Akıp giden bir ses ırmağının içinde…

‘Alf’i Müşfik Kenter’in sesi dışında hayal etmek mümkün mü ya da ‘Red Kit’i Köksal Engür’ün sesi olmadan? Sonra, Bruce Willis’i ‘Mavi Ay’da Alev Sezer’in sesiyle tanıdık, ‘Rocky’yi Sezai Aydın’ın sesiyle...

MEHMET ŞAHİN 24 Ocak 2021 GÖRÜŞ

Ankara Radyosu seslendirme sanatçıları. 1955.

Ses sadece insana has değil doğada ama ona anlam katmak insana mahsus. Anlam katmaktan kasıt, temel bir iletişim aracı olmanın ötesinde girift duyguları dile getirmek; titreşimlere, dalgalara birer mânâ urbası giydirmek. Yoksa, ne bülbülün ötüşüne rakiptir insan sesi ne de arslanın kükremesine. Suyun şırıltısı ya da rüzgârın fısıltısı iyi birer ilham kaynağıdır ona olsa olsa. Çünkü sözünü, sözcüğünü türettiği doğayla arasındaki ilişki bitimsizdir. Hayatiyetini sürdürmekten dünyayı sanatla bezemeye kadar hudut çizilemez bir münasebet.

Sözcüklerle düşünen insan, onları da sesle kavrar. O ses ki, kutsal metinlerle ruha kıvam verirken sevda şiirleriyle kalbi inceltir, hayat ırmağının gürültülü akışı içinde kaybolan insana yavrusunun gülüşünde kendini buldurur. Kat kat gökler ötesinden semavi bir davet olur peygamberlerin dilinde; süzüle süzüle indiği yeryüzünde Mevlâ’sını “Dağlar ile taşlar ile” çağıran Yûnûs’un, “Gençlik tazeliğiyle dökülerek bulutlardan / mermer kayalar üstünde oynuyor / sevinç içinde sesleniyor göğe tekrar” diyen Goethe’nin frekansına evrilir.

Seküler hayatın da taşıyıcısı ses, geçmiş çağ savaşçılarının kulaklarında kılıç şakırtısı olur, tüccarların keselerinde altın şıkırtısı… Modern çağda hız düşkünü bir delikanlı spor arabanın kaç beygir gücünde olduğunu motor sesinden anlar, fildişi tuşlarda notaları dolaştırır piyanist bir kız… Gündüzü geceyi kuşatmakla kalmaz sesler; kalbi, ruhu, gönlü hatta beynin kıvrımlarını doldurur. Bir kısmı hakiki sesler bir kısmı zihnimizin oyunu, çınlar durur kafamızın içi. Görece klasik ya da modern sanatın işi de onlara bir ahenk kazandırmak.

İnsanın yeryüzündeki en eski uğraşlarından biri sanatlı söz söylemek. Kültürel birikimin bugünle kıyaslanamayacağı zamanlarda bile şaşırtıcı bir söyleyiş bulur; ölüsüne ağıt yakar, sevdiğine türkü… Kestirmeden bir maniyle anlatır meramını ya da bir bilmeceye gizler. Kendi de bir sesleniş olan şiire taşır sesi. Ahmet Muhip Dıranas,

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı, kar içindesin?!

diye sorar ‘Kar’ şiirinde. Ahmet Kutsi Tecer de ‘Nerdesin’ diye arar uykusunu bölen sesin sahibini,

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar:-Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.

‘Yattığım Kaya’daki gibi gaipten bir ses sık sık duyulur Necip Fazıl Kısakürek dizelerinde;

Ey gönül, gidenden ümidini kes!
Kaçan bir hayale benziyor herkes,
Sanki kulağıma gaipten bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor.

Türkü de başlı başına bir seslenmedir. Ya

Bizden selâm olsun Bolu Beyi’ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından, kalkan sesinden
Dağlar sada verip seslenmelidir…

diyen Koçyiğit Köroğlu meydan okur ya da ‘Huma kuşu yükseklerden seslenir.’ ‘Ormanların gümbürtüsü’ başına vurur yarini yitirenin, bir başkasının ‘Selanik içinde’ selâsı okunur, ‘Selânın sedası cana dokunur’…

‘Dudaktan kalbe’ giden yolda bir durak varsa, o olsa olsa kulaktır. Şarkıya türküye bir ses biçeriz gönlümüzde. Teganni eyleyen ses sadece taşıdığı sözün değil, sözü söyleyenin de kalp üzre otağını kurar çok zaman. ‘Geceler’i Hamiyet Yüceses’ten dinlemeyen, Hafız Burhan’la ‘Makber’de inlemeyen biraz eksik kalır.

Antik çağ tiyatrolarında dönemin ruhunu seyirciye taşıyan oyunculardan binlerce yıl sonra da aynı enstrüman insanın hikayesini anlatmayı sürdürür. Aristofanes’ten Shakespeare’e, Moliere’den Brecht’e nice oyunlar sesle taşınır. Radyonun keşfiyle ses daha uzaklara, daha büyük kitlelere ulaşmaya başlayınca seslendirenler de daha çok tanınır. Radyo kendi kültürünü inşa ederken zihinlere sesten figürler kazınır. Programlarda kurgulanan kahramanlar, radyo tiyatrolarındaki karakterler ses olup dinleyiciye ulaşır.

Ya efektler? Nişasta paketiyle karda yürüme sesinden ince sopaları hızlıca savurarak elde edilen kılıç sesine… BBC ve TRT gibi kurumlar dijital teknolojiye geçene kadar en iptidai yöntemleri de kullanarak harika efekt bankaları hazırlar.

Anlatma temeli üzerine kurulan tüm aktarım kanalları sesi en etkili biçimde kullanmanın yollarını arar. Gerçeklik etkisi uyandıran ses donanımlarına sahip sinema salonlarında film izlemenin keyfi, benzer imkânlar evlere taşınsa da başkadır. Teknik başarıdan önceyse kabiliyet çıkar sahneye. Aktarılacak sesin niteliği en az aktarım kalitesi kadar önemlidir zira. Profesyonel oyunculuk ses eğitimi de gerektirir. Ses ve görüntü teknolojileri tam bir uyum sağlayana kadar ses oyunculuğu ayrı bir kulvardan yürür. Televizyonla birlikte iyice zenginleşir bu alan.

Filmlerin, dizilerin, diğer yapımların çekimden sonra seslendirilmesi ya da farklı dillerde yeniden seslendirilmesi başlı başına dublaj sektörünü doğurur. Sadece etten kemikten gerçek oyuncuların seslendirilmesi değil sözünü ettiğimiz. Çizgi filmler uzun süredir ses kabiliyetlerini iyice geliştirmeye mecbur ediyordur zaten ses oyuncularını. Fablın artık sayfalardan ekranlara, perdelere taşınmasıyla hayvanlardan hayaletlere perilere, uzaylılardan hayal kahramanlarına işin ufku iyice açılır. Anılarımızı şekillendirirler, çocukluklarımızda yer tutarlar artık o görsellere ses verenler.

‘Alf’i Müşfik Kenter’in sesi dışında hayal etmek mümkün mü ya da ‘Red Kit’i Köksal Engür’ün sesi olmadan? ‘Şirin Baba’ Engin Alkan, ‘Barney Moloztaş’ Bülent Yıldıran, Erol Kardeseci, Erol Günaydın, İstemi Betil, Oya Küçümen, Mehmet Ali Erbil, Haluk Bilginer, Ali Poyrazoğlu, Yekta Kopan ve nice sesler…

Sonra Bruce Willis’i ‘Mavi Ay’da Alev Sezer’in sesiyle tanıdık, ‘Rocky’yi Sezai Aydın’ın sesiyle… Tom Cruise’a Sungun Babacan, Al Pacino’ya Tamer Karadağlı, Russel Crowe’a Payidar Tüfekçi ses oldu. Yaşımızın yettiği seslerle kahramanları birleştirdik ve kurgu içinde kendi gerçekliğimizi kurduk.

Ses bahsinde teknolojik cihazların hakkını teslim etmeden bahsi kapatmayalım. 2014 yerel seçimleri için meydan meydan dolaşan dönemin başbakanı (yanlış anlaşılmaz umarım, kronolojik gerçeklik) Recep Tayyip Erdoğan’ın Van ve Diyarbakır mitinglerini anmak gerek. Bir insan bunu kendisine neden yapar diye düşünmekten o zaman da kendimi alamamıştım… Hollywood filmlerinde rastlanabilecek bir efektti adeta. Hadi birincisi oldu, acaba ikincisi de korkudan kimse uyaramadığı için mi yaşandı?

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram