OHAL Raporu: KHK mağdurlarına yapılanlar tesadüf değil sistematik

KHK ile ihraç edilen Sosyolog Doç. Dr. Erzurumluoğlu, HDP Milletvekili Gergerlioğlu ile birlikte 3. Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu hazırladı. Rapora göre KHK’lıların yüzde 99.1 yüksekokul, fakülte, lisans veya doktora mezunu.

TUBA DEMİR 13 Temmuz 2020 SÖYLEŞİ

“Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.”

(George Orwell)

 

Adıyaman Üniversitesi’nde görev yaparken 672 nolu KHK ile ihraç edilen Sosyolog Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Mağdurlar İçin Adalet Platformu ve KHK’lı Platformları Birliği katkılarıyla hazırlanan 3. Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu açıklanıyor.

Çalışmaya toplamda 3 bin 305 kişi katıldı. Katılımcıların 2 bin 748’i OHAL ve KHK mağduru, 332’si mağdur yakını, 225’i ise doğrudan mağduriyeti olmayan bireylerden oluşuyor.

Çarpıcı detayların öne çıktığı rapora göre KHK’lıların yüzde 99.1’i yüksekokul, lisans veya doktora mezunu.

Bin 700 sayfadan oluşan raporda öne çıkan bir diğer konu ise intihar ve boşanma olayların Türkiye ortalamasının üstünde olması. İşkence, itirafçılık, ölümler, intiharlar, boşanmalar, ötekileştirmeler, nefret söylemleri ve daha birçok konuya yönelik soruların yer aldığı raporu ihraç akademisyen Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu Kronos Haber’e değerlendirdi.

3. yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu’nu hazırladınız, geçen 4 yıllık süre içerisinde bir değişiklik var mı?

Dördüncü yılına yaklaşan OHAL’in 3. yıl maliyetlerini bu yıl araştırdık. Karşımıza çıkan manzara genel hatlarıyla şöyle; ilk yılın maliyetleri ile ilgili yaptığımız çalışma beş yüz sayfa, 2. yılın maliyetleri bin sayfa, 3. yıl maliyetleri raporu ise yaklaşık iki bin sayfa oldu. Bu veriler ışığında durumu değerlendirdiğimizde OHAL’in maliyetlerinin her geçen yıl bir önceki yılı ikiye katlayarak arttığını görüyoruz. Eğer 4. yılın maliyetlerini hazırlarsak bu gidişle galiba 4 bin sayfalık bir rapor hazırlamak zorunda kalacağız. 5. yılı hazırlarsak 8 bin sayfa hazırlamak zorunda kalacağız endişesini taşıyoruz. Gönlümüz istiyor ki böyle bir raporu hazırlamak zorunda kalmayalım. Bu sebeple gönlümüzün istediği, OHAL’in yarattığı toplumsal maliyetlere siyasi bir çözüm üretilmesidir. Çünkü ortaya çıkan maliyetler hukuki maliyetler değil, toplumu ve ülkeyi bu hale getiren sebep siyasidir. Bu nedenle hukuki değil siyasi çözümler bekliyoruz. Ümidimiz siyasette ama iktidarın böyle bir çözümü tek başına üreteceğini de beklemiyoruz. İktidar ortaya çıkan maliyetlerden yararlanan bir iktidar. Toplumu baskılayan ve bundan güç elde eden bir iktidar, bu nedenle muhalefetten bu maliyetlerin daha da artmaması ve giderilmesi için çözüm üretmelerini bekliyoruz.

Araştırmaya 3305 kişi katılmış, fakat katılımcıların sadece 782’si kadın. Bu oranın az olmasının sebebi sizce nedir?

Bu oranın az olmasının bizce iki nedeni var:

Birinci neden kadınların iş hayatına katılma oranındaki azlık. Bu azlık nedeni ile ihraç edilenlerde kadın sayısının daha az olmasıdır. Aslında kadınlar ihraçları oranında bizim araştırmamıza katılmış görünüyorlar.

İkinci neden olarak kadınların erkeklere oranla daha çekingen olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda biraz daha tedbirli davranmayı tercih ediyorlar. Peki neden böyle davranıyorlar diye soracak olursak; maalesef OHAL kapsamında çok büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya kaldılar. OHAL mağdurları ve KHK’lılar ile görüşenler, selam verenler, maddi manevi destekte bulunmak isteyenler, teröre yardım ve yataklık suçuyla tutuklandılar.

