‘Gülenizm dindarları esir almak, itaat ettirmek için şeytanlaştırıldı’

KRONOS 12 Eylül 2017 GÜNDEM

Sosyolog Mücahit Bilici, Türkiye’de İslâmcı ideolojinin ‘menfaat karşılığında devlete namusunu satmış bir fikir’ olduğunu ve ‘iktidarın tetikçiliğine gönüllü yazıldığını’ söyledi.

Birikim dergisinde Tanıl Bora’ya konuşan Bilici ‘İslâmcılık ile Türk milliyetçiliği yekdiğerinde eritiliyor ve yeni devletin ideolojik malzemesi bu çimento ile karılıyor. Seyyid Kutub’un radikalizmini Türkçeye tercüme etme işini bile sivilliğe bırakmayacak kadar İslâmcılığı içeriden kavramış olan devletin bugün açıktan İslâmcıları kendine asker ve militan yazması artık bizi şaşırtmamalı. İslâmcılığın memuriyetine omurga veya onur gibi sebeplerle tam teslim olamayan unsurların zaten tasfiye edildiğini görüyoruz. Akif Emre gibi samimi ve kendini menfaat için “satmayan” İslâmcıların arkasından kendini “satmış” olan İslâmcıların neden ağıtlar yaktığını buradan da anlayabiliriz. İslâmcılık zaten alttayken bir hınç ideolojisiydi. Şimdi üstteyken bir faşizm halini almıştır, alıyor’ dedi.

Bilici şu görüşlere yer verdi:

Bugün Türkiye’de siyasetin şiddet ve celali, entelektüel alanı rehin almıştır. Korku ve menfaat ile söz kanalları derdest edilmiş haldedir. Bu olağanüstü hal toplumun pek çok insaflı sesini konuşamaz hale getirmiştir. Entelektüel üretim artık kayıtdışı bir nitelik kazanmış ve riyakârlık herkes için zorunlu bir hayatta kalma stratejisi halini almıştır. Gülenizmin şeytanlaştırılması ve iç düşman konsepti Gülenistlere kasteden bir hamle gibi görünse de aslında toplumun geri kalan (özellikle dindar) kısmı üzerinde bir tedhiş aracı ve itaat silahı olarak kullanılmaktadır. Dinî cemaatlerin, hemen hepsi hayatta kalma ücreti ve bazen de imkân rüşvetleri karşılığı olarak ya direkt askere alınmış ya da fikren esir alınmıştır. İstibdad her zaman riyakarlığı milli bir spor haline getiriyor.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Eli kalem tutan veya fikirle meşgul insanlar olarak düşünmenin ve daha da önemli olarak hakikatin gücüne fazla inanıyormuşuz diye düşünüyorum. Ben bir hakikatin varlığına inananların, özellikle de buna binaen söze ve fikre güven ve mesai verenlerin, hakikatin varlığına inanmayan (en başta politik) müteşebbislerin karşısında naif ve çaresiz kaldıklarını düşünmeye başladım. Felsefe, siyasetin suç mahalline vardığında iş işten geçmiş oluyor. İyilerin veya hakikatin en sonunda kazanacağı inancı belki de Hollywood filmlerine yahut Marx’vari tarih felsefesi teorilerine projekte ettiğimiz bir ümitten başkası değildir. Belki de kötü adam kazanacak ve kötülüğü yanına kâr kalacak. İslâmcı entelektüel de iktidardan düştüğü zaman zaten emeklilik için yeterince para kazanmış olacak ve belki de adalet adına tutunduğumuz ve ümit ettiğimiz o mahcubiyeti bile yaşamayacak. Kim bilir?

Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram