İslamcılık nedir? İslamcı kimdir? 

İslamcılar aksini iddia etse de kanaatimce ilk dönem aydın ve alimlerinin hiç birisi günümüzdeki anlamıyla İslamcı olarak nitelendirilemez. Çünkü her şey İslami olduğunda aslında hiçbir şey İslamileşmemiş olur. Günümüzde AKP ve destekçilerinin ‘her şeyi İslamileşmiş’ hayat tarzları bu gerçeği ortaya koymaktadır.

AYHAN TEKİNEŞ 16 Mayıs 2021 GÖRÜŞ

İslamcılık, günümüzde çok kullanılan bir terim olmasına karşın içeriğinde bir uzlaşı yoktur. Hatta aşağılayıcı bir ifade mi yoksa betimleyici mi, olduğu bile tartışmalıdır. Birçokları İslamcılığı politik amaçlar için dini duyguların istismarı olarak algılamaktadır. Bazı dindar Müslümanlar ise İslamcılık kavramını hakaretamiz bir ifade olarak gördüklerinden hiç kullanmamayı ya da ‘siyasal İslamcılık’ şeklinde sınırlandırarak kullanmayı tercih etmektedir.

Her şeyden önce İslamcılığın modern bir kavram olduğunu belirtmek gerekir. Ancak İslamcılık (İslâmiyyûn) teriminin İmam Eş’arî’nin (324) ünlü eseri Makâlâtu’l-İslâmiyyîn‘de kullanıldığını görüyoruz. Kitabın adını, ‘farklı gruplara bağlı Müslümanların görüşleri’ diye tercüme edebiliriz. Kitapta Şiîlik, Mu’tezile, Mürcie ve Haricilik gibi ilk dönem siyasi ve itikadi mezhep mensuplarının görüşleri incelenmiştir. Bu eserde İslâmiyyûn/İslamcılık İslam’a mensup olan, Müslüman olduğunu söyleyen kişi ve gruplar anlamında mensubiyet ifade eden bir terimdir.

Bugün Arapçada kullanılan İslâmiyyûn terimi ise ‘devlet düzeninin İslami esaslara göre düzenlenmesi gerektiğini savunanlar’ anlamında kullanılır. Çünkü karşıtı olan İlmâniyyûn (sekülerler) terimi yönetim modelinin seküler olması gerektiğine taraftar olanları ifade eder. Dolayısıyla İmam Eş’ari’nin kullandığı İslamcılık ile günümüzdeki İslamcılık terimleri farklı anlamlara tekabül eder.

İslamcılık ve İslamlaşma tabirleri Osmanlı’nın son döneminde Batılılaşma akımına karşı çıkan ve İslami değerlere referans yapan aydın ve ulemayı nitelemek için ilk defa Türkçü Ziya Gökalp (1924) tarafından kullanılmıştır. İslamcılık üzerine yapılan çalışmalarda ‘’İslamcı’’ olarak nitelenen Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet döneminde yaşayan alimler ise İslamcılık terimini kullanmamışlar hatta bazıları bu tabiri ve benzeri sınırlandırıcı niteliklerin kullanılmasını tenkit etmişlerdir.

Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan İslamcılık ve İslamlaşmak kavramları Batılılaşma kavramının karşıtı bir anlam içerir. Dolayısıyla kavramların Sünnî devlet anlayışı ve İslami ilimler geleneği üzerinden okunması gerekir. Geçmişte ihya/canlandırma ve tecdid/yenileme kavramlarıyla ifade edilen dini hayatın canlandırılması ve yeni bilgi alanlarının dini perspektifle yenilenmesi anlamlarına tekabül eder. Batılılaşma hareketleri başlayınca özellikle hukuk ve devlet sisteminde buna karşı tavır alan ulemanın seküler hukuk yerine İslam hukukunun uygulanması gerektiği fikrine dayanır.

İslamlaşmanın nasıl gerçekleştirileceği konusuna gelince, inanç ve ahlak eksenli bir ıslah fikrinin ön plana çıktığı görülür. Batılaşma taraftarlarının da savunduğu, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi kavramlar İslami kaynaklardan referanslar verilerek, toplumsal ve siyasi yenilikler olarak dile getirilir. Tunuslu Hayrettin Paşa (1890) ve Ahmed Cevdet Paşa’nın (1895) fikirlerini daha sistematik bir şekilde dile getiren Said Halim Paşa (1921) ‘’İslamlaşmak’’ adlı makalesinde İslamlaşmayı, İslam hukukunun uygulanması, bireysel ahlak ve toplumsal ilişkiler konusunda İslami ahlak ilkelerine riayet edilmesi şeklinde yorumlar. Said Halim Paşa’ya göre siyasi kurumların “İslamlaşmak” özgürlük, eşitlik ve yardımlaşma gibi toplumsal ahlak ilkeleri üzerine inşa edilmesidir. Ona göre siyasetin temel amacı ahlakın uygulanması ve korunması olmalıdır. Ayrıca özgürlük, eşitlik ve toplumsal dayanışmanın tesisi yöneticilerin temel görevleridir. (Buhranlarımız) Said Halim Paşa’nın özellikle ‘’İslamlaşmak’’ tabirini tercih etmesi onun bu kavramı ayırt edici bir grup unvanı olarak değil bir yaklaşım ve yöneliş tarzını ifade etmek için kullandığını göstermektedir.

Bu dönem İslamcı olarak nitelenen aydın ve ulemanın ortak noktası İslam hukukunun uygulanması yönündeki talepleridir. 19. Yüzyılda hızlanmış olsa da örfi hukuk uygulamaları Osmanlı’da Fatih Sultan Mehmed ile başlamıştır. Ulemanın her zaman örfi hukuk konusunda çekinceleri ve tenkitleri olmuştur, ancak 19. yüzyıldaki açık muhalefet aslında Batılılaşma’ya karşı duyulan endişelerden kaynaklanmaktadır. Batılılaşma karşıtlığını ifade için ulema İslam hukukunun uygulanması konusundaki isteklerini daha güçlü dile getirmiştir. Ayrıca Osmanlı’nın İslam hukukunu teşri kaynağı olarak kabul eden bir devlet olduğu da düşünülürse, ulemanın hukukla alakalı taleplerinin düzeni koruma ve değişime direnme ya da en azından kontrollü bir değişim için çabalama olarak görmek gerekir. Nitekim Mısır’daki benzer tartışmalar da hukuk alanında cereyan ettiğinden dolayı İslamcılık kavramı (İslâmiyyûn) Mısır’daki tartışmalarda da -yukarıda ifade ettiğimiz gibi- sekülerlik (ılmâniyyûn) kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır.

İslamcılık kavramı, ilk dönem tartışmalarında Batı hukukunu tercih edenler  ve İslam hukukunun uygulanmasını tercih edenler şeklinde bir ayrım üzerine oturmuştur. İslamcılar aksini iddia etse de kanaatimce ilk dönem aydın ve alimlerinin hiç birisi günümüzdeki anlamıyla İslamcı olarak nitelendirilemez. Belki Said Halim Paşa’nın dediği gibi “İslamlaşmak taraftarları” denilmesi mümkündür.

Muhammed Esed’le birlikte başlayan süreçte İslamcılık, Vahhabiliğin de etkisiyle yeniden yorumlanmış ve Mevdudî ve Seyyid Kutub tarafından bir ideoloji olarak dizayn edilmiştir. Bu dönemde dekolonizasyonla birlikte halkı Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde seküler, milliyetçi ve otoriter yönetimlerin başa geçmesi de günümüzdeki İslamcılığın doğuşunda kilit rol oynamıştır. Bu yönetimlerin dindar muhaliflerine karşı uyguladığı sert politikalar ve hapishanelerden yayılan acı hikayeler İslamcılığın üzerinde travmatik bir etki bırakmıştır.

İslamcılığın ikinci dönemi ya da bugün İslamcılık denildiğinde akla gelen şekliyle İslamcılık ideolojisinin tanımında da farklı yaklaşımlar dile getirmek mümkündür. Kurgusal bir tanım yerine vakıadan hareketle İslamcı harekete mensup aydınların ortak özellikleri üzerinden bir tanım yapmak daha açıklayıcı ve tutarlı bir yaklaşımdır.

İslamcılık ideolojisi, inanç, ahlak hatta hukuk alanındaki İslamlaşmadan farklı olarak, hayatın bütününün akide üzerinden yorumlanması gerektiğini öngörür. Bu yaklaşım akideye göre hayatı tanzim etmek düşüncesinden daha farklıdır. Klasik ulema Müslümanlık doğruluktur, toplumsal davranışlarımızda doğruluk temel kriter olmalıdır, şeklinde bir inanç-amel ilişkisi öngörür. Ancak İslamcılar ise akide-hayat ilişkisini toplumsal yapılar, kurumlar, davranışlar akidenin bir parçasıdır, yaklaşımıyla ele alır. Buna göre akide hayatın bütününü içerir, hayatın her biriminin İslami kurallara göre tanzim edilmesini kabul edenler yalnızca tevhid inancına sahip (muvahhid) bir Müslümandır. İslamcılar, akidenin bir bütün olarak anlaşılması gerektiği ve akidenin bir hayat düzeni içerdiğini ileri sürmüşlerdir. ‘Muvahhid Müslüman’ olmak için akideyi parçalanmayan bir bütün olarak kabul etmek gerektiğini vurgulamışlardır. Bu yaklaşım İslam’ın hukukun kaynağı olması talebinden tamamen farklıdır. Selefilerin amel-İman ayrılmazlığı görüşünün sosyal ve politik bilimlere modern bir uyarlamasıdır.

“Hüküm ve Emir yetkisi yalnızca Allah’a aittir” ilkesinin Selefi perspektifle yorumu, İslamcı ideolojinin temel hareket noktasıdır. Lakin klasik Selefilik, nas olmayan konularda iman-amel ilişkisini zorunlu görmez. İslamcılık teorisyenleri ise nas olmayan yeni konulara özellikle de politik alana iman-amel bütünlüğü açısından yeni yorumlar getirmişlerdir.

Hayatın her alanına yayılmış bu İslam anlayışı da ironik bir şekilde aslında İslamcılığın sekülerleşmesini sağlamaktadır. Olivier Roy’un Globalised Islam kitabında da belirttiği gibi ‘her şey İslami olduğunda aslında hiçbir şey İslamileşmemiş oluyor’. Nitekim günümüzde AKP ve destekçilerinin ‘her şeyi İslamileşmiş’ hayat tarzları da bu gerçeği ortaya koymaktadır.

İslamcı ideolojinin ikinci ayırt edici niteliği ise muhaliflerini -Müslüman olsun gayr-ı Müslim olsun- cahiliye toplumu olarak adlandırmalarıdır. Kendilerine muvahhid, yukarıda ifade edilen “akidenin hayat düzenini içerdiği” fikrine katılmayanları ise cahiliye toplumuna mensup olmakla itham etmişlerdir. Böylece muhalifleri üzerinden kendilerini çevreleyen sınırları belirlemişlerdir. Çizdikleri sınırların aşılmaması için de akide-hayat bütünlüğü ilkesini kabul etmeyen kişi ve gruplarla diyaloğu -da’vet/propaganda dışında- reddetmişlerdir.

İnanç ve kimlik yanında İslamcı ideolojinin tanımlanmasında üçüncü unsur ise metottur. İslamcılar, tebliğ ve da’vet metotlarının tümünü cihad kavramının kapsamı içinde değerlendirirler. Onların görüşüne göre cihad yalnızca manevi değil aynı zamanda maddidir, yani kılıçla cihad yapılması da dini bir vecibedir. Ancak kılıçla yapılacak cihadın şartları ve niteliği hakkında İslamcı gruplar arasında da farklı yaklaşımlar vardır. Burada işaret etmek istediğimiz husus, kılıçla yapılan cihadın yani savaşın prensip olarak onaylanmasıdır. İslamcılara göre sözlü tebliğ İslamı anlatmak için yeterli değildir, İslami tebliğin önüne çıkan engelleri aşmak ve insanları dinlerini özgürce seçebilecekleri bir ortama kavuşturmak için maddi cihad da yapılmalıdır. Dini tebliğ aracı olarak şiddet kullanımına izin verilmesi gerektiği görüşü İslamcılığın üçüncü belirgin özelliğidir.

İslamcılık ideolojisinde bu üç özelliğin beraber bulunması gerekir. Her üçü beraber bulunduğunda ancak İslamcılıktan bahsedebiliriz. Zira bu özelliklerin her biri değişik gruplar içinde farklı tonlarda bulunabilir. Üçü bir araya geldiğinde ancak bir ideolojik bütünlük ve sistemli bir düşünce ortaya çıkar.

İslamcılık ideolojisi Sûfilik, Hanefilik, Şafiilik, Selefilik ve Şiîlik gibi birbirinden tamamen farklı hatta politik olarak birbirinin rakibi olan gruplar ve mezhepler içinde temsil edilebilir. Şiilikle birleşip İslam devletinin kurucu ideolojisi olur; Sûfilikle birleşip bir parti olarak yapılanarak İslam devleti kurmaya çalışabilir.

Selefilikle İslamcılık arasında yakın bir ilişki vardır. Lakin Selefilik dini nasları uygulamayı gaye edindiğinden dolayı naslarla düzenlenmiş konularda modern hayat biçimlerine karşı çıkarken İslamcılık ise modern toplumları cahiliye toplumu olarak gördüğünden dolayı rejimlerin ve kurumların yıkılıp yeniden İslamî esaslara göre inşa edilmesini öngörür. Bu yönüyle de Selefilikten ayrılır. Selefilik zahiri de olsa yapıcı, İslamcılık ise temel hedefleri itibarıyla yıkıcı bir harekettir. Selefilik nasların otoritesine inanır, İslamcılık ise siyasi liderlerin yorumlarını ve tasarruflarını yeni durumlar için içtihat gibi algılar. İslamcılık lider kültü etrafında şekillenmiş bir hareket olduğu halde, Selefilik de liderler selef alimleridir.

İslamcılık, toplumsal çoğulculuk fikrine de karşıdır. Siyasi ve toplumsal nizam fikrinin İslam akidesinin bir parçası olduğu fikrinden hareket eden İslamcılık ideolojisi cahiliye toplumu olarak nitelediği toplumları dönüştürmeyi ve İslam toplumu haline getirmeyi amaçlar. İslamcılara göre ‘Müvahhid Müslümanlar’ yani Allah’ın birliğine inananlar onun hakimiyetine inanan İslamcılardır. Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini kurmak için yapılan siyasi mücadele cihattır. Hatta bazılarına göre Cahiliye toplumunu dönüştürmek için yapılan cihatta, savaş hukuku uygulanır ve şiddet uygulanabilir; ayrıca stratejik açıdan avantaj sağlayacak karşı tarafı aldatacak hileler yapılabilir.

İçinde yaşadığı toplum fertlerini düşman askerleri gibi gören, sosyal ilişkileri çatışma üzerinden okuyan, politik makamları fethedilecek hedefler ve devlet malını da ganimet kabul eden İslamcılık ideolojisi, insanoğlunun arkaik yağmacı yanının dini bir üslupla ortaya çıkmış reankarnasyonu gibidir.

İslamcılık, tekfir ve şiddet yoluyla siyasi egemenlik kurmayı hedefleyen bir ideolojidir. İslamcılığın temel hedefinin siyaset olduğunu vurgulamak maksadıyla ‘siyasi İslamcılık’ ifadesi tercih edilmektedir. İslamlaştırma anlamına geldiği kabul edildiği takdirde diğer İslamlaştırma hareketlerinden farklı olarak siyasi alandaki İslamlaşmaya odaklandığı için yine ‘siyasal İslamcılık’ denilebilir. Lakin kanaatimce Mevdudî sonrası dönemdeki İslamcılık, teorik yönü, pratik hedefleri ve metodu itibarıyla geçmiş dönemden tamamen farklı, siyasi bir ideolojidir. Dolayısıyla özel bir vurguya ihtiyaç duymadan, bu dönemi ifade için İslamcılık ifadesi yalın olarak da kullanılabilir.

Peki İslamcılık ne kadar İslamidir? İslamcılık her Müslüman siyasinin ya da güç sahibinin kaçınılmaz kaderi midir? Her Müslüman içinde aslında güce ve iktidara kavuştuğunda ortaya çıkan bir anti-kahraman mı taşır? Bu soruların cevabını da bir sonraki yazımızda tartışalım.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com