Tek adamlık şirk anlamına gelmez mi?

İnsanların mülkiyet hakkı, hürriyeti ve onuru bir kişinin talimatıyla rahatlıkla gasp ediliyorsa bu mutlak güç ve otorite kendini Tanrı yerine koymuş olmaz mı?

AYHAN TEKİNEŞ 10 Ocak 2021 GÖRÜŞ

Ahlaklı olabilmek yalnızca demokrasilerde mi mümkündür? Bu sorunun cevabı tabii ki hayırdır. Demokrasi, egemenliğin kullanımı ile özgürlüklerin korunması arasındaki dengeyi korumada şu ana kadar uygulanan yönetim metotlarının şüphesiz en gelişmişidir. Metotlara özgü uygunluk, geçerlilik ve değişen şartlara göre nasıl geliştirileceği gibi tartışmalar mahfuz, demokrasinin teolojik açıdan eleştirilmesi, sadece baskıcı rejimlere alan kazandırmaya yönelik bir çabadır.

Demokrasiler, özgürlüklerin korunması, temel insan haklarının ve her şeyden önce de insan onurunun korunması ile adil ve eşit paylaşım arasındaki dengeyi gözetmelidir. Lakin yönetim erki güç ve kaynakları kullanmayı gerektirir. Gücün kontrolden çıkmaması ya da toplumun diğer kesimlerine karşı bir şiddet ve baskı aracına dönüşmemesi için ise modern demokratik rejimler bazı kontrol ve denetleme mekanizmaları öngörürler. Güçler ayrılığı ilkesi, bağımsız medya ve rekabet imkanları zayıf toplum kesimlerinin desteklenmesi bu mekanizmalardan bazılarıdır.

Öte yandan, günümüz demokratik sistemlerini de mükemmele ulaşmış ve eksiksiz olarak tanımlamak oldukça zordur. Nitekim elitizm, şiddet kullanımı ya da yolsuzluk gibi konular birçok demokratik rejim için hâlâ sorunlu alanlardandır. Ayrıca kurumsal baskı ve bireysel özgürlükler ikilemi de bu eleştirilerden biridir.

Bazılarına göre demokratik rejimlerde kurumların oluşturduğu baskı, insan haklarına, bireysel özgürlüklere ve dolayısıyla ahlaka zarar vermektedir. Alman psikoterapist ve teolog Rupert Lay, bireylerin aleyhine kurumların gücünün sürekli büyüdüğünü, özel hayatın, özgürlüklerin ve insani değerlerin kurumlar tarafından değersizleştirildiğini söyler. Ona göre ahlak, insanlar arası ilişkileri ve insanların kurumlara karşı görevlerini düzenlemekte ancak kurumların bireylere karşı ahlaki sorumluluklarını düzenlememektedir. Psikoterapist olarak kurumlar tarafından mağdur edilmiş birçok insanla karşılaştığını ifade eden Lay, Ahlakın Gücü (Die Macht der Moral) isimli kitabını modern kurumların kurbanlarına adadığını söyler.

DEMOKRASİ, AHLAKIN KORUNMASI İÇİN DE TEMEL ŞARTTIR

Birçok demokrasi eleştirisinde ortak nokta kurumsal yapıların olağanüstü ya da en azından aşırı güç kullanması, bu yapıların oluşturduğu baskının bireysel özgürlükleri ve dolayısıyla ahlakı zayıflatmasıdır. Teknolojik gelişmelerin, ortaya çıkan bilgi yığınının, kurumsallaşmanın, uzmanlaşmanın ve hızlı değişimin bireyi zayıflattığı da ayrıca üzerinde durulması gereken konulardır. Fakat burada bizi doğrudan ilgilendiren demokrasi içinde bireysel ahlakın geliştirilmesi ve ahlakın garantisi olarak gördüğümüz özgürlüklerin korunmasıdır. Yazının başındaki sorumuza geri dönecek olursak demokrasi ahlak için yeter şart değil ancak ahlakın gelişmesi ve ahlaki değerlerin korunması için gerekli olan özgürlüklerin temel şartıdır.

Demokrasi’ye karşı İslam dünyasından yükselen eleştiri ise özgürlükler üzerinden değil tam aksine ‘’hâkimiyet/egemenlik’’ kavramı üzerinden olmuştur.

İSLAMCILAR DİNİ SİYASET TEORİLERİ ÜZERİDEN YORUMLADI

Dini, siyaset teorileri üzerinden yorumlayan, egemenlik, İslami toplum ve devlet yönetimi (nizam) ve dini değerlerin politik amaçlarla kullanılması gibi ortak özellikleri olan akımlar, İslamcı olarak adlandırılmış; bu akımlara da genel bir isim olarak politik İslam denilmiştir. İslamcılar siyaset üzerinde yoğunlaştıkları için Batı’ya ait yabancı bir sistem olarak gördükleri demokrasi gibi siyasi sistemlere eleştirel yaklaşmışlardır. Hatta kendileri bir siyasi sistem ya da metot geliştirmekten ziyade demokrasi eleştirisi üzerinden kendilerini tanımlamayı tercih etmişlerdir.

İslamcıların demokrasi eleştirisi egemenlik kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Demokrasiye yönelttikleri en önemli eleştiri ise kurumlara özelikle de parlamentoların meşruiyet kaynaklarına ve temsili kimliklerine yöneliktir.

İslamcıların eleştirileri, demokrasi kuramına göre parlamentoların halktan aldıkları yetki kullanım hakkının yanlış kullanımından ortaya çıkan bireysel hakların ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına karşı değil aksine siyasi erkin manevi açıdan da bir otorite olmasını dolayısıyla daha da güçlenmesine zemin hazırlayacak bir eleştiridir.

İSLAMCILARIN DEMOKRASİ ELEŞTİRİSİ MEŞRUİYETİN KAYNAĞI İLE SINIRLIDIR

İslamcılar Yaratıcıya ait olması gereken hükmetme yetkisinin kurumlara devredilemeyeceğini öne sürerek belki güç kullanma hakkının en azından ahlaken sınırlandırılmasına yönelik savunulabilir bir dayanak noktası elde imkânını görmezden gelmişlerdir. Bu düşünceden hareketle kurumsal yapıların otoritesine ve demokrasilerdeki özgürlükleri sınırlandırmaya yönelik eğilimlere karşı çıkabilir, bireyi ve ahlaki değerleri merkeze alan bir demokrasi anlayışı için mücadele etme imkânı elde edilebilirlerdi. Ancak bunun yerine onlar demokrasi eleştirilerini meşruiyetle yani güç kullanma yetkisinin kaynağı ve kanunların referansları gibi teorik konulara indirgemişlerdir.

Burada asıl önemli noktanın, gücün nasıl kullanıldığı ve toplumun bundan nasıl etkilendiği sorusu olması gerekirken, kurumlar yetkiyi kim adına kullanmaktadır tartışması ile konu tamamen metafizik, hatta bir açıdan sembolik alana çekilmiştir.

Yönetim, güç kullanma yetkisinin devredilmesi anlamına geliyorsa, bu gücü kullanan kurumların yani Meclis’in ve başbakanın yetkiyi meşruti monarşilerde olduğu gibi kraliçeden alması ya da halktan alması arasında sonuç itibarıyla bir fark olmadığını şu an uygulanan örneklerden açıkça görüyoruz.

GÜCÜN TEK BİR KİŞİDE OLMASI ŞİRK ANLAMINA GELMEZ Mİ? 

O halde şu soruların cevaplarını aramamız gerekmektedir: Önemli olan egemenliğin kaynağı ve sembolleri mi yoksa bu egemenliğin erkler tarafından nasıl kullanıldığı mı? Günümüzdeki örneklere bakacak olursak egemenliğin nasıl kullanıldığını tartışmaya açmak istemeyen baskıcı rejimler, egemenliğin kaynağını ve sembolleri gündeme getirerek dikkat dağıtmaya çalışmaktadırlar.

Yetkiyi Yaratıcı’dan aldığını söyleyen tek adam yönetimi, kurumların bağımsızlığı gibi araçlara bile gerek duymadan bütün gücü elinde tutuyor ve totaliter bir rejim inşa ederek temel insan haklarını ve onurunu çiğniyor, hürriyetleri gasp ediyor ise bu mutlak güç kullanımı İslamcılara göre Tanrıya ait olması gereken gücü tek bir kişinin kullanması suretiyle O’na şirk koşmak anlamına gelmez mi?

İnsanların mülkiyet hakkı, hürriyeti ve onuru bir kişinin talimatıyla rahatlıkla gasp ediliyorsa bu mutlak güç ve otorite kendini Tanrı yerine koymuş olmaz mı?

Şekle ve sembollere takılmadan gerçeği, sadece yalın gerçeği aradığımız takdirde demokrasilerin değil gerçekte despotik tek adam rejimlerinin Allah’a başkaldırı olduğu açıkça ortadayken İslamcıların bunu normal karşılaması, bu anlayışın güncel ihtiyaçlara ve sorunlara cevap üretmekte yetersiz kaldığını, dahası bu sorunların kaynağı haline geldiğini göstermektedir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com