Birçoğu evli olan kadınlarımızın çocukları ve aileleri için daha fazla risk almak istemediklerini düşünüyoruz.

KHK’lıların eğitim oranına baktığımız zaman yüzde 99.1 yüksekokul, fakülte, lisans veya doktora mezunu. Bu ne anlama geliyor?

TÜİK verilerine baktığımız zaman lisans ve yüksek lisans mezunlarının genel oranı yüzde 17 ama OHAL ve KHK mağdurlarının lisans ve yüksek lisans oranı yüzde 99’un üzerinde. Bu, iktidarın da açıkladığı şekliyle şu anlama geliyor; eğitim seviyesi arttıkça bize destek azalıyor, bizim için en makbul vatandaş en eğitimsiz vatandaştır.  Muhalefet demeyeceğim çünkü neticede bu ülke hepimizin, tabii iktidara muhalefet etme hakkı da var insanların ama burada asıl mevzu yandaşlık. Bu nedenle iktidar kendisine yandaş olmayan, en eğitimli, en nitelikli, en bilgili, en yetenekli kesimleri hedef aldı. Çünkü bu kesim kendilerine ihtiyaç duymadan bir yerlere gelebilecek bir kesim. Bu insanlar kendi yeteneklerime güveniyorlar. İktidara yanaşarak bir yere gelmeyi düşünmüyorlar. Dolasıyla iktidar bu insanları kendisine tehdit olarak görüyor. Kaba tabirle istedikleri hukuksuzlukları bu şekilde yapabiliyorlar. Bu insanların yerine kendilerine göre daha makbul gördükleri kişileri getirerek istedikleri hedefe ulaşmaya çalışıyorlar.

Raporda öne çıkan konulardan biri de din. Dini inanıştaki değişim ne yönde?

KHK mağdurlarının ilk yıl verilerine baktığımızda yüzde 95’inin kendisini milliyetçi, muhafazakar ve demokrat olarak tanımladığını görmüştük. Ayrıca kişilerin bu mahalleden gelmesi sebebiyle KHK’lılar arasında dindarlık oranı yüksekti.

3. yıla geldiğimizde ateist ve deistlik oranının, hatta muhafazakar çevreden uzaklaşma oranının arttığını gördük. Mağdurlar arasındaki bu değişimin gerekçesinin ise, din kisvesi altında acımasızca sosyal bir soykırıma uğratılmış olmaları olduğunu düşünüyoruz. Din istismarına tepkisellik yeni ideolojik kimlik arayışlarını beraberinde getirdi. Bu sayılar bizi şaşırttı, ancak bu oranlar sadece mağdurlarda böyle değil, yapılan araştırmalar sonucunda toplumun diğer kesiminde de benzer eğilimin olduğunu görüyoruz.

Din kisvesi altında her türlü hukuksuzluğun işlenmiş olması, toplumda çok büyük bir tepki doğurmuş durumda.

Raporda etnik köken oranlarına baktığımız zaman yüzde 26,9’u herhangi bir aidiyet hissetmediğini söylüyor. Bu oran diğer yıllarda nasıldı?

İlk yıl araştırmamızda mağdurların yüzde 80-85’i kendisini Türk olarak tanımlıyordu. Diğer kalan kesim kendisini Kürt ya da Zaza olarak tanımlıyordu. 3. yıl araştırmamıza geldiğimiz zaman insanlar  etnisiteden kaynaklı yaşadıkları mağduriyet nedeniyle  herhangi bir etnik aidiyet hissetmiyorlar. Artık mağdurlardan şunu duyabiliyoruz; ben Türküm ama artık kendimi Türk olarak hissetmiyorum, ben Kürdüm ama artık kendimi Kürt olarak hissetmiyorum ya da ben Müslümanım ama artık kendimi Müslüman olarak hissetmiyorum. Artık benim dinim insanlık dinidir, insanlık illiyetidir. Ve artık benim önceliğim adalettir, insanlıktır, vicdandır diyenlerin sayısının çok fazla arttığını görebiliyoruz.

Mağdurların çektiği sıkıntıların başında ekonomik ve psikolojik sıkıntılar geliyor. Bu durumu bize özetler misiniz?

Ekonomik sıkıntıların gerekçesi ortada. Mağdurlar ekonomik soykırıma uğratılmış durumdalar. Kamuda işlerine son verildi, özel sektörde çalışmaları yasaklandı, yurtdışına çıkmaları yasaklandı, yardım almaları yasaklandı, sadaka almaları bile yasaklandı. Kendilerine maddi yardımda bulunmak isteyenler teröre yardım ve yataklıktan tutuklandı. Halime Gülsu olayını hepimiz biliyoruz, mağdurlara yardım ettiği için hapse atıldı ve orada hayatını kaybetti. Toplum bunları görünce mağdurlara iş veremedi, maddi manevi herhangi bir destekte bulunamadı. Böyle bir durumda mağdurların yaşamış olduğu sıkıntıların başında ekonomik sıkıntıların geliyor olması garip bir durum değil.

Gelelim psikolojik sıkıntılara. Bütün bunlar yapılırken KHK’lılar ve yakınları öyle bir ötekileştirildiler ki; hain, mikrop, sinsi, terörist, dış güçlerin ajanı gibi nefret söylemleriyle karşı karşıya kaldılar. Mağdurlar ve yakınları dertlerini kimseye anlatamadıkları için, ister istemez psikolojik sıkıntı içerisine girdiler.

KHK’lıların yüzde 91.2’si yurtdışında yaşamak istediğini söylüyor bu durumun temel sebebi nedir?

KHK’lıların yurtdışında yaşamak istemelerinin temel sebebi adalete olan güvensizlik ve hayal kırıklıkları.  Ülkedeki adalete, özgürlüğe, geleceğe olan güvenleri kalmadığı için yurtdışına gidip kendilerine ve çocuklarına yeni bir gelecek kurmak mecburiyetinde olmaları sebebiyle bu tercihi yapıyorlar.

İkinci yıl araştırmamızda da bu soruyu sormuştuk ve yurtdışında yaşamak isteyen mağdurların oranı yüzde 86 civarlarındaydı. Bu oran şimdi yüzde 91,2’ye çıktı. Bunun temel sebebi OHAL’in sosyal yükünün katlanarak artmasıdır. Daha önce KHK’lı vatandaşların bu sorunun çözüleceğine dair ümitleri vardı ama artık ümitleri kalmayınca bari gidip yurtdışında geleceğimizi kuralım düşüncesi ağır basmaya başladı. Yapılan başka bir araştırmaya göre Türkiye’deki; özgürlük, iş güvenliği, adalet yokluğundan dolayı eğitimli kesimin yurtdışında yaşama isteğinin yüzde 98’e yakın bir oranda olduğu görülüyor. Bu araştırmaya baktığımız zaman KHK’lılar onlara göre daha ümitli, çünkü yüzde 9 oranında hala ümidi olan vatandaşlar var. Ancak bu hukuksuzluklar devam ederse bu ümitler tükenecek.

OHAL Komisyonu 2019 verilerine göre yapılan 126.300 başvurunun 98.300’ü karara bağlanmış ve sonuçlanan başvurularda yüzde 90.24’üne ret kararı verilirken sadece yüzde 9.76 oranında göreve iade kararı veriliyor, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

OHAL Komisyonu hukuki değil, siyasi kararlar veriyor. Karar verirken siyasi iradeden gelen işaretlerle, siyasi iradenin lehine olacak şekilde kararlar veriyor. OHAL ilan edildiği zaman siyasi irade topluma şunu söylüyordu; “İhraç ettiğimiz kişilerle ilgili elimizde fazlasıyla deliller bulunuyor.”  O dönemde çok dikkat ettik OHAL Komisyonu’nun iade kararları yüzde 3’ü geçmiyordu. Fakat sonra gördük ki; kamuoyu baskısı arttıkça, sivil toplum örgütlerinin baskısı arttıkça, Avrupa Birliği’nden gelen heyetlerin baskısı arttıkça, hukuksuzluk karşısında tepki çoğaldıkça bu oranı yüzde 9’a yükselttiler. Eğer mecbur kalmasalar idi eminim iade oranı yüzde 9.76 olmayacaktı. Peki diğer yüzde 90.24’ün suçu ne? Bu kişilere karşı ellerinde deliller ne derseniz, açıkça ifade ediyorum, ellerinde deliller yok. Delil diye nitelendirdikleri en önemli koz Bank Asya ve sendika. Bunu size bir örnekle anlatayım:

Mağdurlardan biri Bank Asya’da hesabı olduğu için OHAL Komisyonu’ndan ret kararı alıyor, ancak bu kişi Bank Asya’ya kayyum atandıktan sonra hesap açıyor. Mağdur bu eyleminden dolayı hem ceza alıyor hem de komisyondan ret kararı alıyor, şimdi bu durumu bir değerlendirelim. Bu durumda terör örgütü ve liderleri devletin atadığı kayyumlar mı oluyor? Bir mudi bankaya kayyum atandıktan sonra orada hesap açıyor ise, bu durumda terörist devletin kendisi ve atadığı kayyumlardır.

