Mezarın sırrı Bayram Yüksel’deydi

TUNCAY OPÇİN 14 Temmuz 2019 PORTRE

Kapıdan çıkacağı sırada, son bir defa döndü ve odasını baştan aşağıya süzdü. Gözü, ilk başta yarıya kadar gazeteyle kaplanmış perdesiz pencerenin altında yeralan, eprimiş yüzlü şiltelere ilişti. Odada, kaba tahtaların birbirine çakılmasıyla oluşturulmuş sedirden, teneke sobadan ve eskimiş bir kilimden başka hiçbir eşya yoktu.

Bu bakışlar, adeta odasını bir daha göremeyecek olmanın hüznünü taşıyordu. İyice zayıflamış, hasta vücudunu, iki kişi kollarına girerek taşıyor ve basamaklardan indiriyorlardı. Bu ayakta olduğu kısacık zaman diliminde bile yorgun düşmüştü. Arkası yatak biçiminde hazırlanmış arabaya bindiğinde biraz olsun rahatladığını hissetmişti.
Yolcusunu alan araç, açılan kapıdan, ağır bir sağanak altında çıkmıştı. Plakası çamurdan okunmayan araba, kısa süre sonra Isparta’yı geride bırakmış, Anadolu’nun içlerine doğru hızla ilerlemeye başlamıştı.

NURCULARIN “ÜSTAD”LA İMTİHANI

Bediüzzaman Said-i Nursi’nin, Urfa’da vefatıyla son bulacak yolculuk Isparta’da yağmurlu bir havada başlamıştı. Şiddetli yağan yağmur, Nursi için büyük bir nimet olmuş, bu sayede evini yedigün yirmidört saat gözetleyen polislerin peşine düşmesinden kurtulmuştu. Nursi, Risale-i Nur adını verdiği eserlerinin büyük kısmını kaleme aldığı Isparta’ya veda etmiş, yanındaki öğrencilerine “Beni anlamadılar” diye dert yanmıştı.

Nursi, iki gün süren yolculuğun ardından Urfa’ya varmış, burada da 23 Mart 1960’da hayata veda etmişti. Ertesi gün kılınan cenaze namazının ardından, Halil-ür Rahman Camii’nin haziresinde, kendisi için hazırlanan mezarda toprağa verilmişti.
Hasta ve yaşlı bedeni toprağa sırlanmış, huzura ermişti, ama arkasında bıraktığı öğrencileri müthiş sarsılmışlardı. Çünkü Nursi, mezarının bilinmeyeceğini söylemiş, “bidat” ve “hurafaler”den korunacağını açıklamıştı. Ancak şimdi Nursi’nin dediklerinin tam tersi yaşanıyor, kabri Anadolu’nun belki de en fazla ziyaret edilen dini merkezinde, türbeye dönüşüyordu.

Mezarının bilinmeyeceğini söyleyen Nursi’nin öngörüsü altı ay sonra gerçeğe dönüşecekti. Vefatından iki ay sonra Türkiye’de darbe olmuş, Demokrat Parti iktidarı yıkılmıştı. Bu olaydan bir süre sonra da, bir gece yarısı Nursi’nin mezarı darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi kararıyla açılmış ve cenazesi bir meçhule doğru yola çıkmıştı.

MEZAR TESADÜFEN BULUNDU

Nursi’nin hizmetine bakan en yakın öğrencilerinden, Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış binlerce Risale-i Nur talebelerine kadar hemen herkes Bediüzzaman’ın cenazesine ne olduğunu merak ediyordu. Cenazenin nakli için, baskıyla dilekçe veren ve cenazeye eşlik eden Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecit Ünlükul da, bir gece yarısı defin yapılan mezarın nerede olduğunu bilmiyordu.

Bediüzzaman’ın mezarı kaybolmuş, talebelerinin öğrenmek için yaptıkları bütün girişimler sonuçsuz kalmıştı. Tam dokuz yıl hiç kimse Bediüzzaman’ın mezarının nerede olduğunu, cenazesine ne yapıldığını bilmiyordu. Ancak küçük bir bebeğin vefatı sonrasında yaşananlar Bediüzzaman’ın kayıp mezarının ortaya çıkmasına neden olacaktı.

“Nur talebeleri”nin “Minareci” lakabıyla tanıdığı Mustafa Pestil’in yeğeninin bir bebeği olmuş, kısa bir süre sonra da bu bebek hayatını kaybetmişti. Pestil ve ailesi bebeği defnetmek için Isparta Şehir Mezarlığı’na götürmüşlerdi. Mezar için bulunan yer kazılırken, Pestil’in yakınları galvanizle kaplı bir tabuta ulaşmışlardı. Bediüzzaman’ı tanıyan ve Nur talebesi olan Pestil, olayı hemen çözmüş, “Hastanede vefat eden bazı hastalar böyle gömülür” diyerek, yakınlarına başka bir mezar yeri kazmalarını söylemişti. Defin işleminin ardından ise, bir bahaneyle mezarlıkta kalmış ve biraz önce buldukları galvanizli tabutu açmaya karar vermişti.

Nur talebeleri, cenaze nakline katılan Abdülmecit Ünlükul’un anlatımlarından ve defin gecesi Isparta’da yaşanan olağanüstü hareketlilikten dolayı Bediüzzaman’ın mezarlığa defnedildiğini öğrenmişler, ancak yerini bulamamışlardı. Dokuz yıl boyunca yapılan bütün aramalar sonuçsuz kalmıştı. Pestil, işte şimdi bu sırrı çözecek bir işaret bulmuştu.

İLK ÖNCE SAV’A TAŞINDI

Galvanizli tabut açıldığında, Mustafa Pestil gördüğü cenazenin Bediüzzaman’a ait olduğunu hemen anlamıştı. Bediüzzaman’ın cenazesi ilk defnedildiği günki gibi duruyordu. Bu durum cenazenin teşhisinde büyük kolaylık sağlamıştı. Pestil, defnin usulüne uygun yapılmadığı farkedince, bir kaç yakın arkadaşıyla birlikte mezarı kazmış ve tabutu kıbleye gelecek şekilde düzeltmişti.

Pestil’in bu çalışmaları kısa bir müddet sonra, Bediüzzaman’ın yakın çevresinde yer alan ve Nur talebeleri arasında “Ağabeyler” olarak bilinen isimler tarafından duyulmuştu. Bu arada bir grup Nur talebesi de harekete geçmiş, Bediüzzaman’ın mezarını gizlice açmış ve cenazesini çok sevdiği Isparta-Sav mezarlığına taşımıştı.

Sav, Bediüzzaman’ın hayatında ayrıcalıklı bir yere sahipti. Köyün neredeyse tamamı kısa bir süre içinde Nur talebesi olmuş, basılması ve çoğaltılmasına imkan olmayan Risale-i Nurları elle yazarak, çoğaltmışlardı. Sav’da, o tarihlerde bin kişi Risale-i Nurların Arap harfleriyle çoğaltılmasıyla uğraşıyor, bu müthiş çaba Bediüzzaman’ın takdirini kazanıyordu.
Ancak bir müddet sonra Nurcular bu büyük sırrı ortaya çıkmış, Sav’daki mezar deşifre olmuştu. Türkiye’nin dört bir yanından ziyaretçiler, mezarı ziyaret etmeye başlamışlardı. “Ağabeyler” bu durumun Bediüzzaman’ın vasiyetine uygun olmadığına inandıkları için, bir kere daha mezar yerinin değiştirilmesine karar vermişlerdi. Bunun için de Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunan Bayram Yüksel’i görevlendirmişlerdi.

Yüksel, gizlice mezarı açmış ve Bedüzzaman’ın mezarını Isparta’da başka bir yere taşımıştı. Bediüzzaman, öğrencilerine zaman zaman “Benim kabrimi oniki kişi bilebilir. Bunun mahzuru yok” demiş, adeta vasiyette bulunmuştu. Bir trafik kazasında hayatını kaybeden Yüksel de “Üstad”ının bu sırrını büyük bir dikkatle saklamış, Mustafa Sungur ve bir kaç “Ağabey” dışında hiç kimseye söylememişti.

Hayatı 1925’ten itibaren sürgünler, kovuşturmalar, hapisler ve sürekli gözetim altında geçen Bediüzzaman Said-i Nursi’nin cenazesinin yaşadıkları, Cumhuriyet tarihinin belki de en ilginç olaylarından bir tanesi.

Bediüzzaman “Ben acele ettim, kışta geldim. Sizler cennetasâ bir baharda geleceksiniz. Mezarımın başına çiçeklerle gelince, ‘henien leküm’ sözünü işiteceksiniz” sözleriyle, bir gün ziyaretçilerini kabul edeceğinin müjdesini veriyor olamaz mı? Kim bilebilir?…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram