İran ve devrimin rengi

SELAHATTİN SEVİ 12 Şubat 2019 GÖRÜŞ

Geçen yüzyılın ikinci yarısında (1848–1896) İran’da hüküm süren reformcu lider Nasıreddin Şah belki de bugünlere bakıyor. Şah, ilk yıllarında Batı ile kurduğu sıcak ilişkilerle ülkesinin umudu olmuştu. Fakat sonrasında uyguladığı tutucu politikalar halkı hayal kırıklığına uğrattı. Tahran’daki Moghadam Müzesi’nin şömineli odasının duvarında asılı olan Muhammed Hasan Afşar imzalı 240’a 142 cm yağlıboya tabloda Nasıreddin Şah uzun sarkık bıyıkları, Batı tarzı ceket pantolonu ve süslü nişanlarıyla ülkesinin hâlâ devam eden içine kapanma-dünyaya entegre olma çelişkisini temsil ediyor sanki. Modern Tahran’ın keşmekeşinin tam ortasında havuzlu bahçesi, zengin koleksiyonu ile özel bir yere sahip olan müzede yüzünü Batı’ya ve Doğu’ya dönen iki İran’ı bir arada görmek mümkün.

1979’da İmam Humeyni ve sol muhalefetin birlikte yaptığı ‘İslami’ devrimle Batı’dan kopan, son birkaç yılda ise gerçekleştirdiği nükleer programı ile bütün dünyayı karşısına alan İran ara sıra derin bir nefes alsa da dünyanın gözü her zaman üzerinde. Başta ABD olmak üzere sık sık ambargo ve yaptırımlara muhatap oluyor.

Bundan sadece birkaç yıl önce Tecriş Meydanı’ndaki tarihî cami avlusundan kuzeydeki yeni Tahran’ın sokaklarına, kafelerine kadar yürüdüğümüzde içinde Babek Zencani ve Reza Zarrab’ın adının geçtiği konuşmalara kulak misafiri olmak mümkündü.

Bir gün, sabah saat 6 buçukta bastonunu bir kenara bırakıp çalıların arasına sakladığı iki tuğlayı eline alarak jimnastik yapan Ahmet Muayyedi (70) “Şah ve Atatürk iki dosttu, biz niye olmayalım?” diyordu. Dünyaya açılan yolun Türkiye’den geçtiğini söylüyor. Sıkı bir Aziz Nesin okuru olan Muayyedi Türk edebiyatı hayranı. Farsçaya çevrilen bütün eserleri biliyordu.

Yeni Tahran’ın simgelerinden Planetaryum’da moda çekiminde rastladığımız Mina Taeei ülkenin ilk aylık moda dergisinden söz ediyor. Barış olursa alışveriş, ticaret artacak diyen Taeei, Rus bir anne ve Tebrizli bir babanın kızı. Model olarak İran’da hayatını kazanıyor. Modada gözümüz İstanbul ifadelerini kullanıyordu.

Eski İran’da önemli bir merkez olan, bugün ise Tahran Metrosu’nun uzandığı güney kasabalarından biri olan Rey şehri, 40 derecenin üzerinde sıcaklığı ile bunaltıyor. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in mezarının bulunduğu şehri geride bırakıp Tahran’ın en kuzeyine, Ferahzad’a ve Derbend’e vardığımızda ise Batılı gazetecileri ‘Nükleer Anlaşma Sonrası İran’ röportajları ile görmek mümkündü.

Söze Nasıreddin Şah ile başladık, onunla bitirelim. Batı’yı ilk ziyaret eden İran Şahı olan Nasıreddin, tüm merak ve ilgisine rağmen onunla rekabet edecek zekâvette inceliğe, ferasete sahip görünmez. Hatta zamanın Londra gazetelerinin yazdığına göre İngiltere’de bir resim müzesini ziyaret eder. Buradaki tablolar arasında her nedense en çok bir merkep tablosu ilgisini çeker ve fiyatını sorar. Aldığı işte şu kadar yüz altın cevabı karşısında, şaşkınlığını gizlemez, soğuk İngilizlere kendince çok zekice bir espri yapar ve der ki: “Yahu neden bu kadar pahalı? Bu eşek yük taşıyamaz. Üstüne semer de vuramazsın. Bu paraya gider onlarca eşek alırım.” Rivayet odur ki, orada bulunan İngilizler de altında kalmaz Şah’ın imasının. Birisi çıkar ve şöyle der: “Evet haklısınız. Bu eşeğe semer vurulamaz, yük de taşıyamaz. Pahalı olması şundandır. Bu eşek yem de istemez, bakım da. Gerçek bir eşeğe harcamanız gereken masrafların hiçbirine gerek kalmaz. O nedenle pahalıdır bu eşek…” Dönemin gazeteleri Şah’ı uzun uzun hicvederler bu naifliğinden dolayı… Kim bilir belki de Picasso olsaydı orada, “Bu nasıl horoz?” diyen resimsevere “O horoz değil, resim” dediği gibi; “O eşek değil, resim” derdi. Şahın tepkisi ne olurdu bilinmez.

Ve bugün. Köprünün altından çok sular, Tahran’ın yeni simgelerinden Tabiat Köprüsü’nün iki katlı yolunun üzerinden umutlu çok İranlı akıyor şüphesiz.

Artık şah yok. Fakat ülkeninin insanlarına hayatı çekilmez hale getiren, basın ve ifade hürriyetinin olmadığı, baskıcı bir İslami rejim var.

Daha da ironik olan, İran’da yaşayan aralarında arkadaşlarımın da olduğu birçok kişinin nefes almak için ‘İslamcı’ bir yönetimin olduğu Türkiye’ye gelmesi. Aşikar ki, çok azı bu suni teneffüse razı oluyor. İlk fırsatta bir batı ülkesinin yolunu tutuyor.

NOT: Bu yazı KHK ile kapatılan Aksiyon dergisinde yayımlanan bir röportajın güncellenmiş halidir.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com