AİHM’in KHK kararı emsal olabilir mi?

AYM eski raportörü Dr. Selami Er: Bu karar haklarında adli işlem yapılmamış ya da ceza almamış sözleşmeli olarak kamuda çalışan KHK mağdurları için emsal bir karardır. ByLock, Bank Asya veya okula/kursa gitme... gibi daha konuların ise AİHM tarafından başka başvurularda incelenmesi gerekecektir.

SELAMİ ER 25 Aralık 2020 GÖRÜŞ

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uzun zamandır beklenen Kanun Hükmünde Kararname (KHK) veya buna dayanılarak idari bir işlemle işten çıkarılanlara yönelik ilk kararını 15 Aralıkta Hamit Pişkin/Türkiye kararı ile verdi. Karar başvurucu Pişkin’in adil yargılanma ve özel hayata saygı haklarının ihlal ediliği şeklinde.

Kararın yayınlanmasından sonra kararın beklentileri karşılamadığı, KHK’lıların mağduriyetlerini gidermeyeceği ve AİHM’in siyasi karar verdiği şeklinde olumsuz eleştirler yanında mağduriyetin tespit edildiği, hak ihlaline karar verildiği ve bir kazanım olduğu yönünde olumlu değerlendirmeler de yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bu yazıda önce kararı özetleyip, daha sonra kararın değerlendirmesini ve KHK’lılar için ne anlama geldiğini açıklayacağız.

İŞ SÖZLEŞMESİ 667 SAYILI KHK’YA ATIF YAPILARAK FESHEDİLDİ

Başvurucu Hamit Pişkin, 2010 yılında Ankara Kalkınma Ajansı’nda 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi uzman olarak olarak göreve başlamış, iş sözleşmesi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çıkarılan 667 sayılı OHAL KHK’sına dayanılarak ve milli güvenliğe tehdit oluşturan yapılara üye, bu yapılarla irtibatlı veya da iltisaklı olduğu gerekçesiyle kurum tarafından fesh edilmiştir.

Başvurucu fesih işlemine karşı Ankara İş Mahkemesi’nde dava açarak ve iş akdinin usule uygun olarak feshedilmediğini, işveren tarafından objektif ve tereddüte yer vermeyecek şekilde açık bir fesih sebebi gösterilmediğini belirterek fesih kararının kaldırılmasını ve kendisine tazminat ödenmesini istemiştir. Mahkeme dinlenen iki tanığın da başvurucu lehine tanıklık yapmasına rağmen sadece 667 sayılı KHK’ya atıf yaparak davayı reddetmiştir. Temyiz kararından sonra yapılan bireysel başvuru da Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından standart gerekçe ile 10.05.2018 tarihinde kabul edilemez bulunmuştır.

SAVCILIK YETERLİ DELİL BULUNMADIĞI GEREKÇESİYLE TAKİPSİZLİK KARARI VERDİ 

Başvurucu aleyhine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada 5.10.2018 tarihinde yeterli delil olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilmiştir.

Başvurucu AİHM’ne yaptığı başvuruda savunması alınmadan, usule uyulmadan ve gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldığını, sonra yapılan yargılamalarda da işten çıkarılmasını haklı gösterecek gerekçelerin gösterilmediğini, yöneltilen suçlamalarla ilgili kendisine bilgi, savunmasını hazırlamak için zaman ve olanak verilmediğini, terörist ve hain olarak etiketlendiğini, bu nedenle özel sektörde işverenlerin kendisine iş vermediğini ve halen işsiz olduğunu belirterek, Sözleşmenin adil yargılanma ve özel hayata saygı hakları yanında 3, 7, 13, 15, 17 ve 18. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi başvuruya müdahil olmuştur.

