Hrant’ı öldürdüler ama azaltamadılar

Hrant Dink yaşarken, Hrant abisinin yol ortasında sırtından vurulduğunu görmedi ki. Benim gibi, bizim gibi görseydi, onun da yüreği taş bağlardı, yumuşak kelimeler seçmezdi belki de artık.

ALİN OZİNİAN 17 Ocak 2021 YAZARLAR

19 Ocak, Hrant Dink’in bizden çalınmasının 14. yıl dönümü…

Dink yine anılacak. Ve biz onu anlayanlar, onu dinleyenler, onu sevenler yine derin bir hüzün ve yalnızlığa gömüleceğiz.

Hrant’ı yaşamamız gerekirdi; dinlememiz, okumamız. Anmamız değil…

Bu ülkede işler gerektiği gibi gitmiyor, bazılarının istediği gibi ilerliyor; bunu bilecek kadar gördük, yaşadık, ikna olduk artık…

Ben ve yaşıtlarıma kızıyor “bazıları” – “Siz çok sertsiniz bazı konularda, Hrant yumuşaktı!” diyorlar…

Hrant yaşarken, Hrant abisinin yol ortasında sırtından vurulduğunu görmedi ki. Benim gibi, bizim gibi görseydi, onun da yüreği taş bağlardı, yumuşak kelimeler seçmezdi belki de artık.

Kaldı ki, Dink tatlı dili ile ve sakince ezberleri bozmaya çalışıyorduysa da bu içinde ateşler yanmadığı anlamına gelmiyordu.

Hrant, Türkiye’de gerçeği anlatmaya gönüllü, adaletin hakim gelmesini isteyen az insandan biriydi. Aşkla bağlıydı gerçeğe, acıları sarmak için dayanılmaz bir arzu duydu hep.

“Ben kendi halkımın yaşadığı acının farkında olan ve bu yükü taşıyan biriyim” demişti 2006 yılının Ekim ayında.

Agos’taki ofisinde konuşmuştuk. Söyleşi yapmıştım kendisi ile. Sohbet ederken bazen kayıt cihazını kapatmıştık, bana kuşkularından bahsetmiş “Beni hedefe aldılar” demişti.

O zaman çok da ihtimal vermediğim bu aptal senaryonun alt tarafı 2 ay sonra gerçekleşeceğini düşünemedim. Son kez ben Yerevan’da iken Ocak 16’da telefonla konuştuk. Bir proje vardı, kitap haline getirilmesi konuşuyorduk, “Gel burada yüz yüze konuşuruz” dedi.

O tarihten sonra çok kez gittim İstanbul’a, ama bir daha hiç yüz yüze konuşamadık…

Dink, Türkiye’de tarih başta olmak üzere anlatılanların, öğretilenlerin, sorgulanmaksızın ezberlenenlerin üzerine en iddialı soru işaretini koyan kişi oldu.

Deprem yarattı Hrant. Sarstı insanları. Hem “bizi”, hem “onları”, herkesi…

Türkiye’nin “en ilerici” kesimlerinin bile konu Ermeni, konu resmi tarih olunca nasıl çuvalladığını gözlerine soktu. Kavga etmeden ama, sakince, her zamanki anlayışlı tavrı ile…

Konuşabileceğimizi, sorgulayabileceğimizi, kutsal sayılanların yalan olduğunu anlattı.

Ümit Kıvanç’ın dediği gibi “Hrant, başta her türlü platformdaki konuşmaları olmak üzere, çeşitli faaliyetleriyle, Türkiye’de tahammül ve demokrasinin sınırlarının genişlemesine büyük katkıda bulundu. Türkiye’de demokrasi her şeyden önce tahammül meselesidir.”

Hrant’ın öldürülmesi ardından yaşanalar, sokaklara dökülen insanlar belki de yaşarken dediklerinden daha da sarsıcıydı. “Biz” bile inanamadık o kalabalığa. Biz bile inanamadık küfür yiyeceklerini bile bile, Türkiye’de vatan haini sayılacaklarını göze alarak “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerin sayısına.

Çok sevdi insanlar Hrant’ı… Gerçekten sevdi…

Dink Suikastı ayrıca Türkiye’nin iktidar yapısını, konu Ermeni öldürmek olunca devletin örgütlü tavrını bir kez daha gözler önüne serdi.
14 senedir yaşanan yargı süreci, devletin Ermeni ile ilişkisinin, Ermeni’nin değersizliğinin, Ermeni öldürmenin bedavalığının da bir özeti, bir tekrarıdır…

Benim yaşıtlarımdan bazıları için Hrant Dink’in varlığı kişisel şekillenmenin temeli oluşturdu.

Doksanlarda, bir gece, dönemin sabahlara kadar süren açık oturum programında, bizim bildiğimiz ama “diğerlerine” tuhaf gelecek ismi olan bir adam görmüştüm.

“Artık ağaç dikmeyeceğim, çabuk yetişen bir şeyler yetiştireceğim toprağımda, domates gibi, maydanoz gibi… Fidanın ağaç olduğunu göremiyorum çünkü…” demişti.

Devlet tarafından el konulan “Tuzla Ermeni Çocuk Kampı” idi bahsettiği. Kendi çocukluğunun geçtiği, karısına âşık olduğu, başka yetimlere babalık yaptığı, meyvelerini yiyemediği ağaçları olan kamp…

“Rahatsızız, korkuyoruz, ayrımcılığa maruz kalıyoruz, haklarımızı savunamıyoruz” diyordu.

Şaşırmıştım, özellikle biz Ermeniler, böyle şeyleri bir tek evde konuşulabilirdik, aslında konuşulmazsa daha da iyiydi, yerin kulağı vardı.

Bu adam heyecanla, yüksek sesle bir şeyler anlatıyordu; Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 20 sınıf askerlikten bahsetti. Korkmuyordu ama sesi titriyordu, gözleri doldu bir an, ağlayacak gibi oldu.

Biz de ağlayacak gibi olduk.

O gece gerçekten bir şeyler değişti, Ermenilerin sorunlarını adamın biri ilk kez yüksek sesle anlattı.

Agos’u kurdu. “Evin içine kapanmış bir solucan gibi, medyada hakkında denenleri sessizce dinleyen ve isyan eden, yalan diyen ve bunu yüksek sesle dile getiremeyen” Ermenilere ses olabilmek için.

Türklere Ermenileri anlattı. Ermenistan’da Türkleri anlattı. Diaspora’yı bize, bizi onları…

Türkiye ile ilişki istemeyen Ermenilere Ermenistan’ı hatırlattı. “Nefes alamıyor o ülke sizin kadar rahat” dedi.

Ama en çok Türkiye için yoruldu. AB süreci için çok dil döktü, farklı olanların özgürlükleri için didişti.

“Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için…” dedi.

Hrant, anlamak isteyenlere çok şey anlatabildi. Gerçekleri isteyenlere yeni kapılar araladı.

Hedef gösterenlerin ise en büyük malzemesi oldu. “Vatan-millet” türküleriyle çocuk zehirleyenlerin, “iç mihraklar” ve “hainler” olmadan siyaset yapamayanların en önemli odağı oldu.

Hrant’ı öldürdüler ama azaltamadılar. Onun ölümü ile bir çok insanın içinde Hrant’lar yeşerdi, Hrantlar büyüdü, Hrantlar dile geldi…

Kendi adıma ona en çok cesaret borçluyum. Rüzgara karşı durmayı, aklımdakini çekinmeden söylemi ben Hrant’tan öğrendim.

Onu bizden çalanlar, bahçeleriniz bahar görmesin…

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com