Hicab ve ihtar: Abdülaziz Bekkine

TUNCAY OPÇİN 17 Haziran 2019 PORTRE

Türkiye kamuoyunda “İskenderpaşa Cemaati”le özdeşleşen isim Mehmet Zahit Kotku’dur. Milli Görüş Hareketi’nin lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın şeyhi, hareketin en önemli partisi Milli Selamet Partisi’nin arkasındaki manevi güç, Özal kardeşlerin bağlandıkları isim diye bilinir. Kotku’yla ilgili bu bilgiler yanlış değildir, ama eksiktir. Çünkü Kotku ile birlikte anılan isimlerin bağlantıları çok daha eskiye, 1940lı yıllara ve Abdülaziz Bekkine’ye uzanır.

İşgal yıllarının ve Kurtuluş Savaşı’nın acı hatıralarını hafızasında yaşayan İstanbul’da, taşralı öğrenciler arasında bir isim, Abdülaziz Bekkine efsane gibi dolaşmaktadır. Bekkine, evi olmayana kalacak yer, yemeği olmayana aş, parası olmayana harçlık bulmak için vargücüyle uğraşan üç-beş isimden birisidir.

Bekkine, o yıllarda Zeyrek’te, Çivicizade Ümmü Gülsüm Camii’nde görev yapan bir imamdı. Ancak Bekkine’yi diğer camilerde görev yapan imamlardan ayıran bir özelliği vardı: o aynı zamanda Gümüşhaneli Dergâhı’nın halifeleri arasında yeralıyordu. Tekke ve dergâhlar kapatıldığı için, faaliyetlerini evinde yaptığı sohbetlerle sürdürüyordu.

MÜRŞİDİYLE KOTKU TANIŞTIRDI

İstanbul halkı Bekkine’yi “Kazanlı Aziz Efendi” adıyla biliyordu. 1895’te İstanbul’da doğmuştu, ama babası dönemin Rus İmparatorluğu’na bağlı Kazan’dan gelmiş bir Müslüman’dı. Nitekim, Bekkine, gençliğe yeni adım attığı yıllarda kalabalık ailesiyle birlikte Kazan’a dönmüş, Buhara’ya okumaya gitmişti. Bu arada anne-babasını kaybetmişti ve Rusya’da komünistler yönetimi ele geçirmişti.

Abdülaziz Bekkine, onaltı kardeşini yanına alarak Bakü’ye, oradan da Batum’a geçti. Batum’dan sonraki durakları ise İstanbul’du. Erkek kardeşleriyle birlikte ticaret hayatına atılmıştı. Ancak bir müddet sonra ticareti bırakarak, Bayezıt Medresesi’ne yazıldı. Bekkine’nin hayatı burada değişecek, medrese arkadaşı Mehmet Zahit Kotku’nun vasıtasıyla Gümüşhanevi Dergâhı’na bağlanacak ve kısa bir süre sonra da buradan hilafet ve Ramuz-el Ehadis okutmak için icazet alacaktı.

Abdülaziz Bekkine, beş yıl Buhara’da ve İstanbul’da elde ettiği bilgi sayesinde, tekkeler kapatıldıktan sonra işsiz kalmamış, cami imamı olarak görev almıştı. İstanbul’un farklı semtlerinde imamlık yapan Bekkine, en sonunda onu büyük şöhrete kavuşturan Çivizade Ümmü Gülsüm Camii’nde göreve başlayacaktı.

Bekkine, medresede ders gördüğünde dönemde bir tarikata bağlanmak istiyor ve bunun için de çaba gösteriyordu. Bu yüzden aralarında Küçük Hüseyin Efendi’nin de bulunduğu bir çok şeyhi ziyaret etmiş, ancak aradığını bulamamıştı. Sonunda, Mehmet Zahit Kotku vasıtasıyla Mustafa Feyzi Efendi ile tanışmış ve bağlanmıştı. Dört yıl içerisinde hilafet ve icazet almıştı.

FERRUH BOZBELİ’DEN NECMETTİN ERBAKAN’A

Mustafa Fevzi Efendi’den sonra Abdülaziz Bekkine’nin bağlandığı isim Hasib Yardımcı olmuştu. Bağlılarının “Serezli Hasib Efendi” diye andığı Yardımcı’yı da Mustafa Fevzi Efendi’ye götüren kişi Mehmet Zahit Kotku’dan başkası değildi.

“Kazanlı Aziz Efendi”, Yardımcı’nın vefatının ardından şeyhlik postuna oturmuştu. Bekkine’nin şeyhliği çok kısa, sadece üçbuçuk yıl sürmüştü. Ancak o kadar derin izler bırakmıştı ki, etkisi günümüzde bile devam ediyor. Bekkine, görev yaptığı Çivizade Camii’nin meşrutasında oturuyor, faaliyetlerini burada yürütüyordu. Sıkı bir sohbet halkası kurmuş, gelenleri konuşmalarıyla cezbetmişti.

