Erdoğan hukuk reformu yaparak ekonomiyi kurtarabilir mi?

KHK'lı Doç. Dr. Sinan Sarısoy: “Hukukun üstünlüğü” göstergeleri ile Türkiye ekonomisinin son 18 yılına ait “ekonomik büyüme”, “kişi başına düşen milli gelir”, “TL’nin döviz (özellikle USD kuru) karşısındaki değer kaybı” gibi birkaç göstergeyi karşılaştırmak bile ekonomik krizden çıkış yolunu gösteriyor.

SİNAN SARISOY 25 Kasım 2020 GÖRÜŞ

Türkiye’de son günlerde ilginç şeyler olmaya başladı. Hukuktan ekonomiye, demokrasiden insan haklarına hemen her alanda kendisine laf söyletmeyen, söyleyeni de medya ve hukuk gücünü kullanarak baskı altına alan iktidar partisi, en yüksek ağızdan hukuk reformundan ve insan hakları eylem planından bahsetmeye başladı; ekonomi ve demokraside seferberlik ilan etmeye hazırlandığını ifade etti.

‘LAF DİNLEYEN’ MERKEZ BANKASI BAŞKANI ATANDI

Aslında bu gelişmelerden hemen önce ekonomi yönetiminde pek de tahmin edilemeyen değişimlere tanık olduk. Öncelikle bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanan -ki hatırlarsınız bir önceki başkan tabiri caizse laf dinlemiyor diye görevden alınıp onun yerine atanmıştı- ve neredeyse bütün icraatlarını siyasi iktidarın yönlendirdiği şekliyle yerine getiren, yani laf dinleyen Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal daha iki senesini bile doldurmadan görevden alınarak, yerine Merkez bankacılığından gelmeyen maliye kökenli Naci Ağbal atandı. Bu gelişmeden çok kısa bir süre sonra da bazılarınca sarayın ve AKP`nin en önemli varisi sayılan damat Berat Albayrak ilginç ilginç bir yöntemle bakanlıktan istifa etti.

Bu gelişmeler üzerine yapılan değerlendirmelerde iktidar partisinin yeni bir dönemin hazırlığını yaptığı ve başka alanlarda da önemli değişiklikler yapacağı şeklinde yorumlar yapıldı. Hatta Erdoğan, Albayrak’ın istifası üzerine “Bu görev değişikliği küresel düzeyde, siyasi ve ekonomik değişime uygun şekilde ülkemizde hukuk ve ekonomi alanında köklü değişiklik yaptığımız zamana denk düşmüştür.” açıklamasını yaptı. İktidar kanadından yapılan bu açıklamaların yani hukuk reformundan, demokrasi seferberliğinden bahsedilmesinin en önemli sebebinin -en azından iç politikada- son yıllarda giderek derinleşen ve pandemi nedeniyle de iyice ayyuka çıkan ekonomik kriz olduğu aşikâr.

‘HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ’ İLE EKONOMİK GÖSTERGELER ARASINDA NE İLİŞKİ VAR? 

Peki hukuk ve demokrasi gibi ekonomi dışı alanlarla ile ekonominin ilişkisi nasıldır ve neden önemlidir?

Bu konuda yapılmış önemli araştırmalar var ve yapılan bilimsel çalışmalar literatürde önemli bir yer tutuyor. Hatta bilim dünyasında hukuk ve ekonomi (law and economics) başlığıyla yayınlanan çok muteber dergiler olduğunu da bilmeyenler ve meraklıları için ekleyelim. Bu yazıda da bu konuyu Türkiye’nin son 18 yılı üzerinden değerlendirmeye çalışacağım. Okuyucuların daha rahat anlaması açısından yapacağım değerlendirmeler teknik ve ampirik bir analiz değil, sadece bazı dönemsel göstergeleri karşılaştırmak ve değerlendirmek şeklinde olacaktır. Burada sadece “hukukun üstünlüğü” göstergeleri ile Türkiye ekonomisinin son 18 yılına ait başta “ekonomik büyüme” olmak üzere, “kişi başına düşen milli gelir”, “TL’nin döviz (özellikle USD kuru) karşısındaki değer kaybı” gibi birkaç göstergeyi karşılaştırıp, bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

17-25 ARALIK’A KADAR HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ GÖSTERGELERİ POZİTİF ALANDA             

Öncelikle, Türkiye’nin 2002-2019 dönemine ait hukukun üstünlüğü (rule of law) göstergelerine kısaca bir göz atalım[1]. Bu çalışmada kullanılan tablolarda 2020 yılı henüz sona ermediği için bu yıla ait veriler yer almamaktadır. Bununla birlikte güncel tahminler üzerinden bu yıla ait değerlendirmeler de bu yazıda yer alacaktır. Aşağıdaki Tabloda (Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü: 2002-2019) görülmemekle birlikte, 2020 yılına ait tahmini verinin de 2019 yılı ile aynı seviyede olduğunu öncelikle belirteyim. Hukukun üstünlüğü verileri, -2,5 en zayıf durumu, +2,5 ise en güçlü durumu gösterecek şekilde derecelendirilmektedir. Dolayısıyla pozitif göstergeler hukukun üstünlüğünün güçlendiği dönemleri ifade ederken, negatif göstergeler ise hukukun üstünlüğünün zayıfladığı dönemlere karşılık gelmektedir.  Tabloda da görüleceği üzere 2002 yılında negatif kısımda olan hukukun üstünlüğü verisi AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte (Kasım 2002) 2003 yılından itibaren pozitif alana geçmiştir. Zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir gösterse de bu veri 2015 yılına kadar pozitif alanda kalmıştır. Aslında 2014 yılında neredeyse sıfır noktasına kadar da düşmüştür. Bu tarihten sonra da negatif alanda devam etmiştir. 2014 tarihinden başlayan bu dibe vuruşun 17-25 Aralık sonrası hukuk alanında yaşanan gelişmelerden kaynaklandığını anlayabilmek için alim ya da dahi olmaya gerek yok, sadece ülke gündemini takip etmek yeterli.

TÜRKİYE 2003’TE 77. 2018’DE 109 SIRADA YER BULABİLDİ

Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü (2002-2019)

Peki Türkiye bu dönemde hukukun üstünlüğü konusunda dünya ülkeleri içerisinde kaçıncı sırada yer almıştır? Türkiye, 2002 yılında dünyada 91. sırada iken, 2003 yılında -tablodaki verilerle uyumlu olarak- yükselmeye başlıyor ve 77. sıraya yerleşiyor. Daha sonra 2015 yılına kadar olan sıralamalarda inişli çıkışlı bir seyir izlese de 76-87 aralığında yerini koruyor. Yani 2002 yılı seviyesine göre daha iyi bir durumda olmayı sürdürüyor. Tabiri caizse asıl kıyamet ise 2016 yılında kopuyor ve Türkiye global olarak hukukun üstünlüğü indeksinde 2002 yılından da çok daha kötü bir duruma gelerek 100. sıraya yerleşiyor. Bu düşüş sonrasında da devam ediyor ve 2017 yılında 103.; 2018 yılında ise 109. sırada Türkiye kendine yer bulabiliyor. En son 2020 yılı tahminlerinde 107. sırada gösteriliyor. Bu listenin ilk sıralarında Finlandiya, Norveç ve İsveç’in olduğunu söylersek, Türkiye’nin bulunduğu yerde hangi ülkelerin olduğundan bahsetmeye gerek yok sanırım. Merak edenler internetten araştırabilir.

EKONOMİK BÜYÜME GÖSTERGELERİ: 2010’DA YÜZDE 8, 2019’DA YÜZDE 0,88 

Şimdi aynı dönem için ekonomik büyüme verilerine bir göz atalım: 2003 yılında %5’in biraz üzerinde gerçekleşen ekonomik büyüme oranı 2004 ve 2005 yıllarında yıllık bazda %9`un üzerine çıkmıştır. Ancak küresel krizin de etkisiyle 2008 ve 2009 yıllarında aynı başarı sağlanamamıştır. Hatta görüleceği üzere 2009 yılında küçülme yaşamıştır. Ancak kısa sürede toparlanmayı başarmış ve 2010 yılında %8’in üzerinde büyümüş, 2011 yılında ise %11’in üzerinde rekor sayılabilecek bir büyüme oranı yakalamıştır. Daha sonraki yıllarda kısmen düşük de olsa büyüme devam etmiştir. Tabloda da görüleceği üzere, yukarıda bahsedilen hukukun üstünlüğü göstergelerinin önceki yıllara göre kötüleştiği yıllarda düşük oranlı büyüme (2017 yılındaki %7,47 istisna tutulursa) gerçekleşmiştir. Son üç yıla baktığımızda ise 2018 yılında %2,83; 2019 yılında %0,88 oranında büyüme gerçekleşmiştir. 2020 yılı için Dünya Bankasının tahmini ise Türkiye ekonomisinin %3,8 oranında küçüleceği yönünde.

AKP’NİN İLK İKİ DÖNEMİ EKONOMİK GELİŞME DÖNEMİDİR

Türkiye’de Ekonomik Büyüme (2002-2019)

Özellikle 2002 sonrası birinci AKP iktidarı döneminde, daha önceki hükümetin mirası olan ve 4 Şubat 2002 tarihinde imzalanan IMF Stand-by Anlaşması ve Kemal Derviş`in mimarı olduğu 2001 tarihli Güçlü Ekonomiye Geçiş Programına sadık kalarak ekonomi politikaları sürdürülmüştür. Bu dönemde ayrıca AB adaylığı süreci ve müzakerelerin de başlamasıyla gelişen olumlu hava ülke ekonomisine olan güveni de arttırmıştır. Küresel sermayenin bol olduğu bir dönem olan 2000`li yıllarda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yabancı sermaye akını da yaşanmıştır. AB sürecinin de etkisiyle yabancı sermayeyi teşvik edecek yasal düzenlemelerin yapılması bu dönemde yatırımcıları Türkiye’ye çekmiştir. Ayrıca 11 Mayıs 2005 tarihinde IMF ile yeni bir Stand-by Anlaşması yapılarak, yakalanan bu olumlu hava sürdürülmüştür. Çok uzatmadan şöyle söyleyelim: 2008 ve 2009 yıllarında yaşanan küresel krizin negatif etkilerini dikkate almazsak, ekonomide IMF ile anlaşmaların devam ettiği, AB ile adaylık sürecinin resmi olarak başladığı ve müzakerelerin yürütüldüğü ve bu doğrultuda bazı ekonomik, sosyal ve hukuki alanda düzenlemelerin yapıldığı AKP iktidarının özellikle ilk iki dönemi, ekonomi alanında olumlu gelişmelerin yaşandığı dönemler olmuştur.

KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR GÖSTERGELERİ: 2013’TE 12500 DOLAR 2020 8000 DOLAR

Ekonomik büyüme göstergelerinde olduğu gibi benzer trendi Türkiye’de Kişi Başına Düşen Milli Gelir (2002-2019) tablosunda da görebiliriz. Yine tabloda görüleceği üzere, 2002 yılından sonra yükselmeye başlayan kişi başı milli gelir 2008 yılında ülke tarihinde ilk defa 10.000 Doların üzerine çıkmıştır. 2013 yılında da yeni bir rekorla 12.500 Doların üzerine çıkmıştır. Ancak bu tarihten sonra bu veri düşme eğilimine girmiş ve 2018 yılında tekrar 10.000 Doların altına düşmüştür. IMF’in 2020 yılı Ekim ayında Türkiye için güncellediği tahmine göre, Kişi Başına Düşen Milli Gelir 8.000 Doların da altına ineceği yönünde.

Türkiye’de Kişi Başına Düşen Milli Gelir (2002-2019)


USD (DOLAR) KURUNUN SEYRİ: 2002 1.5 TL, 2020 8.5 TL

Son olarak Türkiye’de USD Kuru (2002-2019) tablosuna da hızlıca bir göz atalım. 2002 yılında 1,51 TL’ye karşılık gelen 1 Amerikan Doları, 2007 yılında 1,3 TL’ye kadar düşmüştür. Bu tarihten 2014 yılına kadar da 1 Amerikan Dolarının karşılığı 2 TL’nin altında seyretmiştir. Tabloda da görüleceği üzere 2014 yılından itibaren TL değer kaybetmeye devam etmiş ve AKP hükümetlerinin ilk on yılındaki istikrardan eser kalmamıştır. En son bu yılın Kasım ayı başında 1 USD=8,5 TL sınırını da geçerek rekor kırmıştır. Bu tarihten sonra Merkez Bankası Başkanının görevden alınması ve Ekonomi ve Maliye bakanının istifa etmesiyle biraz düşüşe geçen döviz kurları en son geçen hafta merkez bankasının 475 baz puanlık faiz artışı (ki bu yaklaşık %46 oranında bir artışa karşılık geliyor) ile tekrar 1USD=7,5 TL seviyelerine inmiştir.

TÜRK LİRASI SADECE DEĞER KAYBETMEDİ GÜVEN DE KAYBETTİ

Özellikle hukukun üstünlüğü göstergelerinin düştüğü bu dönemde, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen iki yıl süreli OHAL süreci ve ülkenin yönetim sisteminin değiştirilerek, parlamenter sistemin yerine cumhurbaşkanına geniş yetkilerin tanındığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin getirilmesi sonrasında dövizdeki bu aşırı yükseliş, aslında ülkeye olan güvenin de düştüğünün açık bir göstergesidir. Ülkeden ciddi anlamda döviz çıkışı yaşanmış ve yurtiçi yerleşikler de tasarruflarını dövize çevirmeye başlamıştır. Kısaca Türk lirasına olan güven yitirilmiştir. Bu dönemde Merkez Bankası da siyasi baskı nedeniyle faiz artırımına gitme yoluyla piyasalara müdahale edememiş ve rezervlerini eriterek dövize müdahale yolunu tercih etmiştir. Son günlerde muhtemelen bu yanlışların bedelinin siyasi olarak ödeneceği veya ödenmeye başlandığı düşünülerek ekonomi yönetiminde ve Merkez Bankası politikalarında köklü değişiklikler yapılmak zorunda kalınmıştır.

 

Türkiye’de USD Kuru (2002-2019)


HUKUK REFORMU EKONOMİK KRİZE ÇARE OLABİLİR Mİ? 

Yazının buraya kadar olan kısmında Türkiye’de 18 yıldır aralıksız devam eden AKP iktidarında hukukun üstünlüğü ve yine aynı dönemde bazı ekonomik göstergelerde ne durumda olduğumuzu, diğer bir deyişle bu 18 yılda nereden nereye geldiğimizi anlatmaya çalıştım. Aslında yazının amacı son günlerde en üst düzeyden açıklanan hukuk ve demokrasi konusunda yeni bir dönemin başladığı vurgusu ve bu durumun ekonomideki sıkıntılara çare olup olamayacağı konusuydu. Buraya kadarki kısımda AKP iktidarını bu kadar uzun süre iktidarda tutan özellikle ilk on senede yapmış olduğu hukuk, demokrasi ve Avrupa Birliği süreci gibi konulardaki icraatlarının ve dönemsel konjonktürün ekonomi üzerindeki etkilerini göstermeye çalıştım. Bu doğrultuda ekonomik olarak iyi bir performans gösterildiği dönemde, hukukun üstünlüğü konusunda da kısmen olumlu gelişmelerin yaşandığı göstergelerden anlaşılmaktadır. Evet, Türkiye hiçbir dönemde hukukun üstünlüğü konusunda batı standartlarını yakalayamadı, bunu herkes biliyor. Ama yıldan yıla yavaş yavaş da olsa bu konuda iyileşmeler olabildiğine en azından yakın tarihte şahit olduk. Bu iyileşmelerin yaşandığı dönem devam ettirilebilseydi, AKP iktidarı otoriterleşmek yerine demokrasiyi ön plana çıkarıp, bu doğrultuda reformlar yapsaydı ve AB sürecini kesintiye uğratmasaydı acaba Türkiye şimdi hukukun üstünlüğü konusunda hangi sıralarda olurdu?

ERDOĞAN, GERÇEKTEN HUKUK VE DEMOKRASİYE Mİ DÖNMEK İSTİYOR?

Son dönemde yaşanan yerel seçimlerdeki başarısızlık ve  anketlere de yansıyan oy kaybı AKP’yi yeniden, iktidarının ilk on senesindeki kendi performansına öykünerek, hukuk ve demokrasi vurgulu açıklamalar yapmaya sevk ediyor. O dönemdeki müttefiklerine şimdi tekrar barış çubuğu uzatıyor ve kendi iktidarlarındaki mevcut durumu eleştirerek, yeniden reformlar yapılarak hukuka dönüleceği vurgusu yapılıyor. Bu konuda Cumhurbaşkanı ile birlikte özellikle Adalet Bakanı tarafından yapılan açıklamalara dikkat çekmek isterim. Ayrıca birkaç gün önce AKP’nin ağır toplarından olan ve şu anda da Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’ın açıklamaları da dikkat çekiciydi. Yine aynı kurulun üyesi  Cemil Çiçek’in de bir gazeteye verdiği röportajda “Reform kelimesi aşındı, bize tevbe-i nasuh lazım” sözleri çok ciddi bir geri dönüşün habercisi gibi okundu. Ayrıca son yıllarda AB ile gemileri yakmış gibi gözüken Cumhurbaşkanının “geleceğimizi AB ile kurmak istiyoruz” şeklindeki açıklamaları ve ABD’deki seçim sonrası yeniden ABD ile müttefikliğe vurgu yapması, herkesin aklına “AKP, iktidarının ilk dönemindeki müttefikleri ile tekrar ilişkileri geliştirip, gerçekten -en azından- o dönemki hukuka ve demokratik ortama geri mi dönmek istiyor?” sorusunu getirdi.

AKP REJİMİ EKONOMİYE KURTARMAK İÇİN HUKUKA DÖNEBİLİR Mİ?

Ancak Sn. Bülent Arınç’ın “Tayyip Bey, ben ve Adalet Bakanı adaletten yanayız, adil yargılamalar istiyoruz” seklindeki açıklamaları ve Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında söylediği olumlu sözler, birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sert bir dille eleştirildi. Cumhurbaşkanı bu açıklamaların kendini bağlamadığını özellikle dile getirdi. Hatta bu sözleri fitne olarak niteledi.  Arınç açıklama yaptığı zaman birçok kişi bu açıklamaların Cumhurbaşkanının onayıyla bazı gelişmelere zemin hazırlamak için yapıldığı (yaptırıldığı) düşüncesine kapıldı. Ancak cumhurbaşkanının son açıklamaları, O. Kavala ve S. Demirtaş için yeniden söylediği ağır sözler bu düşüncenin doğru olmadığını gösterdi.

Sonuç itibariyle, hukuk ve demokrasi vurgusu, AB ve ABD ile ilgili olumlu sözlerin iç ve dış kamuoyunda oluşturduğu beklenti şimdilik boşa çıkmış görünüyor. Aslında öncelikle şu soruların tartışılması gerekiyor. Mevcut rejim bu kadar hukuksuzluğun üzerine, yeniden hukuka dönebilir mi?

‘DOLAR ALMAYIN, OLANI DA BOZDURUN’ ÇAĞRISI UNUTULMADI

Eski müttefiklere uzatılan barış çubuğu, yeni müttefikler tarafından nasıl karşılanacak? Benim birinci soruya cevabım hukuka dönmenin kolay olmayacağı, hatta pek de mümkün olmadığı şeklinde. Hadi diyelim yanıldım, gerçekten -en azından- on sene öncesine dönülecek şekilde bazı düzenlemeler yapıldı. Peki kim bunlara tekrar inanacak? Arzu edilen güven ortamı sağlanabilecek mi?  Toplumun büyük çoğunluğunun bu konuda ikna edilebileceğini sanmıyorum. Ergenekon davalarını, 17-25 Aralık sürecini ve 15 Temmuz sonrasını görmüş ve yaşamış bu ülke ve ayrıca dış dünya tekrar “kandırıldık” açıklamalarıyla ikna edilebilir mi? Şu anda sokaktaki vatandaş da iktidarın zor durumda olduğu için, yani sıkıştığı için bu sözleri ettiğinin farkında aslında. Bu doğrultuda iktidar zaman geçtikçe toplumsal desteğini kaybediyor ve güven yitiriyor. Örneğin, Dolar kuru her yükselmeye başladığında “Dolar almayın, olanı da bozdurun ve TL’ye dönün” diyen iktidara inanan vatandaşlar ekonomik anlamda nasıl bir kayıp yaşadılar? Herhalde bunu en iyi onlar biliyorlardır. Bu aşamadan sonra yapılan benzer açıklamaların kendi tabanlarında bile ikna ediciliği giderek yok oluyor.

Evet, hukuk, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler ekonomi için son derece önemli konular. Onlar olmadan bir ülkede güven tesis edemezsiniz. Güven tesis edemediğiniz yere de yatırımcıyı kolay kolay getiremezsiniz. Tabii ki ekonomik performansın yegâne belirleyicileri bu konular değil, çok sayıda değişken ekonomiyi olumlu ya da olumsuz olarak etkileyebiliyor. Ama yazının başlarında özellikle anlatmaya çalıştığım dönemde Türkiye, bu ekonomi dışı alanların etkilerini yakın geçmişte çok ciddi olarak hissetti ve yaşadı. İktidar da bunun farkında olduğu için, ekonomik krizin derinlemesine hissedildiği bu günlerde tekrar bu alanlara vurgu yapma ihtiyacı hissetti.

Sonuç olarak tekrar söyleyeyim, hukuka ve demokrasiye dönebilmenin mevcut rejim için kolay olmadığı kanaatindeyim. Eski ve yeni müttefikleri de bu değişime ikna edebilmenin yine kolay olmadığını düşünüyorum. Ama hukuka dönmeden, ekonomik ve sosyal özgürlükleri tesis etmeden, şeffaf ve hesap verebilir bir sistem kurmadan da ekonomi düzelmeyecek, bu konuda hiç şüphem yok. Kısacası, maalesef ülkeyi zor günler bekliyor…

[1] Bu yazıda kullanılan veriler ve tablolar “theglobaleconomy.com” sitesinden alınmıştır. İlgili sitedeki veriler 2020 yılını içermemektedir. Ayrıca “worldjusticeproject.org” sitesinden, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların tahminlerinden de 2020 yılına ait bazı veriler için faydalandım.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com