Çöküşler ve limanlar

Yüksekten düşmek gibi çoğu zaman kaybetmek. Sarsılmaz dostlukların çürümesi, çok güçlü aile bağlarını akıl almaz sebeplerden kopması, ayağınızı yerden kesen aşkların bir anda tuzla buz oluşu, yıllarınızı verdiğiniz bir işten ayrılmak, bunların hepsi eşsiz kaybedişler. Peki, insan tekrar nasıl güvenebilir? Tekrar nasıl sevebilir? Tekrar nasıl umut edebilir, hayal kurabilir?

ALİN OZİNİAN 15 Kasım 2020 YAZARLAR

“Kendisiyle ne yapacağını bilmiyordu;
içindeki her şey suskundu,
kalbindeki tüm o şen şakrak ezgi,
sanki anahtarını kaybetmiş bir müzikli saat gibi ölüydü.”
Bir Çöküşün Hikayesi, Stefan Zweig

 

İnsanların doğum ve ölüm arasındaki kişsel tarihinde, milatlar var. Sevmek, aşık olmak, büyük bir başarı elde etmek, arzulanan bir hayale ulaşmanın yanı sıra, aldatılmak ve kaybetmek de en önemli milatlardan olabilir.

Hayatımız büyük ölçüde yaşadığımız başarı ve başarısızlıkların ardından şekilleniyor. Tüm bu olaylara verdiğimiz tepkiler ile değişen ve dönüşen benliğimiz daha sonra hayatımızın tüm detaylarına sızıyor, gerçeğin ta kendisi oluveriyor.

Aldatılman, kandırılmanın ve kaybetmenin en ağır anlarında, belki de hepimizin aklından benzer düşünceler geçiyor. Benzer sorularla isyan ediliyor olup bitene.

“Keşke kimin ne olduğunu, nasıl olduğunu, en başta görebilseydik. Bunu anlayabilecek bir sistem olsaydı, kitabı olsaydı, eğitimi olsaydı! Bir kişiyi tanıdığımızda ondan gelecek kötülükleri tahmin edebilseydik! Böyle olsaydı eğer, hemen koşarak, kaçabilirdik ondan. Ya da tam tersi, o ilk an hoşumuza gitmese bile gelecek güzel günleri tahmin edip ölesiye sarılabilseydik, o fırsatı kaçırmasaydık keşke. Yıllar boşa gitmezdi, emekler, hayaller, göz yaşları harcanmazdı böylece…” diye düşünüyoruz.

Yüksekten düşmek gibi çoğu zaman kaybetmek. Sarsılmaz dostlukların çürümesi, çok güçlü aile bağlarını akıl almaz sebeplerden kopması, ayağınızı yerden kesen aşkların bir anda tuzla buz oluşu, yıllarınızı verdiğiniz bir işten ayrılmak, bunların hepsi eşsiz kaybedişler.

Güvenmek, sevmek kadar değerli ise, kaybedişlerin ardından kırılan güvenini nasıl geri getirebilir insan? Tekrar nasıl güvenebilir? Tekrar nasıl sevebilir? Tekrar nasıl umut edebilir, hayal kurabilir?

Zaman geçtikçe bu soruları daha sakince sormaya başlıyoruz. Kızmadan, gerçekten anlamak isteyerek soruyoruz kendimize. Ve bazılarımız zamanı geldiğinde artık insanı inanmanın değil, inanmamanın asıl yıkan olduğunu anlıyor. Bunu anlayınca da iyileşiyor çoğu zaman.

Yaşamak için yine ve yeniden güvenmek zorunda olduğu idrak ettiği an, hayat eski temposu, eski renkleri ile akmaya devam ediyor.

Ne kadar kandırıldığını, ne kadar aldatıldığını umursamadan insanlara ve hayata olan inancını canlı tutabildiği ölçüde güzel yaşıyor insan.

Huzurun orada; yerle bir olacağını bile bile yeniden inanabilmekte olduğunu hissettikçe hafifliyor acılar.

Stefan Zweig, 1910 yılında yazdığı “Bir Çöküşün Öyküsü” hikayesinde, XV. Louis döneminde Fransız sarayından bir aristokrat kadının, Madame de Prie’nin hazin hikayesini anlatır okuyucuya.

Sevgilisi Bourbon Dükü’nün kral tarafından görevinden azledilmesinin hemen ardından Madame de Prie Normandiya’ya sürgün edilir. Paris’in diğer soyluları ile yaşadığı şatafatlı ve hareketli hayatın sıradan ve basit bir hayat dönüşmesi, Madame de Prie için ölüm demektir.

Bu “basit” hayatın sınırları içinde de denemeler yapar Madame de Prie. Kalan parası ve hala sahip olduğunu iddia ettiği nüfuz ile köylüleri satın almaya çalışır. İstediği gibi gitmez planları. Sevgi ya da dostluk değil, hükmetme isteğini doyuracak oyuncaklardır aradığı.

Yükseklerde, yoğun bir iktidarı tatmış bu faninin güç alanından uzaklaştırılmasıyla yaşadığı acı, çaresizlik ve yalnızlığın Zweig eşsiz üslubu ve akıcılığı ile tasvir eder. “O tümüyle başkalarının ruh halinden beslenirdi. Arzulandığı zaman güzeldi, zeki insanların arasında nüktedandı, gururu okşandığında kibirliydi, sevildiği zaman aşıktı..”

Kısa anlatımların efendisi Zweig’ı okurken, bu hikayenin yüzyıllar ötesinden geldiğini unutur insan. Anlatılan hikaye, sahte mutluluklar ile yaşayan, mutluluğun satın alınabileceğini düşünen, sadece kurgudan ve yalandan ibaret ilişkilerin ağındaki çevresi ile var olan bazı günümüz insanlarını konu alır sanki.

“Yaşamın içindeyken canlanıyordu o ve yalnızken kendisinin gölgesi oluyordu.” cümlesi gibi oldukça çarpıcı ve yalın kişilik analizleri ile donatılmış hikayede, Zweig bu yaşanılan hayata durduğu mesafenin hatta tepkinin yanı sıra, soylulara ait “kibarlığı”, “elit” insan ilişkilerindeki bozulmayı, dejenerasyonu hatta kimlik kaybını anlatır.

Emirler yağdırdığı hayatı bittiği, alıştığı yoğun ilgiden yoksun kaldığı için ruhu çoktan ölmüş bu kadın, çok geçmeden, bedenini de öldürmeyi seçer. Masumane bir intihar değildir ama bu, ses getirmesini, bu ölümle ölümsüzleşmeyi planlamıştır Madame de Prie, fakat yine olmaz. Kendisini unutan görkemli hayat ve onun “değerli üyeleri” yokluğunu hissetmedikleri kadının, ölümüne üzülmezler bile. Kendi “hayatlarından” çıktığı an zaten öldürmüşlerdir onu.

“Kafese kapatılmış vahşi bir hayvan gibi içsel yalnızlığının hapishanesinde dolaşıp duran ve pencereden dışarı bakıp gelmeyen bir şeyi gözleyen Madame de Prie,” para ve hükmetme yetkisine, belirli bir ün ve şöhrete, saygı ve sevgiye sahip modern zaman insanın, işler ters gitmeye başladığında bu durumu kabullenmekte nasıl zorlandığının ve belki de kabullenemeyeceğinin tasviri gibidir.

Kendilerine saraylardan kafesler yapan ve içlerinde çaresiz kuşlar gibi bilinçsiz bir neşeyle salınan insanların, o saray sanılan kafesi kaybetmesinin ardındaki yıkımın çarpıcı hikayesini anlatır Zweig.

Belki de bu yüzden tam tersini yapmalıdır insan; yaratılmış saraylara kendini hapsetmektense, kendi sarayını kendi içinde inşa etmelidir ki kimse elinden alamazsın, çalamasın hatta göremesin.

İnsanın kendi içinde kurduğu dünyası ancak kurtarabilir onu, geçmişin özlemi ve geleceğin endişesinden. Ve ne zaman yanılsa, ne zaman kandırılsa, aldatılsa sığınabileceği limanı olur. İyleşeceği, dinleneceği, güçlenebileceği ve sonra çıkıp tüm gönlü ile yeniden insanlara güvenebileceği gizli limanı…

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com