Doğu Akdeniz’de sulara gömülen Mavi Vatan’ın mezar taşı da dikildi

Erdoğan rejimi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de takip ettiği geleneksel siyaseti hesapsızca terk ederek “Mavi Vatan” adı verilen bir tutuma yöneldi. Dış politika sadece "oyun bozarak" yapılmaz. Eğer tüm tarafların çıkarlarını gözeten bir oyun planınız yoksa sonuca etki etme gücünüzü yitirmeniz kaçınılmazdır.

ÖMER MURAT 19 Aralık 2021 HABER ANALİZ

Geçtiğimiz hafta Erdoğan rejiminin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a yönelik yürüttüğü siyasetin tamamen çökmüş olduğunu gösteren yeni gelişmeler yaşandı. İşin bu noktaya doğru evrilmekte olduğunu 16 Ekim tarihli yazımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. Son gelişmeler, geçen yıl AB’nin yaptırım tehdidi üzerine Oruç Reis’in limana çekilmesiyle Doğu Akdeniz’de sulara gömülen Mavi Vatan doktrininin artık “mezar taşının” da dikildiği anlamına gelmektedir.

Bu ayın başında uluslararası basında, ABD’li enerji devi Exxon Mobil ile Katar Petrolleri’nin Güney Kıbrıs hükümetinin münhasır ekonomik bölgesinde 5 numaralı saha olarak belirlediği yer için bir anlaşma imzalayacağı haberleri yer aldı. Bu iki şirket daha önce 10 numaralı saha için zaten izin almıştı. Bu haberler üzerine 2 Aralık’ta Dışişleri Bakanlığı sert bir açıklama yaparak bu adımı engellemeye çalıştı. Açıklamada söz konusu anlaşmanın meseleyi yeni bir boyuta taşıdığı anlatıldı: Artık sadece “Ada’nın ortak sahibi Kıbrıs Türkleri’nin hakları görmezden gelinmeye” devam edilmiyordu, “söz konusu ruhsat sahasının bir bölümü Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığını ihlal ediyordu.” Açıklama şu tehditle sona eriyordu: “Türkiye, hiçbir yabancı ülkenin, şirketin veya geminin deniz yetki alanlarımızda izinsiz olarak hidrokarbon arama faaliyetlerinde bulunmasına, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da asla fırsat vermeyecek, ülkemizin ve KKTC’nin haklarını kararlılıkla savunmaya devam edecektir.”

Neler olup bittiğini daha kolay anlayabilmek için önce aşağıdaki haritaya göz atmanız yararlı olacaktır. Haritada Türkiye ve Güney Kıbrıs’ın ilan ettikleri haliyle deniz yetki alanlarının kesişen yerleri (yeşil alanlar) gösterilmektedir. Görüldüğü üzere 1-4-5-6-7 numaralı parsellere ilişkin anlaşmazlık bulunmaktadır. Yani daha önceki Blok 10 ruhsatı sadece Kıbrıs meselesiyle alakalı olarak Türkiye’nin resmi siyasetiyle çatışırken, Blok 5 onun dışında Türkiye’nin ilan ettiği kıta sahanlığını da ihlal etmektedir.

İşin daha da ilginci anlaşmanın imzalanacağının Erdoğan’ın Katar’a yapacağı ziyaretten bir kaç gün önce duyurulmuş olmasıydı. Nitekim Erdoğan 6 Aralık’ta Katar ziyareti sırasında bu konuyu da ele alacaklarını söyledi. Fakat o Ankara’ya döndükten iki gün sonra Exxon Mobil / Katar Petrolleri temsilcileri Güney Kıbrıs’a giderek Blok 5’te enerji arama ve üretim paylaşımı için bir anlaşma imzaladılar. Anlaşılan Erdoğan samimi dostu ve Ortadoğu’daki en yakın müttefiki Katar Emiri’yle bu konuda bir orta yolu bulmuştu. O ziyaret sırasında Katar’ın Türkiye’yle daha önce yapmış olduğu 15 milyar dolarlık swap anlaşmasının süresini uzatarak geri ödemesinin ileri bir tarihte yapılmasına imkan tanıdığı bir anlaşma yapıldı. İktidar konuya ilişkin tatmin edici herhangi bir açıklama yapmadığından, Erdoğan’ı Katar karşısında Doğu Akdeniz’de Türk kıta sahanlığından taviz vermek pahasına suskun kılan faktörün bu tür bir anlaşma olup olmadığı sorusu ister istemez akla gelmektedir. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun – Erdoğan’ın katılmaya tenezzül etmediği – Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bütçe görüşmeleri sırasında konuya ilişkin yaptığı açıklamalar bu şüpheleri doğrular nitelikte oldu.

Çavuşoğlu’nun açıklamalarını Meclis Tutanaklarından aktarıyorum: “Katar’ın ve Exxon’un imzaladığı anlaşmaya gelince, burada şunu söylemek isterim: Kim olursa olsun bizim kıta sahanlığımıza bizden izinsiz kimse giremez. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat verdiği sahalara da bizden izinsiz kimse giremez yani Kıbrıs etrafında. Dolayısıyla, bu anlaşmada beşinci parselde her iki ülke de taahhüt etti ki -Amerika ve Katar- bizim kıta sahanlığımızın içine girmeyecek. Ayrıca… Girmeyecek, altında… Beşinci parselin, bizim kıta sahanlığımızın güney çizgisinin altında kalan kısmında ama Kıbrıs etrafındaki tüm zenginliklerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Kıbrıs Türkünün de hakları var. O nedenle, biz diyoruz ki: Hakça paylaşım oluncaya kadar biz de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat verdiği alanlarda Kıbrıs Türk halkı için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

“AKP ve MHP sıralarından alkışlarla” karşılanan bu açıklama, esasen Mavi Vatan doktrininin artık tarihe karıştığının resmen itiraf edilmesi dışında Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs siyasetinin parametrelerinin ne olduğuna ilişkin de ciddi soru işaretleri uyandırmaktadır.

Öncelikle, Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden bir anlaşmaya imza atan şirketlerin (veya o şirketlerin devletlerinin) faaliyetlerini Blok 5’in Türk kıta sahanlığı dışında kalan yerleriyle sınırlandıracağını “taahhüt” ettikleri, bunu da Türkiye’nin kabul ettiği anlaşılıyor. Yani sondaj gemileri Blok 5’in sadece güneyinde çalışmalarını yürütecek, kuzeyine geçmeyecek. Oysa Türkiye Blok 5’de hiçbir şekilde arama yapılamayacağını, nedenleriyle birlikte 2 Aralık tarihli Dışişleri Bakanlığı açıklamasında ortaya koymuştu, hatta bir de tehdit savurmuştu. Oysa şimdi bambaşka bir tutum takınılıyor: Güney ve Kuzey Kıbrıs’ın deniz sınırları arasında bir ayrım yapılmadığı, Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği alanlarda Kuzey Kıbrıs’ın da hakkı olduğuna dair uzun süredir takınılan resmi tutum terk edilerek, artık Türkiye’nin sadece “KKTC’nin ruhsat verdiği alanlara” ilişkin tasarrufta bulunulmasına izin vermeyeceği söyleniyor. Nitekim Güney Kıbrıs Enerji Bakanı Natasa Pilidou, Exxon Mobil / Katar Petrolleri’nin Blok 10’daki sondajının da önümüzdeki haftalarda başlayacağını açıkladı.

İkinci sorun ise şu: ABD ve Katar taahhütlerini ne şekilde vermişti? Bu konuda iki ülkeden veya iki şirketten Çavuşoğlu’nu teyit eden herhangi bir açıklama yapılmadı. Tabiatıyla bu tür bir taahhüdün ciddiye alınabilmesi için yazılı olarak yapılması şarttır. Böyle bir yazılı taahhüt ne zaman verilmiştir? Niye bunun içeriği duyurulmamıştır? Erdoğan hükümetinin daha önce yapmış olduğu bazı açıklamaların açıkça Washington tarafından yalanlandığını göz önünde bulundurduğumuzda bazı haklı şüpheler taşımaktayız. Yoksa ortada yazılı bir metin yok mudur? Eğer öyleyse, şunu vurgulamalıyız ki uluslararası ilişkilerde yazılı olmayan taahhütlerin hiçbir hükmü yoktur.

Türk askeri gemileri, 6 Şubat 2018’de Blok 6’da Güney Kıbrıs tarafından verilen ruhsatla faaliyet gösteren İtalyan Eni şirketine ait sondaj gemisine müdahale etmişti. Blok 5’in Blok 6’dan hiçbir farkı yok. Bu durumda Blok 1, 4, 6, 7’de faaliyet gösterecek diğer enerji şirketlerine artık hangi gerekçelerle müdahalede bulunulacaktır? Bu soru cevapsız kalmaktadır. 2022’nin ilk yarısında Eni ve Fransız Total ruhsat aldıkları bloklarda sondaj yapmayı planlıyorlar.

Erdoğan rejimi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de takip ettiği geleneksel siyaseti 2015’den itibaren hesapsızca terk ederek “Mavi Vatan” adı verilen ve parametreleri uluslararası hukuk kriterlerine zoraki uydurulan bir tutuma yöneldi. Fakat bunun arkasında duramadı, şimdi bu nedenle çok zemin kaybettiği için uluslararası hukuk bakımından çok daha sağlam temellere dayanan önceki siyasete de dönememektedir.

Şunu da vurgulamalıyım ki sadece adanın kuzeyinde egemenlik iddia eden “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” diye bağımsız bir devlet ilanında bulunduktan sonra, Güney Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarından çıkarılacak enerji kaynaklarında KKTC’nin de hakkı olduğu tezini ileri sürmek kendi içinde açıkça çelişen bir tutumdur. Güney Kıbrıs Rum hükümeti, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla tüm ada üzerinde hakimiyet ileri sürmektedir, oysa Kuzey Kıbrıs Türk hükümeti “KKTC” adıyla sadece şu anki sınırları içerisinde bir devlet olarak kendini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Dış politika sadece “oyun bozarak” yapılmaz. Eğer sizin belli başlı tüm tarafların çıkarlarını, kendi çıkarlarınızla birlikte gözeten bir oyun planınız yoksa sonuca etki etme gücünüzü peyderpey yitirerek bu tür çelişkilere düşmeniz kaçınılmazdır.

İşin bir başka acı tarafı şudur ki, Meclis tutanaklarını okuduğunuzda muhalefet partilerinin de bu önemli konuyu yakından takip ettiğini ispatlar şekilde gündeme getiremediği, Blok 5’e ilişkin yukarıda özetlediğimiz tutum değişikliklerini ayrıntılı anlatarak hesap sormadıkları gibi, Dışişleri Bakanı’nın bahsettiği taahhütün ne şekilde alındığını da sorgulamadıkları görülmektedir. Umalım da bu yazıyı okuduktan sonra daha fazla gecikmeden iktidara bu soruları yöneltirler.

Son söz olarak, TÜSİAD’ın dün ekonomiye ilişkin yaptığı açıklamadan telmihen şunları belirtmeliyiz: “Tüm bunların sonucunda, son dönemde dış politikada oluşan hasarın tespitini yapıp öncelikle uluslararası hukukun temel parametreleri çerçevesinde, tüm paydaşların desteğinin alındığı, genel kabul görmüş dış politika ilkelerine dönülmesinin gereği açıktır.”

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com