AİHM’İN VENEDİK KOMİSYONU’NUN GÖRÜŞÜNÜ DEĞERLENDİRMEYE ALMAMASI ŞAŞIRTICIDIR

Mahkeme yaptığı incelemede uluslararası kuruluşların KHK uygulamaları ile ilgili görüş ve yorumlarına yer vermekte ancak değerlendirmeye almamaktadır. Mahkemenin incelemesinde 12.12.2016 tarihli Venedik Komisyonu’nun, 667-676 Sayılı KHK’lara ilişkin görüşünün önemli bir ağırlığa sahip olduğu görülmektedir. Bununla beraber AİHM dikkat çekici bir biçimde Venedik Komisyonun görüşlerinden eksik ve kısmi alıntılar yapmış ve alıntı yaptığı kısımlar mahkemenin söz konusu başvuruda başvurucuyu ve onun gibi binlerce KHK mağdurunu tatmin etmeyecek bir değerlendirmeye varmasına neden olmuştur. Örneğin Venedik Komisyonu söz konusu raporunda darbe girişiminden sonra darbeye fiilen dahil olanların kamudan hızla arındırılmasını darbenin bastırılması ve tekrarının önlenmesi karşısında normal karşılanmakta, ancak bunun kalıcı işten çıkarmalar yerine geçici tedbirlerle de sağlanabileceği ifade edilmektedir. Buna rağmen Mahkeme kararında Komisyonun geçici tedbirlere yaptığı vurgunun değerlendirme konusu edilmediği görülmektedir. Venedik Komisyonu görüşünde ayrıca Gülen Cemaati ile kişilerin bağlantısının objektif kriterlerle belirlenmesi gerektiği belirtilmekte ve mevcut banka hesabı, okul/kursa gitme, gazete aboneliği gibi gerekçeler eleştirilmektedir. Yine Cemaatin ne zaman milli güvenlik için sorun haline geldiğinin ve kişilerin Cemaatle ilişkilerini kesmeleri gerektiğini anlamaları gereken tarihin belirlenmediği ifade edilmektedir. Komisyonun meslekten ihraç süreçlerinin kamu görevlisinin yasal düzene sadakatiyle ilgili ciddi şüphe uyandıracak şekilde hareket ettiğini gösteren objektif unsurlar gerektiği, ancak işlemlerin kişiselleştirmeler yapılmadan yürütülmesi nedeniyle kusurlu olduğu ve bu nedenle geriye dönük yargı denetiminin neredeyse imkansız hale geldiği tespiti oldukça önemlidir. AİHM kararında Venedik Komisyonunun bu tespitlerinin değerlendirme konusu edilmemesi ise oldukça şaşırtıcıdır.

AİHM, İLTİSAK NEDENİ İLE İŞ AKDİ FESHİNİ CEZAİ BİR İŞLEM OLARAK GÖRMEDİ

Mahkeme öncelikle başvuruya sebep olan yargılamalara konu uyuşmazlığın tanımını yaparak başvuruyu hangi haklar açısından inceleyeceğine karar veriyor. İlk aşamada davanın iş mahkemesinde görülen bir iş akdi feshi davası olduğunu, işverenin özel hukuka göre faaliyetlerini sürdüren bir kamu kurumu olduğunu, fesih işleminin ise olağan bir fesih işlemi olmadığını kaydetmektedir. Başvuruya konu fesih işlemi, 667 Sayılı KHK’nın verdiği izin kapsamında işverenin işçisi ile güven ilişkisinin bozulduğuna dayanmakta ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Yargıtay tarafından İş Kanununa da atıf yapılarak “şüphe nedeniyle fesih” şeklinde içtihat haline getirmiş ve AYM de bu içtihadı kabul etmiştir.

Bu tespitten sonra Mahkeme başvuruyu Sözleşmenin medeni haklarla ilgili adil yargılanma hakkı güvencelerini koruma altına alan 6/1 maddesi kapsamında inceleyeceğini ifade etmektedir. Sözleşmenin bir suçlama ile itham edilen kimseler için koruma sağlayan 6/2 (masumiyet karinesi) ve 6/3 maddelerinin ise bu başvuru için uygulanmasını, “Engel kriterleri” olarak kabul ettiği suçun iç hukuktaki hukuki nitelemesi, suçun gerçek niteliği ve yaptırımın ağırlık derecesi çerçevesinde incelemiştir.

Mahkeme yaptığı değerlendirmede; davanın iş hukuku kapsamında görülen bir iş akdi feshi davası olduğu, cezai bir soruşturma veya kovuşturma içermediği; örgüt üyeliği, iltisakı kavramlarının ceza hukukundaki kavramlara benzemesine rağmen bunun tek başına cezai bir suçlama anlamına gelmediği, başvurucunun dava süresince bir suçla itham edilmediği; 667 sayılı KHK ile getirilen yaptırımın bir daha kamu hizmetine girmemek gibi cezalandırıcı bir boyutu olsa da (bunu darbe öncesinde meslekten ihraç edilen askeri personelin durumuna benzeterek) bunun davayı tek başına ceza kapsamına sokmadığı gerekçesi ile başvuruyu Sözleşmenin 6/2 ve 6/3 maddeleri kapsamında inceleyemeyeceğini ifade etmiştir.

AİHM KARARININ AKSİNE İŞLEMİN CEZAİ BİR NİTELİĞİ VAR VE MASUMİYET KARİNESİ YÖNÜNDEN DE İNCELENMESİ GEREKİR 

Mahkemenin buradaki yorumuna katılmak mümkün değil. Zira mahkemenin özel hayata saygı hakkı kapsamında yaptığı incelemede ifade ettiği gibi KHK’ya dayanarak ihraç edilenler, öncelikle terör örgütüne üyelik veya irtibat ya da iltisak ile damgalanmakta, ayrıca bu durum SGK kayıtları başta olmak üzere birçok kayda girmekte ve bu nedenle bu kişilerin özel sektörde iş bulmaları nerede ise imkansız hale gelmektedir. Ayrıca ömür boyu kamu hizmetlerine girmeleri yasaklanmaktadır. Kendilerine yapıştırılan bu damga ile sosyal çevrelerinde insan onuruna yakışır bir konumda kişisel ilişki kurma ve sürdürmeleri mümkün olamamakta, toplumdan dışlanmaktalar. Meslekten ihraç işlemleri genellikle gerçek hiçbir kanıt olmadan sadece fişlemelere dayanılarak yapılmakta ve deliller sonradan oluşturulmaya çalışılmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında işlemin cezai bir niteliği olduğu ve en azından masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Mahkeme Sözleşme’nin 6/1 maddesi yönünden esastan yaptığı incelemede başvurucunun iş akdinin fesih sürecinin İş Kanununda gösterilen usule uyulmadan gerçekleştiğini, ancak darbe girişimi sonrasında çıkarılan 667 sayılı KHK’ya dayanılarak gerçekleştirilen bu işlemin olağanüstü dönemlerde Sözleşme’nin bazı maddelerinin askıya alınmasına izin veren 15. maddesi göz önünde bulundurulduğunda haklı görülebileceğini not etmiştir. Mahkeme olağanüstü halin özel koşulları ışığında, darbeye karışanların veya diğer kamu görevlilerinin basitleştirilmiş bir usulle meslekten çıkarılmalarını kabul edilebilir görmekte, ancak bu işlemlerin sonradan bağımsız yargı organları tarafından denetlenmesi gerektiğini vurgulamakta, dolayısı ile meslekten ihraç sonrasında etkili bir yargılama ile sorunun dengelenip dengelenemediğine odaklanmaktadır.

AJANSTA ÇALIŞAN BİR UZMANIN KAMU GÜVENLİĞİNİ NASIL TEHDİT EDECEĞİ İZAHA MUHTAÇTIR

Bu konuda üç hususu ifade etmek gerekiyor. Öncelikle yine Venedik Komisyonu görüşünde ifade edildiği gibi amaç kamuyu darbeye fiilen iştirak eden ve milli güvenlik için tehlike sayılacak oluşumlardan temizlemek ise, bu açığa alma gibi geçici tedbirler ile yapılabilir ve kişilerin durumu netleştirildikten sonra ihraç veya mesleğe geri dönmeleri sağlanabilirdi. İkinci olarak özel hukuka göre faaliyet gösteren bir ajansta çalışan bir uzmanın bir Gülen cemaati ile ilişkili olsa bile işi nedeni ile kamu güvenliğini nasıl tehlikeye sokabileceği izah edilmemektedir. Son olarak ise, bilindiği gibi, Türkiye’de  hükümetin kırmızı çizgileri söz konusu olduğunda bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapmak mümkün değildir. Bunu Rahip Brunson, Demirtaş ve Kavala örneklerinde pekala görmek mümkündür. Yukarıda bahsedilen Venedik Komisyonu görüşünde de ifade edildiği üzere, hakim ve savcılar diğer meslektaşları gibi her an terörist olarak ilan edilme korkusu yaşamaktadırlar. Ancak ne yazık ki bu husus başvurucu tarafından da dile getirilmediği bu başvuruda tartışma konusu edilmemiştir.

İŞ AKDİ FESHEDİLENLERİN HAKLARININ KORUNMASI YARGININ SORUMLULUĞUDUR

Adil yargılanma hakkının medeni yönüyle ilgili olarak AİHM, başvurucunun iş akdinin sadece işveren yetkilisinin kanaatine dayanılarak feshedildiği, fesih sürecinde hiçbir usuli garantiden faydalandırılmadığı ve haklarını ileri sürebileceği tek alternatifin mahkeme (yargı) yolu olduğunu belirterek, temel sorunun bu yargılamanın adil bir şekilde yapılmaması olduğunu kabul etmektedir. Dolayısı ile AİHM’ne göre 667 sayılı KHK’ya dayanılarak iş akdi feshedilenlerin Sözleşmenin 6/1 maddesine göre haklarının korunması sorumluluğu yargıya aittir. AİHM Mahkemelerin KHK ile ilgili tasarruflar bakmından önlerindeki davaları görürken herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadıklarını, bu konuda tam yetkili olduklarını tartışmalı biçimde kabul etmiştir. Zira, içeriği belirsiz, her türlü yoruma açık, geçmişe etkili sonuçlar doğuran ve ayrımcı uygulamalara her yönüyle açık bir düzenlemeye dayalı olarak yargı makamlarının ne şekilde etkin bir denetim yapacakları hususunu Mahkeme göz ardı etmiştir.

AİHM, yerel mahkemelerde başvurucunun iş akdinin geçerli bir nedenle feshedildiğinin tespitine veya Gülen cemaati ile bağlantısının varlığına dair bir inceleme olmadığını, sadece 667 sayılı KHK’ya atıf yapılarak  davanın reddedildiğini, dolayısı ile başvurucunun iddialarının derece mahkemelerinde usulüne uygun şekilde tartışılmadığını, ayrıca AYM’nin de bu iddiaları analiz etmeden kabul edilemezlik kararı verdiğini, mahkeme kararlarının somut bir gerekçe içermediğini tespit ederek başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

KHK’YA DAYANARAK İŞ AKDİNİ FESHETMEK ÖZEL VE AİLE HAYATINA SAYGI HAKKININ İHLALİDİR

Bu aşamada AİHM, öncelikle başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin, başvurucunun eylemlerinin öngörülebilir bir sonucu olmadığını, bunun gösteren bir delil olmadığını ifade etmiştir. Daha sonra başvurucunun geçim kaynağı olan işini kaybettiği ve 667 sayılı KHK nedeni ile işverenlerin kendisine iş vermeye cesaret etmediklerini, halen işsiz olduğunu, bu durumun saygınlığı ve bireylerle ilişki kurması üzerinde olumsuz etkileri olduğunu, ayrıca mesleki ve sosyal saygınlığı üzerinde ciddi sonuçlara yol açtığını tespit ederek başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkına müdahalenin varlığını izah etmiştir.

Daha sonra bu müdahalenin kaynağının 667 sayılı KHK olduğunu yüzeysel bir şekilde inceleyerek, yasal dayanağın varlığını kabul etmiştir. Kararın en problemli kısmının burası olduğunu düşünmekteyiz. Zira 667 sayılı KHK’nın AİHM içtihatları ile belirlenen ve 8/2. Maddesi anlamında kanunilik şartını yerine getirdiğini kabul etmek, AİHM’nin önceki kararları ve insan hakları yargılamasının mantığı ile uyumsuz görünmektedir. Nitekim karara ihlal yönü itibarıyla katılan ancak gerekçelendirme açısından katılmayan Hakim Koskelo bu durumu mutabık görüşünde izah etmiştir.

KHK’LARI, AİHM İÇTİHATLARINDA ARANAN, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İLKESİNE UYGUN DÜZENLEMELER OLARAK GÖRMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR 

Gerçekten de AİHM’nin önceki pek çok kararında içtihat haline getirdiği ve üye devletlere bu anlamda yol gösterici olan kanunilik kriterlerine göre bir yasa metninin “ulaşılabilir” olması, kişilerin eylemlerinin sonuçlarını önceden öngörebilecekleri şekilde “öngörülebilir” olması, hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olması, anlaşılabilir olması, keyfi kullanılmasını engelleyen güvenceler içermesi, ve tabi ki geçmişe yürütülmemesi gerekmektedir. (Bkz. AİHM,  Özpınar/Türkiye; N. F/İtalya, Al-Nashif/Bulgaristan; Amenn/İsviçre; Rotaru/Romanya; Klass ve diğerleri/Almanya; Ostrover/Moldova kararları)

Bahse konu KHK’lar ise öncelikle Gülen cemaatinin ne zaman bir terör örgütü olarak görüldüğünü tespit etmeksizin kişilerin geçmiş meşru eylemleri veya tutumları (hatta bazen düşünceleri) nedeni ile sonuç doğurmakta (yaptırım öngörmekte), ilişki ve iltisak gibi daha önce Türk Hukukunda olmayan ve halen içi doldurulmamış, tam olarak hangi kriterlerle bu başlık altına girileceği tespit edilmemiş soyut kavramlar içermekte, kişilerin darbe girişimi öncesinde öngörmeleri mümkün olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Bu haliyle KHK düzenlemeleri AİHM içtihatlarında aranan ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik kriterleri yanında geçmişe etkili sonuçlar doğurduğu için hukukun üstünlüğü ilkesine de uygun düzenlemeler olarak kabulü mümkün değildir.

AİHM daha sonra özel ve aile hayatına saygı hakkına yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı incelemesini, iş akdi fesih sürecinin keyfi müdahalelere karşı güvenceler taşıyıp taşımadığı ve başvurucunun bu güvencelerden yararlanıp yararlanmadığını, özellikle yargısal incelemeden gerekli şekilde yararlanıp yararlanmadığı bağlamında incelemiştir.

Bu incelemede de AİHM, 6. madde incelemesinde olduğu gibi başvurucunun iş akdinin neden sona erdirildiğinin idari ve yargısal süreçlerde gerçek, somut nedenlerin ortaya konmadığı ve bu nedenle başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkının keyfi müdahalelere karşı asgari düzeyde korumadan yararlandırılmadığını tespit ederek bir ihlal kararı daha vermiş ve başvurucuya 4.000 Avro manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.

KHK MAĞDURLARI AÇISINDAN KARAR NE ANLAM TAŞIYOR?

Kararın diğer KHK’lılar açısında emsal olup olmadığı her başvurucunun özel durumu ile ilgili olarak değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu karar haklarında adli işlem yapılmamış ya da ceza almamış sözleşmeli olarak kamuda çalışan KHK mağdurları için emsal bir karardır. Başvurucu hakkında yeniden yargılama yapılarak adil yargılanma ihlalin giderilmesi gerekmektedir. Yeniden yargılamada lehine bir karar çıksa bile İş Kanuna tabi bir çalışan olduğundan işveren kurumun tazminat ödeyerek işe almama olanağı bulunmaktadır. Dolayısı ile bu karar işe dönmeyi sözleşmeli personel için garanti etmemektedir.

BYLOCK VE BANK ASYA GİBİ İHRAÇ GEREKÇELERİ DE AİHM’E GÖTÜRÜLMELİDİR

Haklarında geçmiş meşru eylemleri ya da düşünceleri aleyhlerine ihraç süreçlerinde delil olarak kullanılanlar bakımından ise ByLock, Bank Asya veya okula/kursa gitme veya çocuklarını gönderme gibi daha karmaşık konuların AİHM tarafından ilerleyen başvurularda incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekecektir.

İdari bir işlem olmadan doğrudan KHK ile ihraç edilenler için ise her ne kadar kararda KHK uygulamasını onaylayan kabuller olsa da iç hukukta Anayasanın 129 ve 138 maddeleri ile 657 ve 2802 sayılı Kanunların öngördüğü güvenceler yönünden konunun tekrar tartışılması gerekecektir.

Daha önce izah edildiği gibi kararda özel hayata saygı hakkının kanunilik incelemesinin yüzeysel olarak geçiştirilmesi ve adil yargılanma hakkının özellikle masumiyet karinesi yönünden incelenmesi sorunlu olmakla birlikte, adil yargılanma hakkının medeni haklar yönünden özel ve aile hayatına saygı hakkının ise keyfi müdahalelere karşı korunmadığı gerekçesi ile iki ihlal tespit etmektedir ki, bu mağduriyetlerin AİHM tarafından tanınması açısından olumlu bir gelişmedir.

Mahkemenin son yıllarda artan iş yükünü de gözeterek mağduriyetlerin daha çok iç hukuk yollarında çözülmesini destekleyen daha pasif bir tutum benimsediği gözlemlenmektedir. Tüm KHK’lıların problemlerini doğrudan AİHM çözecek olsa mevcut derdest dosya sayısı kadar dosyanın önüne gelmesi gerekir. Bunu istemediği için sürekli iç hukuktaki yargı yollarına işaret etmektedir. Ne var ki iç hukukta yargı etkinliğini çoktan yitirmiş durumdadır ve bu bir kısır döngü halini almıştır.  Bir diğer konu ise Mahkemenin bünyesinde bulunan Konseyin siyasi bir organ olduğu ve siyasi hassasiyetlerin mahkeme üzerinde de bir etkiye sahip olduğu gerçeğidir.

UMARIZ AİHM’İN KHK KARARI BÜYÜK DAİREYE GÖTÜRÜLEREK BİR NEVİ TEMYİZ EDİLİR 

İncelediğimiz karar AİHM 2. Dairesinin kararıdır. Umarız bu karar başvurucu tarafından Büyük Daireye (bir nevi temyiz incelemesi) götürülerek eleştirilen hususlarda tekrar ve kapsamlı bir inceleme yaptırılabilir. Bununla birlikte hukuki mücadeleyi hele uluslararası kurumlar önünde sürdürmek uzun, adım adım ilerleyen ve sonuç alması zamana bağlı bir süreçtir. Mağduriyetlerin bir kararla ve bir anda bitmesini beklememek gerekir.

Olumlu gelişmeler birbiri üzerinde pozitif etki meydana getirerek mağdurlar açısından her seferinde daha olumlu bir duruma sebep olacaktır. Örneğin incelediğimiz kararda AYM başvurucunun bireysel başvurusunu 2018 yılında gerekçesiz reddederken, aynı AYM benzer başvurularda  (Emin Arda Büyük ve Berrin Baran Eker kararları) derece mahkemelerinin gerekçesiz red kararlarını mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Yani yerel mahkemelerde dava açılsa bile, bu davalar gerçekten incelenmediğinden bunu gerçek bir mahkemeye erişim olarak bile görmediğini ifade etmiştir. Bu tavır değişikliğinin AİHM’nin kararında  birkaç ay önceye denk gelmesi herhalde tesadüf değildir. Daha önce izah ettiğimiz gibi etkin bir iç hukuk yolu olmayı sürdürmek ile rejimin kırmızı çizgilerini geçmemek arasında ince bir çizgide yol izleyen AYM, kendi konumu sorgulandıkça ihlal kararlarını arttıracaktır.

Bir diğer husus ise konjonktür meselesidir. Kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen davada AYM, AİHM’nin incelenen kararına benzer şekilde adil yargılanma hakkı yönünden özellikle gerekçeli karar hakkı boyutu ile ihlal kararı vermiş, değişen konjonktür ile derece mahkemesi daha sonra beraat kararı vermişti. Konjonktürün değişmesi halinde derece mahkemelerinin bugünkü davalarda da AİHM tarafından verilecek ihal kararları sonrasında yeniden yargılama yolu ile lehe karar vermeleri her zaman mümkündür.

ŞİKAYET BULUNMADIĞI İÇİN AİHM GÜLEN CEMAATİNİN TERÖR ÖRGÜTÜ SAYILMASI KONUSUNU TARTIŞAMIYOR

AİHM önüne gelen davalarda mahkemelerin bağımsız ve tarafsızlığı ve ayrımcılık yasağı konuları gibi bazı hususları başvurucular tarafından uyuşmazlık konusu edilmediğinde tartışmamaktadır. Mağdurların bir beklentisi ise Gülen cemaatinin terör örgütü sayılması konusunun tartışılmasıdır. Maalesef bu hususta başvurucuların Gülen cemaatinin şeytanlaştırılması ve Türkiye’de mevcut korku ortamı nedeniyle bu konuda bir şikayetleri olamadığından tartışma konusu edilmemekte ve hükümetin iddiaları kullanılmaktadır. Normalde böylesi karmaşık bir konunun AİHM tarafından çözüme kavuşturulması mümkün olmamakla birlikte en azında bu kabulün haklara etkisi yönü ile tartışılmasını sağlamak için böyle bir şikayetin dile getirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda özellikle Terörle Mücadele Kanununun aşırı ve mantıksız bir biçimde kötüye kullanıldığı başvurularda dile getirilmelidir. Yine ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak hak inceleme talebinin de başvurulara konu edilmesi gerekmektedir

Sonuç olarak eksiklerine katılmadığımız yorumlarına rağmen kararı olumlu bir adım olarak görüp mağduriyetlerin giderilmesi için hukuki mücadeleye devam etmek gerekiyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com