Kim bir topluluk içinden daha uygun aday olduğu halde başka birisini görevlendirirse Allah’a ve Peygamber’e ihanet etmiştir’’ hadisi ile açıklar. (es-Siyâse s. 7) İbn Teymiyye bu eserinde ayet ve hadislerden hareketle yöneticiler ve yönetimle alakalı ilke ve normlar belirlemeye çalışır.

İbn Teymiyye’nin metodu Muhammed Esed tarafından da takip edilmiştir. Esed, Lahor’da 1948 yılında ‘İslam Nizamını İhya’ dairesinin başında bulunduğu dönemde yayınladığı ‘’İslam Anayasasının İnşası’’ (Making Islamic Constitution) adlı risaleye dayanarak daha sonra yazdığı İslam’da Devlet ve Yönetim İlkeleri (The Principles of state and goverment in Islam) adlı eserinde selefi metodu takip etmiştir. O bu eserini yalnızca Kur’an ve Sünnet’e dayanarak muasır yaklaşımları ve problemleri de dikkate alan ilerde kurulacak Pakistan devleti için bir İslam anayasası taslağı olarak hazırlamıştır. Kur’an ayetlerinden ve yaklaşık yetmiş hadisten seçerek yazdığı bu eserde Esed, ‘’Modern çağın gerektirdiği şartlar altında nasıl tatbik edileceklerini dikkate alarak islam şeriatının devlet ve hükümetle alakalı naslarını değerlendirmiştir’’. Esed’in bu eserinde devlet yönetimi ile alakalı belirlediği problem alanlarını nasların literal açıklamalarıyla yorumladığı görülmektedir. Esed’in fikirlerinde, yorum metodundaki tek yönlülükten daha önemli olan, ikinci dünya savaşı öncesinde Avrupa’da popüler olan demokrasi karşıtı totaliter siyaset modellerinden etkilenmiş olmasıdır.

Muhammed Esed, Suud krallığının kuruluşunu izlemiş bir gazeteci olarak, İbn Abdilvahhab’ın (1792) ve takipçilerinin fikirlerinden etkilenmiştir. Adeta selefi metot ile felsefi ve kültürel birikimini mecz ederek kendi yaklaşımını inşa etmiştir. Viyana’da felsefe okuduğu ve Almanya’da gazetecilik yaptığı yıllarda hâkim olan Max Weber ve Carl Schmitt gibi sosyolog ve siyaset bilimcilerin görüşlerinden ve eserlerinden etkilenmiştir.

Müslümanların tarihsel siyasi tecrübeleri, İran ve Habeşistan gibi çevre ülkelerin siyasi birikimi Farabî ve İbn Sina gibi felsefecilerin siyaset konusundaki antik felsefi geleneğe dayanan evrensel siyasi tecrübeyi yansıtan siyaset hakkındaki eserleri göz ardı edilerek, siyaset yalnızca dini metinler üzerinden yorumlanmaya çalışılmıştır. Halbuki özellikle muamelat denilen sosyal ilişkileri düzenleyen hukuki uygulamalarda geçmiş dinlerin hukuku, örf, istishab ve maslahat gibi toplumsal tecrübeyi dikkate alan akli delillerin de hukuki normların önemli kaynakları olduğu unutulmuştur.

Muhammed Esed ve Mevdudî gibi yazarlarca dini nasların yorumunda Selefi metodun benimsenmesi ve yeni kurulan Suud krallığının ilk İslamcı yazarlar üzerindeki etkisi, İslamcı devlet teorisinin Selefi düşünce etrafında şekillenmesine sebep olmuştur. Suud krallığının Selefiliğin daha katı bir devamı olan İbn Abdulvahhab’ın görüşlerini resmi mezhep kabul etmesi sebebiyle İslamcılar üzerinde İbn Teymiyye’nin yanında İbn Abdulvahhâb’ın da önemli derecede etkili olmasına zemin hazırlamıştır.

İbn Teymiyye şefaat ve kabirlerin inşa edilmesini bid’at olduğunu söyleyerek tenkit etmiştir. İbn Abdulvahhab ise tekfir ederek, şirke düştüklerinden dolayı Müslüman halkla savaşmayı cihad kabul etmiştir. Tevhid düşüncesine muhalif olduğu gerekçesiyle bazı farklı yorumları ve inançlarından dolayı insanların tekfir edilmesinin geçmişte de örnekleri vardır.

İbn Abdulvahhab’ın birçok görüşü İslamcı yazarlar tarafından yeniden yorumlanarak, içselleştirilmiştir. Mesela Müslümanların tevhid-i Uluhiyete inanmadıkları için cahiliye dönemindeki müşriklerden farklı olmadıklarından dolayı kanlarının ve mallarının helal görülmesi gibi görüşler selefi gelenek içinde ilk defa İbn Abdulvehhab tarafından dile getirilmiştir. İbn Abdulvahhab, Suud ailesi ile birlikte başlattığı isyan hareketini meşru göstermek ve savaş yoluyla siyasi hakimiyeti ele geçirmek için Müslüman halka müşrik muamelesi yaparak onlara karşı ‘’cihad’’ ilan etmiştir.

Mevdudi ve Kutub gibi İslamcılığın ilk teorisyenleri devlet teorilerinin merkezine tevhid inancını yerleştirmişlerdir. Tevhid inancının ortadan kalkmasına sebep olduğu için insanları tekfir etmek hem daha kolay hem daha etkilidir. Bundan dolayı İslamcı hareketin sonraki takipçileri tekfiri muhaliflerini susturmak için bir araç olarak kullanmışlardır. Ayrıca tevhid inancına aykırılık üzerinden daha geniş kitleleri hatta neredeyse kendi gruplarını desteklemeyen herkesi tekfir edebilme imkanına kavuşmuşlardır.

Mevdudi, seküler yöneticilere ve kanunlara itaat etmenin ubudiyet anlamına geldiğini ve Tevhid-i Uluhiyete aykırı olduğunu iddia ederek, tekfire kapı aralamıştır. Ayrıca Rububiyet’in yalnızca rızıkla sınırlı olmadığını Allah’ın hükümlerini terk ederek, yerine dünyevi hükümler koymanın da şirk olduğunu öne sürmüştür. İbn Abdulvahhâb’ın Allah ile insan arasına aracılar koymak şirktir düşüncesi İslamcılarda kurumsal perspektif ilave edilerek, Allah ile insanlar arasına beşerî kanunları ve kanun yapan kurumları koymanın şirk olduğu fikrine dönüşmüştür. Bu durum İslamcı ve Selefi siyaset anlayışı ile modern siyasi sistemler arasına kalın bir duvar örülmesine de sebep olmuştur.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com