Akşam namazının ardından başlayan sohbetler, bazen sabahlara kadar devam ediyordu. Bu arada Bekkine, gelenlere ikramdan da kaçınmıyordu. Ancak son derece mütevazi bir hayat yaşıyordu. O kadar ki, o dönemde Bekkine’yi tanıyanlar, bazı geceler ailesiyle birlikte aç yattığına şahit olduklarını anlatıyorlardı.

Bekkine’nin takipçileri arasında Ferruh Bozbeyli, Necmettin Erbakan gibi daha sonra siyasette adını çok duyacağımız isimler vardı. Erbakan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenciyken, siyasi parti kurmak için Bekkine’den izin istemişti. Bekkine ise, “Siyaset hamam tası gibidir. Bir cenabetin elinden, diğer cenabetin eline geçer” diyerek bu isteği reddetmişti.

Bekkine, çevresindeki gençlere akademisyen olmalarını öğütlüyor, maceraya atılmamalarını istiyordu. Sohbet açmak istediğinde bir konuyu ortaya atıyor, misafirlerini konuşturuyor, sonra mevzuyu ele alıp, kendi görüşünü açıklıyor ve yanına gelenleri irşad ediyordu. Bu misafirler arasıdan hiç şüphesiz, en önemli isimlerden bir tanesi de Nurettin Topçu’ydu.

“RUHLARIMIZIN ÖNÜNDE YÜRÜYEN O BÜYÜK VARLIĞI KAYBETTİM”

Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi gören Topçu, Türkiye’ye dönmüş, çeşitli okullarda öğretmenlik yapmıştı. Arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla önce Hasip Yardımcı, daha sonra da Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı ile tanışmıştı. İzmir’de görev yaparken Yardımcı’dan İstanbul’a dönmesi için dua istemiş ve yakında İstanbul’a döneceği müjdesini almıştı. Gerçekten de kısa bir süre sonra İstanbul-Haydarpaşa Lisesi’ne tayin olmuştu.

Ancak Topçu’nun inanç buhranları sona ermemişti. Tüzeer, Nurettin Topçu’ya Abdülaziz Bekkine’den bahsetmiş ve tanıştırmak istediğini söylemişti. Topçu’nun bir müddet sonra olur vermesiyle, Bekkine’nin sohbetine katılmışlardı. Sohbet, gece üçbuçuğa kadar sürmüştü. Topçu, Bekkine’nin hem üslubundan hem de tarzından çok etkilenmişti. Çok geç olduğunu düşünerek, ayrılmak istemişlerdi. Topçu, kapıdan çıkarlarken Tüzeer’e, “Geri dönsek ayıp olur mu?” diyecek kadar Bekkine’yi sevmişti.

Abdülaziz Bekkine, evinin bahçesinde o günün pekçok İstanbullusu gibi Maltız Keçisi besliyor, hemen her işini kendi yapıyor, maddi sıkıntı çekmesine rağmen hiçbir yardımı kabul etmiyor, buna rağmen misafirlerine ikramdan geri durmuyordu. Sohbetlerdeki samimiyet, Bekkine’nin sakin tavrı ve anlattıklarını yaşamadaki samimiyeti Nurettin Topçu’yu mestetmişti.

Ancak Topçu’nun Bekkine’yle beraberliği çok uzun sürmeyecekti. Bekkine, Cumhuriyet’in ilk yıllarında konan Hac yasağının 1946’da kalkmasıyla birlikte Hac’ca gitmişti. Bekkine, ikinci defa Hac’ca gittikten kısa bir süre sonra hastalanmıştı. Ne yazık ki bu hastalık, narin ve zayıf vücudu dermansız bırakmıştı. Bekkine, 1952’de vefat etmişti.

Nurettin Topçu için bu kaybın telafisi yoktu. Topçu, Bekkine’nin ardından “Yıldırım’ın Huzurunda” yazısını kaleme almıştı: “Ruhlarımızın önünde yürüyen o büyük varlığı kaybettim. Acılarım, zamanın ve kaderin kollariyle kucaklanmayacak kadar engindi. Onun, bende şimdi muamma olan son bakışında melek masumluğu ile ilahi bir emir birleşmiş gibiydi. Hicab ile ihtarın bir bakışta böyle birleştiğini ömrümde görmemiştim.”

Abdülaziz Bekkine, Hamuşan arasına sırlandı. Ancak kültür, düşünce ve siyaset dünyasına etkisi vefatının üzerinden neredeyse 70 yıl geçmesine rağmen devam ediyor ve uzun müddet daha edeceğe benziyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram