Milli Koalisyon Dink Davası’nı “çözdü”

Ailesinin de hatırlattığı gibi Dink, öldürülmeden bir hafta önce, “Neden hedef seçildim?” yazısıyla hepimize bir not bıraktı ve yaptığı son konuşmalarında “Bu devletin derinliğinin bana haddimi bildirme operasyonudur.” dedi.

ALİN OZİNİAN 27 Mart 2021 YAZARLAR

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesine ilişkin 76 sanığın yargılandığı davada karar 26 Mart 2021’de çıktı. Davanın 131’inci duruşmasında mahkeme hükmü açıkladı. Davanın rütbeli kamu görevlisi sanıklarından Engin Dinç, Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler ve Reşat Altay hakkında beraat kararı verildi.

Mahkeme, tetikçi ve azmettiriciler Zeynel Abidin Yavuz, Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ersin Yolcu, Ahmet İskender, Tuncay Uzundal ve Ogün Samast hakkında ‘FETÖ’ye üye olmak suçlamasıyla suç duyurusunda bulunulmasına hükmetti.

Haberlerde, alınan cezaların detayları var; uzun uzun anlatmak anlamsız. Özetleyecek olursak durum şu: cinayette rolü olan isimlerin bir bölümü “zamanaşımı” korumasına alındı, bir bölümü ise beraat ettirildi. Cinayeti planlayanın, tetikçi ve azmettiricilerin ‘FETÖ’ olduğu kararı verildi.

“Katil ‘Fetö’nün katil polis şeflerinin kumpası” imiş. “Dink suikastında cinayetin FETÖ’nün talimatlarıyla işlendiği” ortaya çıkmış.”

Böyle basit bir karar için neden 14 sene beklendi anlamak zor. Madem tüm cinayet “FETÖ’ye” yıkılacaktı hatta bu yapılırken, “FETÖ” nedir, aydınlatma gereği bile duyulmayacaktı, bu kadar beklemeye değer miydi?

Bir yapı ki, devletin her alanına “sızmış”, bir yapı ki sokak ortası ülkenin en önemli şehirlerinin emniyet müdürlerini pasifize ederek, istihbarat güçlerini etkisiz hale getirerek gün ortasında adam öldürebiliyor, askeri darbe yapabiliyor ve biz yurttaşlar bu örgüt tam olarak nedir bilmiyoruz çünkü bize anlatmıyorlar.

Dahası, Dink cinayeti bir yana bu kötü, pis, gözünü hırs bürümüş örgütün bu kadar büyümesi, kökleşmesi, kriminal operasyonlar gerçekleşmesine devletimiz neden izin vermiş, neden önünü alamamış, tabir yerinde ise o palazlanırken devlet ve hükümet armut mu toplamış o kısım da muamma.

Yersen ye, yemezsen gargara yap.

Karar sonrası Dink Ailesi bir açıklama yaparak kararın “hakikatten çok uzak” olduğunu vurguladı. “Kendi içinde dahi orantısız bazı beraat ve ceza hükümlerini anlamak da anlatmak da oldukça güç. Hele bazı kararlar var ki; sanki kötülüğün kendisi değil adeta sızması cezalandırılmış izlenimi veriyor” denildi.

Dink ailesi, kararın müdahil tarafı olarak karara itiraz edecek. İstinaf Mahkemesi’ne Yargıtay’a taşıyacak “Bu kararın bozulması, yargılanmanın hakkıyla yapılması için sonuna değin bu süreci zorlayacak”. Aileye göre karar hatalı çünkü cinayette sorumluluğu olan ve delilleri açığa çıkmış olan birçok kişinin hatalı bir şekilde beraatiyle sonuçlanmış bir karar.

14 yıldır devam eden bu davanın kararı cinayetin üstündeki karanlık perdeyi kaldırmadı, aksine dava Türkiye’yi yönetenlerin siyasi rövanşına kurban verildi. İlk günden beri bu cinayette payı ve parmağı olan “herkes” değil, uygun görülenler cezalandırıldı.

Karar devlet içinde bu cinayette rol alan bazı kişileri, tarihin her döneminde yaptığı gibi korudu akladı. Aynı devlet bu cinayeti önleyebilirken önlemedi de, İstanbul ve Trabzon Emniyeti’nin görevlerini neden yapmadığı konusu üzerindeki sis bulut hala kalkmış değil.

Ailesinin de hatırlattığı gibi Dink, öldürülmeden bir hafta önce, “Neden hedef seçildim?” yazısıyla hepimize bir not bıraktı ve yaptığı son konuşmalarında “Bu devletin derinliğinin bana haddimi bildirme operasyonudur.” dedi.

Dink, Genelkurmayı ve devletin sahibi seküler-milliyetçi kesimi çok kızdırdığı haberinde “Sabiha Gökçek’in Ermeni olabilme olasılığını” okuyucuya sunmuştu.

Devletin azınlık, öteki ve Ermeni konusundaki ayarlarını yerle bir eden Dink’in, toplum üzerindeki etkisi birçok “yapıyı” ve “kişiyi” rahatsız ediyordu.

Dink “devleti” ve milli tarihi sarsıyordu. Sarsıyordu çünkü anlattıkları toplumda hem yankı yaratıyor hem karşılık buluyordu.

Bugün bu “devletin” ve hassasiyetinin sahibinin “FETÖ” olduğunu söylüyorlar.

Dink’i farklı devlet dairelerine çağırıp “Sesini kes” deyip, tehdit edenlerin “FETÖ” olduğunu iddia ediyorlar. Oysa isimleri, görevleri, her şeyleri belli bu devlet görevlilerinin.

2006-2007’de “Kadim Türk devletini ve anlayışını” koruyanın, kollayanın ve suçluları cezalandıranın “FETÖ” olduğunu söylüyorlar. Sadece “FETÖ” olduğunu.

14 yıldır bu cinayetin bir mutabakat cinayeti olduğu biliniyor, derinlerdeki her kesimden, her ideolojiden gücün Dink’in öldürülmesinin istendiği de.

Bu mutabakat grubunda “FETÖ” de olabilir, derin devlet yapılanmalarının her türlüsü de. Bu cinayetin birçok kanlı el tarafından gerçekleştirildiği açık.

Sorun şu. 100 yıldan fazla geçmişi olan ve Türkiye’de her dönem siyasete karışan, işine gelmeyeni “temizleyen” bu yapıya “FETÖ” deyip geçecek mi yargı? Türkiye bu tavır ve irade ile güvenilir bir ülke olabilir mi?

Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Amele Hizmetleri, 50’lerde Özal Harp Dairesi, 80’lerde JİTEM, sonrasında Kontrgerilla, Derin Devlet, Ergenekon adlarına alan bu yapılanmaların atası Teşkilat-ı Mahsusa.

Önce Ermeniler, ardından azınlıklar, sonra komünistler bugüne kadar hala Kürt Hareketi için başvurulan operasyonlar yavaş yavaş su yüzüne çıktı, itirafçılar konuştu, siyasetçiler anlattı.

Yıllar geçti, derin devletle mücadele sözleri veren AKP konuyu kapattı gitti. 15 Temmuz’un ardından “İdam istiyoruz!” naraları atılan demokrasi nöbetlerinin sürpriz bir konuğu vardı; döneminde binlerce faili meçhul cinayet işlenen Mehmet Ağar!

Susurluk’taki kirli tablonun başbakanı Tansu Çiller Yenikapı mitinginde boy gösterip, AKP’ye verdiği destekle adından çokça söz ettirmişti, şaşırmıştık. Bugünlerde Çillerin kabinede olabilmesi dedikoduları bile dolaşıyor.

İmamoğlu’nu geçen yıllarda övdüğü Topal Osman, Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi! Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki’nin vurucu gücü, tetikçisi, Ermeni Soykırımı başta olmak üzere tüm katliamların muhatabı olan gizli devlet örgütüydü.


 

Büyük sayıda nüfusun katli için paramiliter gruplarını örgütlemiş, çete liderlerini hapisten çıkarıp, çetelerinin basına yeniden geçirmekle kalmayıp, mühimmat sağladığı da belgelerle kanıtlanmıştı.

Teşkilat-ı Mahsusa’dan bugüne değişen bir şey yok. Sivil siyaseti gölgeleyenlere, kendini devletin sahibi sananlara “FETÖ” demek ile iş bitmiyor. Olayın sadece üstü örtülüyor, hedef şaşırtılıyor, sivil siyaset bir rüya olmaya devam ediyor.

Daha kötüsü de var, Teşkilat-ı Mahsusa’dan günümüze, katillerimiz kahramanlarımız olmaya devam ediyor. Öyle olmasa korur, kollar, onları işledikleri suçları yanlarına kar bırakmazdık.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com