Hepsi aşktan

İbn-i Sina aşkın tüm varlıkla ilişkisini irdeler ve evrensel bir aşk metafiziğine açılmanın imkânını sorgular . Bu anlayışa göre, seven de sevilen de aşkın kendisi de varlıkta zuhura çıkan farklı yansımalardır. Aşk bütün varlığın sebebi ve esasıdır.

SAFİYE YİĞİT 14 Mart 2021 GÖRÜŞ

Başka bir varlık tasavvuru, bambaşka bir kozmoloji ve varoluşsal paradigma mümkün mü?

Kainatta olagelen her hadisenin tam bir düzen ve mükemmeliyet içinde aktığını düşünmek, her şeyin daha farklı olma ihtimalini akla bile getirmemek ne kadar olanaklı? Nasıl ki 2+1’in 3 etmemesini dileyemiyor, bu kuralı bizim hoşumuza gidip gitmemesinden bağımsız olarak kabulleniyor ve evrendeki kusursuz işleyişin bu ilkelerle var olduğunu biliyorsak, aynı şekilde başımıza gelen her olayda da bu güven ve teslimiyet içinde olabilmek mesela?

“Şu da şöyle olsaydı” düşüncesini 2’den sonra 3 değil de 4 gelseydi, ya da “en azından bugün benim için 2’den sonra 4 gelsin” imkânsızlığıyla eş tutmak,  ihtimal dahilinde mi?

Bazen hadiseleri idrakimize sığdırmakta aciz kalsak da “evren mükemmel şekilde organize edilmiş, bütün hadiseler birbirine öyle bir ahenk ve ölçü içinde bağlı ki şikayet ve memnuniyetsizlik hali tam bir yanılgıdır” diyebilir mi insan?

Bütün bunlardan bir iyi-hissediş felsefesi çıkarıp “Hadiselerin olmasını istediğin gibi değil, olduğu gibi gerçekleşmesini dile. Böylelikle her şey senin için güzel olur,” diyen Epictetus’u tam olarak anlamak mümkün mü?

Hepsinin mümkün ve vâki olduğunu görüyoruz düşünce tarihine baktığımızda. Tarihin sıfır noktasından önce ve hemen sonrasında 500 yıl boyunca Greko-Roman dünyasında oldukça etkili olan Stoacı felsefe, işte tam bu pencereden bakıyordu hayata.

Önce bir ontolojik düzlem, ardından buna uygun bir ahlak üretebilmiş bu antik ekol insan için en büyük ideali “kainatla âhenkli bir varoluş sergilemek” olarak tanımlıyordu.

Ahlak felsefelerini üzerine kurdukları metafizik temeller bu inanç ve kabulleri  mümkün, hatta zorunlu kılıyor,  İngilizcede “entailment” dediğimiz “telâzum” ile bir kabul bir diğerinin lâzımı oluyordu.

Ne Stoacıları methetmek ne de felsefe tarihinden bir kesit sunmak burada amacım. Tek istediğim, insanın varlık algısının ne kadar farklı olabileceği ve bunun hayata, ahlaka, kendimize ve tüm kainata yansımalarının nasıl farklılık sergileyebileceği hakikatini vurgulamak.

Ümit verici değil mi?

VARLIĞIN İLKSEL NEDENİ

“Hepsi aşktan” dediğimiz bir zaman da gelebilir. Yapraklar kızarıyorsa, yağmur bitkiye su taşıyorsa, arı peteğini bal ile dolduruyorsa: Hepsi Aşk’tan!

İlk doğa filozoflarından itibaren varlığın ilksel nedeni, felsefi ifadesiyle arkhe’si tartışılagelmiş, hem su veya hava gibi maddesel ilk nedenler hem de değişim ve kemâle yolculuk gibi soyut arkhe adayları üzerine teoriler geliştirilmiştir. Bu bağlamda, “evrensel bir aşk metafiziğini” varlığın ilksel nedeni olarak sistemli biçimde ilk ortaya koyan düşünürün İbn-i Sina olduğunu görüyoruz. Aşkı varlığın en sırlı sebebi, varlığın bağrında saklı olan hakikat olarak ele alan Risale fi Mahiyeti’l Aşk (Aşkın Mahiyeti Hakkında Risale) adlı eserinde, İbn-i Sina Aristoteles’in entelekya teorisini gayet mahir bir şekilde aşk hakikatiyle yeniden yoğurur ama bu teorisi felsefe tarihinde Aristoteles’in daha mekanik sistemi kadar etkili olamamıştır.

Aristoteles’te entelekya bütün bir varlığın devinimini, dönüşümünü ve oluşa doğru hareketini açıklayan bir kavram olarak çıkar karşımıza. Başka bir deyişle, her varlığı erişmeyi amaçladığı kendi kemâline taşıyan, maddeye biçim veren, olanağı gerçekliğe dönüştüren etkin ilkedir entelekya. Mesela, meşe palamudu içinde meşe ağacı olma programını taşır ve uygun şartlara ulaştığında meşe ağacı olacaktır, hatta o aslında hep bir meşe ağacıdır da henüz varlığa çıkmamıştır. Varlığa çıkamama durumunda ise varoluş nedenini gerçekleştirememiş, kuvveden fiile yolculuk edememiş ve kısmen yahut tamamen ademde kalmış olacaktır. Benzer bir durumu insan için de düşünebiliriz. İnsanda da içkin bir potansiyel ve kendi kemalât arşına ulaşmak için yeşermeyi bekleyen bir tohum vardır.

İbn-i Sina entelekya kavramını ve bu teleolojik yaklaşımı Aristoteles’ten aynen ödünç alıp aşk üzerinden yeniden örgülemiş ve varlıktaki bu hareketi “kemâle müteveccih hareket” yerine “kemâle âşık hareket” olarak tanımlamıştır. İbn-i Sina’ya göre aşk varlığın sebebidir. Ve aşk sadece insana mahsus değildir. Aksine, aşk canlı cansız, bitki hayvan, zerreden gezegenlere bütün varlıklarda doğuştan var olan bir kuvvedir. Ve bu kuvvedir her şeyi kendi kemâlâtına çağıran.

Görüldüğü üzere, İbn-i Sina aşkı gündelik kullanımından çok daha geniş olan ontolojik yönüyle ele alır ve aşkın tüm varlıkla ilişkisini irdeler. Evrensel bir aşk metafiziğine açılmanın imkânını sorgular bir nevi. Bu anlayışa göre, seven de sevilen de aşkın kendisi de varlıkta zuhura çıkan farklı yansımalardır. Aşk ise bütün varlığın sebebi ve esasıdır.

Bu değerlendirmeler, İbn-i Sina’ya has bir düşüncenin dışavurumu olmaktan öte İslam tasavvuf düşüncesinin varlık tasavvurunun bir izdüşümüdür. İbn-i Sina, tasavvufi alanda kabul gören bu fikri felsefe alanına taşır; Allah’ın, zatındaki aşk neticesinde ve bilinmeye gösterdiği muhabbetin tezahürü olarak varlığı yarattığını söyler ve buna “tecelli” adını verir. Yani gördüğümüz her şey bir aşk tecellisidir. Bununla beraber bütün bir varlık da Allah’a, onun kemâl ve cemâline aşıktır.

Her ne olup bitiyorsa, hepsi ama hepsi ‘aşktan’dır.

Aşktan bahsedip de Sultan-ı Aşk Mevlana Celaleddin Rumi’nin Divan-ı Kebir’inden birkaç beyite yer vermemek olmaz. Aynı temanın, bu kez, tüm şiirselliği ve ruha hitap eden inceliğiyle Mevlana’nın düşüncesinde de merkezi bir yerde durduğunu görmek için delil aramaktan ziyade sayfaları çevirip o beyitlerin gelip sizi bulmasını beklemek yeterli olacaktır.

“Rüzgar âşık olmasaydı böyle esip durmazdı” der önce ve kalpleri titretir. “Dünyanın her cüzü, her şey âşıktır. Her şey sevgili ile buluşmak için çırpınır durur,” diye devam eder bir başka yerde. Ve sonra “Cihanın bütün zerreleri o ezelî hüküm dolayısı ile çift çift; her çift birbirine âşıktır” diyerek, belki de iki insanın birbirine aşkla bağlanışındaki sırrı da bu sözleriyle fısıldar kalp kulağımıza.

‘Dinle’yebilmek, duyabilmek umuduyla.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com