Buna benzer aklımızın alamayacağı çelişkilerle dolu kararlar var. Dediğim gibi ellerindeki delil dedikleri en büyük şey Bank Asya ve sendika. Sendikalı olmak suç sayılıyor, oysa bunu suç saymak en büyük suçtur. KHK’lıları insanlık suçu işleyerek mağdur ediyorlar.

OHAL Komisyonu’nun vermiş olduğu kararların hiçbir hükmü yok, çünkü her şeyi hukuksuzluk üzerine bina etmiş durumdalar.

Rapora göre KHK’lıların yüzde 92.6’sı soruşturmaların adil yürütülmediğini söylüyor.

Evet doğru yüzde 92.6 soruşturmaların adil yürütülmediğini söylüyor, ancak geri kalan yüzde 8’inin soruşturmaların adil yürütüldüğünü düşündüğünü zannetmeyin. Onların anlayışı şu; zaten memleketin hali bu, sadece bana özel olan bir şey değil deyip bir kabullenmişlik söz konusu. Mağdurlara bazen cevabını bildiğimiz sorular soruyoruz. Bu sorulardan biri şöyleydi:

Adli suçlara göre siz siyasi suçlular olarak, size ayrımcılık yapıldığını düşünüyor musunuz?

Aslında cevabın evet olması gerekiyor, çünkü onlara tanınan haklar adli suçlulara tanınan haklardan çok daha kısıtlıydı. Siyasi suçluların ziyaretçi hakları, telefon hakları daha kısıtlıydı, sosyal aktivite imkanları yoktu, kütüphaneye gidemiyorlardı, hatta okumaları için kitap dahi içeri alamıyorlardı. Yapılan bu tutumlara bakılınca cevabın evet olması gerekirken mağdurların bir kısmı hayır cevabını verdi. Neden diye sorduğumuzda “Memleketin hali zaten hep böyle. İnsanlar her dönem haksızlığa, hukuksuzluğa uğradılar, ben de bu dönemde uğramış oldum. Bu memleketin genlerinde her zaman bu uygulamalar var” diyorlar.

Boşanma oranlarında bir artış söz konusu mu?

KHKlılar arasında üç şey çok yüksek: Boşanmalar, ölümler ve intiharlar.

KHK’lılar arasındaki boşanma oranları toplumun diğer kesimlerine oranla daha yüksek. Bu boşanmalara OHAL’in etkisi olup olmadığını sorduk. Mağdurların yüzde 86,5’i evet cevabını verdi.

Peki boşanmalar ekonomik sıkıntılar nedeniyle mi yoksa ideolojik mi?

Boşanmaların sadece ekonomik nedenlerle olduğunu söylemek yanlış olur. OHAL’de mağdurları ölüme, intihara, boşanmaya götüren özel operasyonlar yapıldı. Boşanmalarda en büyük nedenin ekonomik olduğunu söyleyebiliriz ancak mağdurlara vurulan hain, terörist gibi damgalar, bunlar dış güçlerin ajanlari, bunlara güvenilmez gibi söylemler de olayın psikolojik boyutu. KHK’lılar ile evli olup da çalışan kişilerin de işine son verildi, verilmedi ise sürüldü, sürülmedi ise şüpheli gözüyle bakıldı, bölümü değiştirildi ya da rütbesi düşürüldü  vs. Bu gibi durumlar aileler arasında ciddi sorunlara yol açtı. Birçok KHK’lı eşi boşanmak zorunda bırakıldı. Bazı eşler ise iktidarın yapmış olduğu propagandalara inanarak boşanmayı tercih etti.

En merak edilen konulardan biri de etkin pişmanlıktan faydalanma yani bir diğer adıyla itirafçılık. Etkin pişmanlıktan faydalananlar bu durumu nasıl izah ediyor?

Biz etkin pişmanlıktan faydalananlara ‘Neden faydalandınız?’ diye bir soru sormadık, çünkü eğer bir suça şahit oldular ise, bunları yetkililerle paylaşmalarından daha doğal bir şey yok. Ama şu soruyu sorduk:

Etkin pişmanlıktan faydalanmak için herhangi bir baskıyla karşılaştınız mı?

Mağdurların yüzde 60’ından fazlası baskı, kötü muamele ve işkence ile itirafçı olmaya zorlandıklarını söylüyor.

Diğer bir sorumuz ise şöyle idi:

Biz etkin pişmanlıktan faydalandırılmak için bir baskıyla karşılaşmamış olsanız bile etrafınızdaki insanların böyle bir baskı yaşadığına şahit oldunuz mu ya da onlardan böyle bir şey duydunuz mu?

Katılımcıların yüzde 75’i bu soruya evet cevabını verdi. OHAL ve KHK mağdurlarının, sistematik bir şekilde itirafçı olmaya zorlandıklarını görüyoruz. İktidarın elinde mağdurlara yönelik suç teşkil edecek delil bulunmuyor. Ellerinde bulunan veriler istihbaratın ve AKP teşkilatlarının bir istihbarat örgütü gibi çalışıp, kendileri gibi düşünmeyen kişileri fişlemeleri neticesinde, sanki bu insanlar teröristmiş gibi lanse edilmiş ve bu durum listeler halinde ihraçlara yansımıştır. Maalesef realite bu. Eğer devletin elinde gerçek anlamda suç teşkil edecek veriler olsaydı KHKlılar mutlaka mahkum edilirdi. Onları işkenceyle, manipülasyonla, baskıyla itirafçılığa zorlamaya gerek olmazdı. Yani bir cinayet varsa ortada, bıçak varsa, kan izi, parmak izi varsa katilin bunu itiraf etmesine gerek yok. O itiraf etmese de bu kişiyi mahkum edebilirsiniz, çünkü her türlü suç delili orada mevcut. Ama ortada bir suç yokken, bir ceset yokken, bir iz, bir delil yokken insanları suçlarsanız tabii ki  itirafçı olması yönünde de baskı uygularsınız. Maalesef mağdurların başına gelen en büyük sıkıntı sahte delil üretilmesi veya lehlerine olacak delillerin yok sayılmasıdır. Hiçbir şey olmasa bile, gizli tanık adında yalancı tanıklar bulunarak sahte deliller üretilmeye çalışılıyor ve bu şekilde sonuca gidiliyor. Uzun vadede bu hukuksuzluklardan dönüleceğini düşünüyoruz ama bu durumun mevcut iktidar döneminde gerçekleşeceğini düşünmüyoruz.

 OHAL Raporu’nun üçüncüsünü hazırladınız. Raporunuzun ülkede istediğiniz etkiyi oluşturacağından ümitli misiniz ya da sadece tarihe not düşmek amaçlı mı hazırladınız?

Realist olmak gerekirse iktidardan kendi iradesiyle herhangi bir çözüm beklemiyoruz. Ancak raporumuzun muhalefeti, sivil toplum örgütlerini, toplumu, yurtdışında bulunan insan hakları örgütlerini ya da kurumları harekete geçirmesini ümit ediyoruz. Dört yıl boyunca OHAL ve KHK mağdurlarına yapılanların tesadüf olmadığını, sistematik bir şekilde yapıldığını bilimsel verilerle belgelemiş durumdayız. Bu nedenle herkesin harekete geçmesini istiyoruz.

İnsanlara buradan çağrıda bulunmak istiyorum; artık bu suça daha fazla ortak olmayın. Bu ülkede bir cinayet işleniyor ama bu cinayet silahla işlenmiyor. Bu cinayet endirek yollarla işleniyor. Mesela tedavinin engellenmesi ile işleniyor, psikolojinin bozulması ile işleniyor, ekonomik kaynakların yok edilmesi ile işleniyor. Bu nedenle insanlar hastalanarak, intihar ederek, Meriç’in sularında boğularak hayatını kaybediyor.

Siyasi partilerin, insan hakları örgütlerinin, toplumun işlenen bu insanlık suçuna ortak olmaması çağrısında bulunuyorum.

Sözlerimi şöyle sonlandırmak istiyorum:

“Hiçbir şey hukuksuz değildi, çünkü hukuk yoktu.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com