“Evdeki Bulgur” kimin bulguru? 

Merak ediyorum, siz zulmü ve yalanı alkışlamanın uhrevi sorumluluğundan hiç mi korkmuyorsunuz? Kul hakkı, kamu hakkı, mazlumların ahı, mağdurların sessiz çığlıkları ve gözyaşlarının evlerinizde biriktirdiğinizi zannettiğiniz bulgur kadar kıymeti yok mu?

AYHAN TEKİNEŞ 26 Eylül 2021 GÖRÜŞ

Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman.

“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse, haksızlık ve yanlışlardan şikayetle, doğruları söylemek caizdir, diyemem” sözüyle bir kez daha tarihe geçti Hayrettin Karaman. Aslında Karaman bu sözüyle masumların gasp edilen mülkleriyle ve ihalelerden alınan rüşvetlerle zenginleşen yağmacı tarikatlara ve fırsatçı dini gruplara gözdağı vermektedir. Politik gücü arkasına alarak ve parmağını sallayarak kendilerini şu ana kadar gözü kapalı destekleyen korkak muhafazakâr grupları açıkça tehdit etmektedir.

Aslında son süreçte onurunu kaybeden ilim adamlarının ne hallere düşebileceğinin bir çok kötü örneğini gördük. Siyaseti tanrı edinen ilim adamlarının kazanımlarını korumak uğruna son nefesine kadar tanrısını savunmak zorunda kalması bizi bile utandırdı. İnsanlar fikri yanlışlarından yaşlansa da vaz geçebilir ama politik yanlışlar, alışkanlık haline gelmiş kötü huylar, cürüm ortaklığı ve işbirlikçilik yanlıştan dönüşü imkânsız kılmaktadır. Zira politikanın tüm kirleri arınması mümkün olmayacak şekilde siyaset tanrısına kendini adayan ilim adamının üzerine yapışmıştır.

İlim, İslam inancına göre en büyük değerlerden birisi, ilim adamı olmak da en büyük payedir. Kuran-ı Kerim, imandan sonra en önemli niteliğin bilgi olduğunu vurgular. Tarihte “emirul’l-müminin/müminlerin âmiri” diye nitelenmiş birçok alim vardır. Zira bir ayette “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resulüne ve sizden olan ülülemre de itaat edin” (Nisa 58) buyrulmuştur. Ayette geçen “ululemr/emretme yetkisine sahip olanlar” bir başka ayette istinbat yani hüküm çıkarmayı bilmekle beraber kullanılmıştır: “Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayıveriyorlar, halbuki onu Peygambere ve içlerinden ülülemr olanlara arz etseler elbette bunların istinbata (hüküm çıkarmaya) kadir olanları onu anlar bilirlerdi” (Nisa 83). Âmirlerin istinbat yetkisine sahip olması gerektiği vurgusu, kelamcıları devlet başkanında bulunması gereken şartlar sıralarken içtihat yapacak ilmi donanıma sahip olma şartını en önemli şartlarsan birisi olarak belirlemeye sevk etmiştir. Bu şartı pratikte yerine getiren tarihte çok az devlet başkanı olsa da teorik olarak zikredilmesi, ilme verilen önemi göstermekte ve ilim adamlarının cahil sultanlara ve politikacıların peşine takılmaması gerektiğine işaret edilmektedir. İmam Şafii, İmam Maturidî ve ehl-i hadis ayette geçen ülülemrin Hz. Peygamber dönemindeki müfreze komutanları ve daha sonraki dönemlerde de ilim adamları olduğunu ısrarla vurgularlar. (Mervezî, es-Sünne) Lakin ilim adamlarının bir kısmı kendilerine verilen bu onuru cahil politikacılara teslim etmekte mahzur görmemektedir. Hatta bazı çağdaş teologlar alimlere itaat etmeyi emreden ayeti ‘yöneticilere itaat’ olarak yorumlayarak durumlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Peki ilim ehli, ilmin itibarını politikaya niçin kurban eder? İktidarı kaybeden politikacılarla birlikte kendilerine de lanet edileceğini bile bile bir ilim adamı neden ilmi birikimini ve kariyerini politik amaçlarla kullandırtır? Herhalde bu sorunun cevabını bulmak için ilim öğrenme sürecinin en başına dönmek gerekir.

Problemin temelinde bencillik ve başkalarına üstün olmak arzusu yani kibir yatmaktadır. İlim ehlini ve ilmi onurlandıran yorumu terk etmelerini entelektüel sorumluluktan kaçmak ya da gücün gölgesine sığınmakla açıklamak da mümkündür. Lakin kanaatimce temel sebep, ilmin politik bir araç haline dönüşmesini normal karşılamalarıdır. Zira zaten kendileri de ilmi, hayatlarının her safhasında güç ve makam elde etmek için araç olarak kullanmışlardır. Din eğitimini dünyevi kazanç kapısı görenler, dini bilgiyi de meta haline dönüştürmüşlerdir.

Bilgi, zaten dünya nimetlerine ulaşmak için değil midir? Bilgiyi değerli kılan dünya hayatının iyileştirilmesine sunduğu katkıdır. Evet teknik bilgi, dünyayı iyileştirmek içindir. Lakin gerçek bilgi aynı zamanda davranışlarımızı düzenleyen değerleri de içerir. Aristo bu iki tür bilgiyi birbirinden ayırmak için teorik ve pratik ayrımını yapar. Aynı yaklaşım İslam filozofları tarafından da benimsenmiş ve felsefeyi nazari ve ameli olarak iki kısma ayırmışlardır. Ancak İslam kelamcıları bu iki alanı iman ve amel olarak nitelendirmiş ve bu iki alanın birbirinden ayrılamayacağını, bir bütünün iki parçası gibi olduklarını vurgulamışlardır. İşte bu iki alanı birbirine ilim bağlar. Bilgi iman ve ameli yani teori ile aksiyonu birbirine bağlayan bir köprü gibidir. İmanın tahkike ulaşması ve amelde samimiyetin yakalanması sonuçta bilgiye bağlıdır. Lakin bilgi şahsi çıkarlar için kullanılan ve politik amaçlara hizmet eden bir araca dönüşmüşse iman ile davranışlar arasında değil politik amaçlarla davranışlar arasında bir köprü olur.

Bilginin inancın ya da siyasi aklın körü körüne hizmetine sunulması, sonuçta sabit fikirlilik ve bağnazlığı netice verir. Edward Said, entelektüelin belirli bir siyasi görüşü, din gibi kabul edip taraf olmasını eleştirir ve ‘’Herhangi bir türden siyasi tanrıya inanmaya ve o tanrının saflarına katılmaya karşıyım. İkisinin de entelektüel için yakışıksız davranışlar olduğunu düşünüyorum’’ der. Ona göre aklın bağımsızlığını korumak için entelektüelin siyasi pozisyonunu kritik düşüncenin önüne geçirmemesi gerekir. Yaşadığı tecrübelerden hareketle ‘’Akla hitap eden savaşın ruha hitap eden bir savaşa dönüştürülmesinin entelektüel hayat için çok zararlı sonuçları oldu’’ yorumunu yapar. (Entelektüel)

Haksız kazançla zenginleşen bir entelektüel için siyaset tanrısına muhalif tavır almak imkânı da ortadan kalkmış demektir. Bir bakıma evdeki bulgur söz konusu ise haksızlık ve yanlışlar olsa da doğruyu söylemek caiz değildir. Yani zulüm, rüşvet, eroin ve kokain kaçakçılığı, iftira kampanyaları, siyaseti ve lideri putlaştırma, hâsılı hiçbir kötülük doğru söylemeyi ve yanlışa, karşı çıkmayı gerektirmez. Zira evdeki bulgur tehlikededir.

Elde ettikleri haksız kazancı, oğullarının ve damatlarını makamlarını evdeki bulgur olarak görenler, yarın korumaya çalıştıkları politikacılarla birlikte bütün kazançlarının devrilip gittiğini görünce, Dimyat’a gidecek yol kalmadığını da göreceklerdir.

Hadis-i Şerif’in tehdidi her zaman beni korkutmuştur; “ilimlerini alkışlanmak için kullanan alimler, cehenneme ilk atılacak olanlardandır”. Alkışlanma, beğenilip takdir edilme ve başkalarına üstün olma arzusunun bu derece şiddetle kınanması, ilmin şahsi çıkar için kullanılmasının ortaya çıkaracağı tehlikelere dikkat çekmek içindir. İyi ve güzel yaptığı ilmi faaliyetlerinde bile alkışlanma isteğinin baskın olmasının şiddetle kınandığı bir dinin müntesibi olarak merak ediyorum, siz zulmü ve yalanı alkışlamanın uhrevi sorumluluğundan hiç mi korkmuyorsunuz? Kul hakkı, kamu hakkı, mazlumların ahı, mağdurların sessiz çığlıkları ve gözyaşlarının evlerinizde biriktirdiğinizi zannettiğiniz bulgur kadar kıymeti yok mu?

Hadi bulgurunuzdan vaz geçemiyorsunuz, bu aşikâr; lakin masumlar hapishanelerde tecavüze uğruyor, genç kızlar hatta yaşlı hanımlar çıplak aramayla taciz ediliyor, hiç mi Allah’tan korkmuyorsunuz, hiç mi vicdanınız yok ki bu zulümler karşısında sessiz kalmayı tercih ediyorsunuz, ses çıkarması muhtemel olanları da tehdit ediyorsunuz? Lakin sonunuz yaklaştı, politikayı tanrı edinen her ilim adamının kaybettiği gibi siz de kaybedeceksiniz.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram