Erdoğan, Biden’a Yahudi lobisi üzerinden ulaşmaya çalışıyor

Anlaşılan kendisini 'Filistin davasının lideri' gibi tanıtmaya çalışan Erdoğan Biden yönetimine ulaşmak için Yahudi lobisini bir kanal olarak kullanabileceğini düşündü. Fakat bugüne kadar İsrail’le ilişkilerinde “içeriye başka, dışarıya başka” konuşma tarzını benimsemiş AKP lideri, Yahudi grupları bu işe ikna etmeyi başaramadı.

ÖMER MURAT 24 Eylül 2021 HABER ANALİZ

AKP lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu görüşmelerine katılmak için New York’a varmasından hemen önceki gün, adeta ziyaretine bir hazırlık kabilinden ilginç bir mutabakata imza atıldı. AKP iktidarı tarafından Amerika’da yaşayan Türklere yönelik faaliyetleri koordine etmek üzere kurulan ve finanse edilen ‘Türk Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi’ (TASC) adlı çatı örgütlenmesinin, ‘Ortodoks Yahudi Ticaret Odası’ adlı bir örgütle imzaladığı mutabakatın 4. ve 5. maddeleri oldukça dikkat çekici hususlar içeriyordu. Dördüncü maddeye göre Türk tarafı, İsrail’in işgal altında tuttuğu bölgelerde üretilen ürünlerin boykot edilmesi kampanyası yürüten “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar Hareketi’ne” (İngilizce kısaltması olan BDS ile biliniyor) karşı çıkacağını ve BDS’yi “aşırılıkçı” bir örgütlenme olarak kabul ettiğini ilan ediyordu. Beşinci maddeye göre ise Türk tarafı İsrail ile başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı Arap ülkeleri arasında ilişkilerin normalleştirilmesini, ticari, kültürel ve diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören İbrahim Anlaşmalarını destekleyeceği sözü veriyordu.

Erdoğan New York’a giderken ABD’li Yahudi kuruluşuyla imzalanan protokole ilişkin paylaşılan fotoğraf… Sol baştaki Yahudi kuruluşunun temsilcisi, ortadaki Dışişleri Bakanı Yardımcısı Yavuz Selim Kıran, sağ baştaki ise Türkiye’nin Washington Büyükelçiliğinin lobi işlerini yürüten, TASC eşbaşkanı Günay Evinch.

TASC eşbaşkanlarının, hem de tam Erdoğan’ın ziyareti arefesinde, böyle bir metni iktidarın onayını almadan imzalama ihtimalleri bulunmuyordu. Nitekim anlaşmanın imzalanmasına ilişkin paylaşılan fotoğraftaki kişilerden Yahudi kuruluşu temsilcisi dışındaki iki kişiden biri Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran iken diğeri Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nin lobi faaliyetlerini yürütmekle görevli olan Günay Evinch’di. Gerek Kıran’ın, gerekse Evinch’in Cumhurbaşkanlığı’ndan onay almadan böyle bir metne kendi başlarına onay vermeleri beklenemezdi.

Kendisini dünyadaki Müslümanlara “Filistin davasının lideri”, “İsrail’e dayılanma cesareti gösteren ender Müslüman liderlerden biri” gibi tanıtmaya çalışan Erdoğan’ın böyle bir mutabakata onay vermiş olması hemen dikkat çekti. Hem Türkiye’de AKP’ye yakın bazı çevreler, hem de ABD’deki özellikle Arap asıllı Müslümanlar rahatsızlıklarını dile getirdiler. Gerçekten ortada açıklanmaya muhtaç, şaşırtıcı bir durum vardı. Erdoğan böyle bir metnin imzalanmasına neden onay vermişti? Bu konuda hiçbir açıklama yapılmadı. En sonunda Erdoğan’ın New York ziyaretinin bittiği gün TASC eşbaşkanları mutabakattan çekildiklerini duyurdular. Fakat yaptıkları açıklamada niye böyle bir mutabakatı imzaladıklarına ilişkin herhangi bir bilgi vermedikleri gibi, neden dört gün sonra bundan çekilme kararı aldıklarına dair de tatmin edici bir açıklamada bulunmadılar.

Onlar bir açıklama yapmasa da hadiseler ne olup bittiğini açık bir şekilde gösteriyordu. Erdoğan ABD’ye giderken imzalanan mutabakattan, onun New York’tan ayrıldığı gün geri çekilinmişti. Ne olup bittiğini anlamak için odaklanılması gereken bu ziyarette neler yaşandığıydı veya neler yaşanmadığıydı. Esasen Biden Yönetimi, bu sene Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle pek çok etkinlikten arındırılmış olarak gerçekleştirilen BM Genel Kurulu toplantılarına dünya liderlerinden katılmamalarını rica etmişti. Bu nedenle zaten bu seneki Genel Kurul toplantılarına dünyanın önde gelen liderlerinin hiçbiri katılmamıştı. İngiltere Başbakanı Boris Johnson bir istisna gibi duruyordu ama onun da ABD’ye asıl geliş nedeni BM toplantısı değildi, Biden tarafından ikili bir ziyaret kapsamında Washington’a davet edilmişti. Oysa Erdoğan ne böyle bir davet almayı, ne de New York’ta bulunduğu sırada Biden’dan bir görüşme koparmayı başarabilmişti. Tüm bu engellere rağmen Biden’la ilişkilerini düzeltme, ABD Başkanı’nın bir şekilde gözüne girmeye odaklanmış Erdoğan New York’a bir kaç uçak dolusu heyetle gitmekten vazgeçmedi.

Anlaşılan Erdoğan Biden Yönetimine ulaşmak için Yahudi lobisini bir kanal olarak kullanabileceğini düşünüyordu. Fakat bugüne kadar İsrail’le ilişkilerinde “içeriye başka, dışarıya başka” konuşma tarzını benimsemiş Erdoğan’ın Yahudi lobisini bu işe ikna etmesi kolay değildi. Nitekim böyle büyük tavizler içeren bir mutabakat için işbirliğine yanaşmaya ikna edebildikleri Ortodoks Yahudi Ticaret Odası, ABD’nin önde gelen AIPAC, AJC, Anti-Defamation League gibi Yahudi kuruluşları arasında değildi. Şahsen ben ABD’de diplomat olarak görev yapmama ve bu konuları yakından takip etmeme rağmen ismini ilk kez bu vesileyle duydum. Gerek İsrail’le ilişkilerindeki zikzakları, gerekse Erdoğan’ın başta Amerikan kamuoyunda olmak üzere dünyada diktatör olarak anılmasına yol açacak denli “popülist otoriter bir lider” olarak yerleşen olumsuz imajı nedeniyle önde gelen Yahudi lobisi temsilcilerinin artık kendisiyle aynı fotoğraf karesine girmekten kaçındıkları anlaşılıyor. Bu nedenle Erdoğan’ın onların aklını çelebilmek, kendisine yardımcı olurlarsa hiçbir Türk liderin veremeyeceği tavizlerde bulunabileceğini göstermek için ismi çok duyulmamış bir Yahudi kuruluşu aracılığıyla böyle bir mutabakatın imzalanmasına onay verdiği anlaşılıyor. Erdoğan adeta “Bakın, gerekirse ben Filistinlilere destek verenleri aşırılıkçı (extremist, yani neredeyse terörist) olarak niteleyen böyle bir metni bile onaylarım. Yeter ki siz beni desteklemeye razı olun” diyordu. Fakat bu çabanın başarıya ulaşamadığı görülüyor. Önceki yılların aksine Erdoğan bu kez ABD ziyaretinde Yahudi kuruluşu temsilcileriyle biraraya gelemedi.

Biden’a ulaşmak için yaptığı bu teşebbüs de boşa çıkan Erdoğan, kitap yazdırıp üç dile çevirerek çıktığı New York seferinden böylece eli boş dönmüş oldu. Yaşadığı hayal kırıklığı bir kaç gün arayla verdiği demeçlerde yaptığı 180 derece dönüşler olarak yansıdı. New York’a vardığı gün yaptığı konuşmada, Biden ile Haziran ayında Brüksel’de gerçekleştirdikleri görüşmede, iş birliğini her alanda güçlendirmek için birlikte çalışma yönündeki kararlılıklarını teyit ettiklerinden dem vuran Erdoğan, New York’tan ayrılırken üç gün önce bu sözleri hiç sarfetmemiş gibi veryansın halinde şunları söylüyordu: “Türk-Amerikan ilişkilerinde sağlıklı bir sürecin işlediğini doğrusu söyleyemem. … Bize sürekli S-400’ü dayatmalarını bir defa bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bizim için S-400 işi bitmiştir. Buradan geri adım atmamız da mümkün değil. … Temennim odur ki iki NATO ülkesi olarak birbirimizle hasmane değil, dostane davranalım. Ama iki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Benim Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak yaklaşık 19 yıllık yöneticilik hayatımda Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta maalesef iyi bir nokta değil. Ben oğul Bush ile iyi çalıştım, Sayın Obama ile iyi çalıştım, Sayın Trump ile iyi çalıştım ama Sayın Biden ile iyi başladık diyemem.”


 

Erdoğan’ın özellikle S-400 krizi çözülmediği müddetçe kendisine yüz vermeyeceğini iyice belli eden Biden Yönetimi’yle köprüleri atmayı tercih etmesi, ciddi bir ekonomik krizin pençesine düşmüş ve dış politikası pek çok açıdan çıkmaza girmiş Türkiye’yi (İngilizce bir deyimle) “mükemmel fırtınalı” günlerin beklediği anlamına gelmektedir. Türkiye’ye dış politikada güç veren, bir tarafla köprüleri atıp diğer tarafın kucağına koşmak değildir. Rusya ve Çin gibi ülkeler için her zaman ABD’yle ilişkileri, Türkiye’yle kıyaslanmayacak kadar büyük önemdedir. O nedenle çıkarları gerektirdiğinde Türkiye’yi hemen çiğneyerek ABD’yle pazarlıklar yapmaktan kaçınmazlar. Bu nedenle Biden’la arayı bulamayan Erdoğan bu ay sonunda Soçi’ye giderek görüşeceği Putin’in karşısına zayıf bir halde çıkacaktır. ABD ve Rusya’nın Suriye’de bir orta yol bulduğuna ilişkin bazı güçlü işaretler dikkate alındığında Erdoğan’ın Soçi’de Putin karşısında yine büyük tavizler vermek zorunda kalacağını beklemek gerekir.

p.s. Erdoğan’ın New York ziyaretinin diğer çarpıcı ayrıntılarını “500 yıllık diplomasi tarihinin ancak bir dipnotu olursunuz” başlıklı yazımda değerlendirdim. Bu iki makalede yazdığım konuları ayrıca Kronos TV’nin “Dünya Hali” programında “Erdoğan her türlü tavize hazır” başlığıyla ele aldık.