Akşener’in yeni duyduğu “çökülme” çok eski

Akşener tarihçi, ama kendi istediği “şanlı tarihin” tarihçisi. Eğer böyle olmasaydı ezelden beri bir şeylerin “üzerine çöküldüğünün” milli bir gelenek olduğunu dillendirebilirdi. 100 yıldır bundan kimse bahsetmek istemiyor, bunun bir “çökme” olduğunu kabullenmeyi de - çünkü özünde bu bir dönüşüm projesiydi. Kapitalin el değiştirmesi, yani Türkleşmesi.

ALİN OZİNİAN 03 Temmuz 2021 YAZARLAR

Hatırlayanlar bilir, “Yalan dünya” dizisinde Vasfiye teyze vardı. Muhatabının içinde bulunduğu kötü duruma rağmen felaket senaryoları anlatarak, onun moralini bozar, çılgına çevirirdi.

“Ben sana ölecen demiyorum, yaşasan ne olacak diyorum!” ve “Ne çektin be!” replikleri efsane olmuştu bir dönem.

Uzun süredir, Türkiye muhalefet liderlerinin ülkenin geleceğine dair vaatlerini ve özellikle “Erdoğan’a meydan okuyan” çıkışlarını dinlediğimde aklıma Vasfiye teyze geliyor.

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, “Bu ülkede şantajlar olmuştur, şantajlar üzerinden paralar alınmıştır, yolsuzluklar yapılmıştır falan filan ama fabrikanın tapusuna, otelin tapusuna, yani tapu olarak üzerinizde bulunan bir şeyin ‘üzerine çökülmek’ diye bir kavram olmamıştı” dedi cuma günü.

Akşener, Habertürk TV’de katıldığı programda güncel gelişmeleri değerlendirdi.

“Türkiye adına çok korkuyorum. Tarihçiyim. Osmanlı’da olmadı. İşgal dönemindeki Türkiye’de olmadı. Cumhuriyet döneminde olmadı tapunun delinmesi!” dedi.

Akşener, tapu delinmesinin can masuniyetiyle aynı olduğuna işaret ederek, “Hapse girersin tapu sende kalır. Hâkim ayarlayıp, tapunun alınmasından bahsediyorum.” dedi.

Akşener tarihçi, ama kendi istediği “şanlı tarihin” tarihçisi. Eğer böyle olmasaydı ezelden beri bir şeylerin “üzerine çöküldüğünün” milli bir gelenek olduğunu dillendirebilirdi.

Türkiye’deki iktisat tarihi “çökme” üzerine kurulmuştur. “Çökme” bir devlet geleneğidir.

Hem de Osmanlıdan günümüze devam eden bir devlet geleneğidir. Temeli, İttihat ve Terakki ile şekillenen devletin kuruluş amacına uygun bulunmayan toplumlar önce hedef haline getirilir, daha sonra cezalandırılır. Cezanın son etabı sahip olduklarının devletleştirilmesidir. Canları da dahil.

Akşener belki de “ötekileri” insandan, yurttaştan saymıyor, onun için daha önce varlığa çökülmediğini düşünüyor.

Ermeni tehciri, “Ermeni sorunun” kökünden halledilmesi için İttihatçıların bir buluşuydu. Tehcirle ülke sadece Ermenilerden ve diğer Hristiyan topluluklardan kurtulmayacaktı, onların malı ve mülkü de kurulacak devletin mayası olacaktı.

Tehcir başlamadan kararlaştırılan bu çökme için tehcirle birlikte malların geleceğinin kaderine İttihatçıların istediği yönü verecek kanun çıkarıldı ve ışık hızı ile emval-i metruke il ve ilçe komisyonları kuruldu. Özetle; sahibi belli olan mallar dağıtıldı; bazısı sembolik ücretler karşılığında, bazısı bilabedel.
100 yıldır bundan kimse bahsetmek istemiyor, bunun bir “çökme” olduğunu kabullenmeyi de – çünkü özünde bu bir dönüşüm projesiydi. Kapitalin el değiştirmesi, yani Türkleşmesi.

Sadece kapitalin mi? Bölgenin, kültürün, yer adlarının, yemeklerin hatta kiliselerin Türkleşmesi.

Sayın Akşener, gazeteci Fatih Altaylı’ya ait Van’da kiliseler olduğunu biliyor mu acaba?

Soykırım’a dönüşen Ermeni Tehciri ile sonlanmadı bu “çökme”. Cumhuriyet döneminde yürürlüğe konulan Varlık Vergisi, Vatandaş Türkçe konuş kampanyaları, 20 Kura Askerlik uygulaması ve 6-7 Eylül Olayları ile çöküldü de çöküldü. 1974’te Azınlık vakıf mallarına el konulması, ziyafetin son lokması oldu.

Bugün bu çökmeler devam ediyor, hem de hiç hız kesmeden. Bazısının çökme olduğunun bile farkında değiliz. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, 1453’ten beri fethedildiğine, Türkleştirildiğine inanılmayan İstanbul’un kültürüne çökme değil midir? Sedat Peker’in işaret etmediklerini çökme saymayacak mıyız?

1943 yılında Varlık Vergisi. Evinde bir gayrimüslime polisler tarafından tebligat yapıldı.

Sadece “ötekinin” malına mı göz dikildi? Hayır, diline bile çöküldü! Gayrimüslimlerin dillerini konuşamamaları ve unutmaları için her şey yapıldı, Kürtçe’nin dil olmadığı iddia edildi uzun süre.

Bugün UNESCO’ya göre, Türkiye’de 15 dil yok olmak üzere. Batı Ermenicesi, Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası ve daha nice diller can çekişiyor Türkiye’de. Oysa bu diller 100 yıl önce bu toprakların çok önemli dilleriydi. Sadece konuşulan değil, gazetelerin, kitapların yayınlandığı dillerdi.

Yayın demişken, Sayın Akşener Cumhuriyet gazetesinin Matosyan Matbaası’na çökülmesi ile yaratıldığını biliyor mu?

Genç Cumhuriyet’in ‘gözde’ gazetecisi, Mustafa Kemal’in en yakınındaki isimlerden biri olan Yunus Nadi, 1924 senesinde ele geçirdiği matbaa için bir miktar para ödedikten sonra ödeme yapmamış, üstelik devlete ödediği paranın kendisine derhal verilmesini dahi talep etmişti.

Zira makinelerin tesliminden kısa bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple yangın çıkmış, çıkan yangında her nasıl olmuşsa matbaa makinelerinin demir aksamlarından dahi geriye en ufak bir iz bulunamamıştı.

Matosyan Matbaası’nda bulunan her türlü demirbaş ve kişisel eşyayı satışa çıkaran Yunus Nadi, elde ettiği ganimeti en ufak parçasına kadar değerlendirmiş, hatta Matosyan’ın kütüphanesindeki kitapları dahi Milli Eğitim Bakanlığı’na satmış; sonrasında bu kitaplar Gazi Eğitim Enstitüsü’ne verilmiştir.

Dönemin Tanin Gazetesi’nin verdiği haberde, Matosyan’ın kitaplığının değerinin bile tek başına, Yunus Nadi’nin Matosyan Matbaası için devlete ödemeyi taahhüt ettiği miktardan daha fazla olduğuna dikkat çekilmişti.

Sayın Akşener Kasapyan ailesinin el konulan evlerinden birinin de Çankaya Köşkü’ne dönüştürüldüğünü biliyordur en azından diye umuyorum.

Peki, Varlık Vergisi Kanunu mükelleflerinin yüzde 87’sinin gayrimüslim azınlıklardan oluştuğunu biliyor mu Sayın Akşener? Dönemin hükümeti, verginin hazırlıklarını yaparken, görünürdeki gerekçeyi “piyasadaki para arzını azaltmak, fiyat artışlarını önlemek, aşırı kazancı vergilendirerek sosyal adaleti sağlamak vb.” gibi hedefler olarak ileri sürse de, kapalı kapılar arkasında konuşulanlar ekonomik önlemler değildi.

Kanunun temel amacı kamuoyundan saklanacaktı. Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve CHP’nin önemli isimleri tarafından tasarlanan kanun, CHP grup toplantısı gizli oturumunda gerekçeleri ile anlatılmış, vekillere “Korkulacak bir durum yok, Varlık Vergisi sadece azınlıkları hedef alacak” denilmişti.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, “Varlık vergisi haklı bir tedbir olarak kabul edilmiştir, bu hükmü veren milletin vicdanıdır” derken, Saraçoğlu’nun, “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır. Biz ne Adam Smith’in talebesi ne de Karl Marks’ın çırağıyız.” dediğini okumuş mu Meral hanım?

Varlık Vergisi kapsamında vatandaşlar, vergi ödemelerine başladı. Gişe önlerinde kuyruklar oluştu.

Her dönem olduğu gibi hükümet, Varlık Vergisinin duygusal atmosferini de hazırlamıştı. 1942 yazı boyunca basın organlarında gayrimüslimlerin fail olarak gösterildiği hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve fahiş fiyatla mal satanlarla ilgili haber, yazılar hatta karikatürler ön plana çıkarılmıştı. Varlık Vergisi Kanunu 11 Kasım 1942’de Meclis’te hemen hemen hiç tartışılmadan kabul edildi.

Ne kadar vergi ödeneceğini belirleyecek Servet Tespit Komisyonları kuruldu. Komisyonlara “kimin ne kadar vergi vermesi gerektiği” şeklindeki istihbarat bilgileri Milli Emniyet (MİT) kanalıyla geliyordu. Komisyonlar vergi tutarını belirlemede serbestti, kararları nihai idi, itiraz edilemezdi.

Vergi, mükellefe bildirildikten sonra ödeme süresi 15 gündü. Evet sadece, 15 gün. Bu süre içinde tahakkuk eden vergiyi ödemeyenlerin malları haczedilerek icra yoluyla satılacaktı. Buna rağmen borcunu ödeyemeyen mükelleflerin borçlarını “bedenen çalıştırarak ödetmek” amacıyla çalışma kamplarına gönderilmesi öngörülüyordu. Bazen vergiyi ödemek için tüm varlığınızı satmanız da yetmeyecekti, vergi o kadar yüksek, o kadar saçma olabiliyordu.

Varlık Vergisi ilk çıktığında kamuoyunda “aşırı kazancı” vergilendirecek bir araç olarak algılanmış, meslekten maliyeciler bile olayı kavrayamamıştı. İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin meslektaşı ve hocası Prof. Fazıl Pelin, Varlık Vergisi metni gazetelerde yayınlanınca, öğrencisi Faik Ökte’ye “İtiraza, temyize ait bir hüküm yok! Verginin nispeti malum değil? Oğlum siz toptan deli mi oldunuz?” demişti.

Varlık Vergisi Kanunu’nun uygulandığı Aralık 1942 ve Ocak 1944’te başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk, ev ve işyeri haczedilerek haraç mezat satıldı, el değiştirdi. Verginin ödeme süresinin bittiği 21 Şubat 1943 tarihinden hemen sonra zorunlu çalışma için mükelleflerin kampta toplanmasına başlandı.

Zorunlu çalışma yeri olarak Erzurum’un Aşkale ilçesi seçildi. Varlık Vergisi sırasında çalışma kamplarına 1.400 gayrimüslim vatandaş yollandı, 21’i “borçlu olarak” Aşkale’de hayatını kaybeti, bir çoğu ise sakatlandı.

Varlık Vergisi dönemi, açıklanan gerekçelerinin ötesinde; Türkiye’deki Rum, Musevi ve Ermeni vatandaşların; hak ve hukuklarını yok sayarak, ticaret ve sanayideki etkinliğini kırmak, onlara ait ticari inisiyatif, servet ve sermayenin Türklere aktarımını sağlamak için sert tedbirler alınarak uygulanan; azınlıklar açısından yıkım, Türkler için iktisadi yeniden doğuş dönemi oldu.

Varlık Vergisi. Aşkaleye uğurlanan gayrimüslimler.

İnsanların mülkiyet haklarının adaletsiz bir şekilde devlet eliyle gasp edilmesi yeni değil bu topraklarda. Devletin varlığı ile kendi çıkarlarını özdeşleştirmiş “bazıları” sadece bugün değil, geçmişte de devleti ve çıkarlarını korumak adına mülkiyet hakkını ihlal etti.

Sayın Akşener, 2005 yılında, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün verileri Türkçeleştirerek bilgisayar ortamına aktarma girişiminin, Milli Güvenlik Kurulu Seferberlik ve Savaş Hazırlıkları Planlama Daire Başkanlığı’nın “ülke menfaatleri açısından sakıncalı” olduğunu belirtmesi ile engellendiğini biliyor mu?

Sayın Akşener bilmiyormuş gibi yapabilir ama bunları bilenler, bunlardan utananlar, bunların tekrar etmesini istemeyenler var. Geçmişteki hatalardan habersiz gibi tavır almak ne bugüne ne de geleceğe katkı sunuyor. Geçmişin bugün ve yarın ile ilgisi olmadığını sanmak büyük yanılgı. Suç üzerini örttükçe, tekrar ediyor. Edecek de.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com