Aşı milliyetçiliği, küresel kapitalizmin Çernobil’i olabilir

Dünyada aşılama kampanyası oldukça ağır seyrediyor. Nedeni Covid-19 aşılarının patentlerine sahip olan büyük ilaç şirketlerinin izin vermemesi yüzünden yeterli aşı üretilememesi. “Kar maksimasyonu” hırsından vazgeçilmezse, salgın küresel kapitalizm için ölümcül bir itibar kaybıyla sonuçlanabilir.

ÖMER MURAT 20 Mayıs 2021 HABER ANALİZ

Küresel kapitalizm 2008 finansal krizinin yol açtığı ağır hasarla baş etmeye çalışırken dünya her yüzyılda bir yaşanan türden büyük bir salgınla yüzleşti. Daha ilk aylardan itibaren küresel ekonominin böyle bir salgın karşısında ne kadar hazırlıksız olduğu hiç beklenmedik çarpıcılıkta gözler önüne seriliverdi. Çin maske ihracatını durdurunca dünyanın en gelişmiş ülkeleri birkaç ay boyunca bu kadar basit, temel bir gereksinimi nasıl tedarik edebileceklerini bilemez halde kaldılar. Küresel tedarik zincirlerine bu denli bağımlı olmanın aslında bir zayıflık olabileceği hususu ilk kez Batı kamuoyunun gündemine geldi.

Salgın dünyadaki ekonomik eşitsizliği arttırırken, aşılama kampanyalarında Batılı ülkelerin küresel bir yaklaşım geliştirmeye odaklanmak yerine “aşı milliyetçiliğine” kapılarak kendilerine öncelik vermesi, dev ilaç şirketlerinin insan sağlığının söz konusu olduğu böylesine kritik bir dönemeçte meseleye “girişimcilik”, “kar maksimizasyonu” perspektifinden bakmakta ısrar etmeleri, kapitalizmin Covid-19 salgınını, atlatamayacağı büyük bir itibar kaybıyla bitirmesine yol açabilir.

KAR MAKSİMİZASYONU HIRSI, YETERLİ AŞI ÜRETİMİNİ ENGELLİYOR

Dünyanın acilen yüksek miktarlarda aşıya ihtiyacı var ve işin ilginç yanı bunu üretebilecek kapasite olduğu halde bundan istifade edilemiyor. Şu an hiç durmadan üretim yapması gereken ilaç üretim fabrikaları ya kapasitesinin altında çalışıyor, ya da hiç üretim yapmıyor. Bunun temel nedeni ise yüksek kara odaklanmış aşı şirketlerinin, patent sahibi olarak, diğer ilaç firmalarına üretim için izin vermemesi, bilgi ve teknoloji paylaşımında bulunmayı reddetmeleri. Keza bu şirketlerin hiçbiri Dünya Sağlık Örgütü’nün fakir ülkelerin aşıya ulaşmasını sağlamak için oluşturduğu Covid-19 Teknolojik Erişim Havuzu’na da katkıda bulunmadılar. Aşı üretiminin hızlandırılmasını sağlamayan ilaç şirketleri buna rağmen fikri mülkiyet haklarında gevşemeye gidilmesine de şiddetle karşı çıkıyorlar. Şirketler aşıların en kısa zamanda nasıl üretilip de halka ulaştırılacağının değil, aşıları en uzun zaman aralığında, en karlı fiyata nasıl satabileceğinin hesaplarını yapıyorlar. Fazla aşı üretildiğinde aşıların fiyatı düşecek, bu da karlarını düşürecek, bunu istemiyorlar. Aşıların bu kadar çabuk geliştirilebilmiş olmasının kapitalist girişimciliğin bir neticesi olduğunu, böyle bir gevşemenin bundan sonra benzer buluşların önünü keseceğini iddia ediyorlar. Oysa “nalıncı keseri gibi kendine yontmak” hikayesini hatırlatan bu iddiayı doğru kabul edebilmek çok güç.

Şöyle ki, bu aşıları ortaya çıkartan bilimsel araştırma süreçlerini yakından incelediğinizde kamu paralarıyla yani halkın vergileriyle finanse edilmiş pek çok bileşen içerdiğini görüyorsunuz. Mesela ABD’de Savunma Bakanlığı, Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün yaptırdığı, keza kamu üniversiteleri ve enstitülerindeki akademik laboratuvarlarda yürütülen temel araştırmalar olmadan Covid-19 aşılarının geliştirilebilmesi çok zordu. Benzeri bir durum Avrupa ülkeleri için de söz konusudur.

Öte yandan 2008 Finansal Krizinin etkileriyle boğuşan, borç batağındaki fakir ülkelerin ekonomik durumu salgın nedeniyle daha da bozuldu, nüfuslarını aşılamak için gereken mali imkanlara pek çoğu sahip değil. G7 ülkelerinde yapılan kamuoyu yoklamaları halkın yüzde 70’nin Covid-19 aşı patentlerinin ücretsiz paylaşılmasını istediklerini gösteriyor. Buna rağmen bu konuda çabuk bir ilerleme sağlanması kolay değil, çünkü bu şirketlerin istemedikleri bir kararın alınmasını önlemek için Washington’dan Brüksel’e seferber edebildikleri müthiş lobi güçleri var. ABD Başkanı Biden’ın Dünya Ticaret Örgütü’nde, Covid-19 aşılarının patentlerinin acil durum nedeniyle kaldırılmasını talep eden ülkeler arasına katılma kararı önemli olmakla birlikte bu çerçevede yapılacak toplantı ve müzakerelerin neticelenmesinin uzun süreceği belirtiliyor. Burada şunu da eklemeliyiz ki, patent haklarında gevşemeler yapıldığında Pfizer, Moderna, Johnson & Johnson gibi şirketler artık aşılardan para kazanamayacak değiller, sadece daha az kar edecekler. Bu şirketler için aşılar üzerindeki tekellerini devam ettirmek çok önemli, çünkü salgının etkisi görece azalmaya başladığında bile özellikle gelişmiş ülkelerdeki maddi durumu iyi geniş kesimlerin her yıl aşı yaptırmayı sürdüreceğini, bunun da kendilerini uzun yıllar “abat edecek” bir kar kapısını açacağını öngörüyorlar.

HERKES GÜVENDE OLMADAN HİÇ KİMSE GÜVENDE DEĞİLDİR

Gelişmiş ülkelerin sadece kendi halklarını aşılayarak bu salgından kurtulmanın mümkün olmadığı da başından beri bellidir. Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerde ortaya çıkan yeni varyantların Batılı ülkelerde oluşacak “sürü bağışıklığı” üzerinde yıkıcı etkilerde bulunacağı ve küreselleşmenin mevcut yapısıyla bu varyantların çok kısa sürede yayılmasının önlenemeyeceği iyice anlaşılmış durumdadır. Batılı ülkeler Hindistan’a karşı hemen uçuş kısıtlamaları uygulamaya koydukları halde halihazırda bu varyantın hızla yayılmasını önleyememektedirler. Tehlikeli bir varyantı artık dünyanın bir köşesinde izole etme ihtimali bulunmamaktadır. Yani “Herkes güvende olmadan, hiç kimse güvende değildir.” Bu nedenle Covid-19’la mücadelede küresel bir yaklaşım geliştirilmesi bir hayırhahlık değil, zorunluluktur.

Çözüm belli olmakla birlikte küresel kapitalizmin şu ana kadar bunu geliştirmekte aciz kaldığı görülmektedir. Batılı kuruluşların öncülüğünde geliştirilen, fakir ülkelerin aşıları ücretsiz almasını hedefleyen COVAX ortak girişimi bu eksikliği gidermeye çalışıyorsa da henüz başarılı olabilmiş değildir. COVAX bu yıl sonuna kadar dünya nüfusunun yüzde 20’sinin, bu çerçevede özellikle tüm sağlık çalışanlarının ve risk altındaki insanların aşılanmasını hedefliyordu. Bu esasen düşük bir hedefti, salgını durdurmak için zaten yeterli değildi, ama şimdi COVAX’ın bunu bile tutturamayacağı anlaşıldı. COVAX programı çerçevesinde Şubat ayından bu yana 100’den fazla ülkeye dağıtılan aşının sayısı 65 milyonda kaldı.

AŞI EMPERYALİZMİ ELEŞTİRİSİ

Sorun arz tedarikinde yaşanıyor: Zengin ülkeler öngörülebilir gelecekte üretilecek tüm aşıların büyük bölümünü şimdiden satın aldılar. ABD kendi ülkesinde üretilen aşılara ithal yasağı koydu. 330 milyonluk nüfusunun dörtte birinden fazlasını tamamen aşılayan ABD şimdiye dek 1,2 milyar doz aşı aldı. Bu, ABD’nin nüfusunun tamamını aşıladıktan sonra bile yarım milyardan fazla aşı fazlasına sahip olacağı anlamına geliyor. Benzer bir durum örneğin İngiltere için de geçerli. Bugün itibariyle tüm dünyada vurulan 1,4 milyar aşının yaklaşık yüzde 60’ı yirmi gelişmiş ülkede yapıldı. Afrika’da ise aşılananların nüfusa oranı yüzde 2 civarında. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa bu duruma şu sözlerle tepki gösterdi: “Bana göre bu aşı apartheid’ı (ırkçılığı) demektir. Aşı emperyalizmi olarak da tanımlanabilir. Güçlü ekonomiler, dünyanın fakir bölümünü dışlayarak aşıları toplu halde aldılar. Afrikalıların hayatı da Avrupa ve Amerikalılarınki kadar değerlidir.”

COVAX programının ana üreticisi olarak belirlenen, dünyanın en büyük aşı üretim tesisi olan Hindistan’daki Serum Enstitüsü ise bütün üretimini salgının kontrolden çıkma emareleri gösterdiği, her gün rekor sayıda ölüm yaşanan kendi ülkesine yönlendirmek zorunda kaldığından Mart ayından bu yana tek aşı teslim edemedi. Bu gelişme nedeniyle Serum Enstitüsü’nün COVAX’a yeniden aşı tedarik etmesinin yıl sonunu bulabileceği belirtiliyor. Böylece ana aşı kaynağını kaybeden COVAX’ın bugüne kadar planladığı halde teslim edemediği aşı miktarı 150 milyona ulaştı, bu rakamın önümüzdeki aylarda daha da yükselmesi bekleniyor. Aşı üretiminin bu hızla sürmesi halinde, gelişmiş ülkelerdeki nüfusun aşılanmasının tamamlanmasının bile 2023’den önce mümkün olamayacağı belirtiliyor.

COVID-19’UN KAPİTALİZMİN ÇERNOBİL’İ HALİNE GELME İHTİMALİ DÜŞÜK DEĞİL

Serbest piyasa ekonomisinin “Bu ürünün fikri mülkiyet hakkı bana ait, sadece benim izin verdiğim miktarda ve yerlerde üretilebilir” şeklindeki temel ilkesinin, genel halk sağlığının bile önünde tutulması, tüm kapitalist sistemin, halkların temel ihtiyaçlarını sağlamak yerine global ekonomik elitin çıkarlarını korumayı öncelediği kanaatinin yerleşmesine yol açacaktır. Dünyada şimdiye kadar Covid-19’dan ölen insanların toplam sayısı 3,5 milyona yaklaştı, Dünya Sağlık Örgütü tespit edilemeyen kişiler nedeniyle bu sayının gerçekte 6-8 milyon civarında olduğunu açıkladı. Bu ortamda, küresel kapitalizmin insanoğlunun sahip olduğu en değerli şey olan hayatını kurtarmak için en etkili şekilde tüm kaynakların nasıl seferber edileceğini planlamak yerine, her ne pahasına olursa olsun “patent haklarının korunması” üzerinde durmasının ideolojik ve siyasi yansımalarının olması kaçınılmazdır.

Halkların siyasi ve ekonomik bir sisteme olan inancını kaybetmesi her zaman devrimsel gelişmelerin habercisi olmuştur. Nitekim Demir Perde ülkelerindeki halklar komünizmin kendilerine refah ve sosyal güvenlik sağlayabileceğine olan inançlarını kaybettiklerinde tüm siyasi ve ekonomik rejim kimsenin beklemediği şekilde birdenbire çözülüvermiştir. Bu bakımdan 1986’de yaşanan Çernobil felaketi bir dönüm noktasıdır. Eğer iyi idare edilmezse Covid-19 salgını da küresel kapitalizm üzerinde benzer bir etkiye yol açabilir. 2008 Finansal Krizi’nde büyük şirketlerin kamu parasıyla kurtarılmış olması ve sonrasında giderek artan fakirleşme, eşitsizlik ve işsizlik sorununa etkili çözümler üretilememesi, Brexit ve Trump’ın seçilmesi gibi sarsıcı gelişmelerin önünü açmıştır. Covid-19 salgınına zayıf olduğu bir zamanda yakalanan küresel kapitalizmin, aşılama meselesinde tüm dünya halklarını tatmin eden, akılcı ve etkin bir yaklaşım geliştiremezse, kısa süre içinde “yoğun bakım ünitesine” alınmasına yol açacak denli siyasi krizlerle yüzleşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com